İsrail’in “güvenli bölgeleri” ve dünyanın gözü önünde gerçekleşen katliamlar!

Neve Gordon ve Nicola Perugini, Sri Lanka’daki “güvenli bölgelerle” Gazze’dekiler arasındaki benzerliklere dikkat çekerken önemli bir farkın bulunduğuna da işaret ediyorlar!

Neve Gordon & Nicola Perugini / Al Jazeera

Bir zamanlar Sri Lanka'daki cuntacıların yaptığı gibi, İsrail de 'güvenli bölgeleri' ölüm tarlalarına dönüştürdü

Gözlerimiz Refah'taki "Blok 2371"deyken -İsrail ordusunun 22 Mayıs'ta "güvenli insani bölge" olarak ilan ettiği ancak sadece dört gün sonra bombalayarak çadırlarda barınan en az 45 sivili katlettiği Gazze'nin güneyindeki küçük alan- WikiLeaks tarafından ele geçirilen ve Sri Lanka iç savaşının son günlerinde sivillerin içinde bulunduğu kötü durumu anlatan 15 yıllık gizli bir telgrafı hatırladık.

Mayıs 2009'da Kolombo'daki ABD büyükelçiliğinden Washington'daki ABD Dışişleri Bakanlığı'na gönderilen telgrafta, Mannar piskoposunun büyükelçiliği arayarak ABD’nin Sri Lanka ordusu tarafından güvenli bir alan olarak kurulan ve "Ateşin Olmadığı Bölge" şeklinde adlandırılan bölgede yakalanan yedi Katolik rahip için müdahale etmesini istediği anlatılıyor.

Piskopos, Manhattan'daki Central Park'ın yaklaşık iki katı büyüklüğünde küçük bir kıyı şeridinde yer alan bu bölgede hala 60.000 ila 75.000 sivilin bulunduğunu tahmin ediyordu. Piskoposun telefon görüşmesinin ardından ABD Büyükelçisi Sri Lanka Dışişleri Bakanı ile görüşerek "Ateş Yasağı Bölgesi "nde kalan insanların çoğunun sivil olduğu konusunda orduyu uyarmasını istedi. Anlaşılan o ki, yoğun topçu ateşi nedeniyle kıyı şeridinin bir ölüm tuzağına dönüşmesinden korkuyorlardı.

İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nin dört bir yanındaki Filistinli sivilleri Refah'taki sözde "güvenli insani bölgeye" itme çabalarından farklı olarak, Sri Lanka ordusu bir noktada uçaklardan broşürler atarak ve hoparlörlerden anonslar yaparak sivil halkı "Ateş Edilmez Bölgeler" olarak belirlediği alanlarda toplanmaya çağırmıştı.

Tahminen  ülke içinde yerinden edilmiş 330,000 insan bu bölgelerde toplanırken, Birleşmiş Milletler derme çatma kamplar kurdu ve çeşitli insani yardım kuruluşlarıyla birlikte çaresiz nüfusa gıda ve tıbbi yardım sağlamaya başladı.

Ancak Sri Lanka ordusuna karşı savaşan silahlı grup Tamil Kaplanları'nın da bu "Ateş Edilmez Bölgelere" çekildiği görüldü. Savaşçılar bu bölgelerde önceden karmaşık bir sığınak ve tahkimat ağı hazırlamış ve orduya karşı son direnişlerini burada gerçekleştirmişlerdi.

Sri Lanka ordusu "sivilleri kurtarmayı" amaçlayan "insani operasyonlar" yürüttüğünü iddia etse de, uydu görüntülerinin analizi ve çok sayıda tanıklık, ordunun kapalı "Ateş Edilmez Bölgeleri" sürekli olarak havan topu ve topçu ateşiyle vurduğunu ve bu belirlenmiş güvenli alanları ölüm tarlalarına dönüştürdüğünü ortaya koymaktadır.

Sözde güvenli bölgelerde 10.000 ila 40.000 arasında kafese kapatılmış sivil hayatını kaybederken, binlerce ve binlerce kişi de ağır yaralandı, çoğu zaman tıbbi yardım alamadan günlerce beklediler çünkü neredeyse tüm hastaneler - ister kalıcı ister geçici olsun - topçu ateşiyle vurulmuştu.

Sri Lanka 2009 ile Gazze 2024 arasındaki paralellikler oldukça ilgi çekici olmakla birlikte iki olay arasında önemli bir fark var…

Her iki vakada da ordu yüz binlerce sivili yerlerinden etmiş ve onlara zarar görmeyecekleri "güvenli bölgelerde" toplanmaları talimatını vermiştir.

Her iki vakada da ordular belirlenen "güvenli bölgeleri" bombalamaya devam ederek ayrım gözetmeksizin çok sayıda sivili öldürdü ve yaraladı.

Her iki vakada da ordular sivillerin hayatlarını kurtarmakla sorumlu tıbbi birimleri de bombaladı.

Her iki vakada da askeri sözcüler saldırıları haklı göstererek güvenli bölgeleri bombaladıklarını kabul ettiler, ancak sivil ölümlerinden Tamil Kaplanları ve Hamas'ın sorumlu olduğunu, çünkü sivil halkın arasına gizlenerek onları kalkan olarak kullandıklarını iddia ettiler.

Her iki vakada da Batılı ülkeler masumların öldürülmesini eleştirmiş ancak ordulara silah sağlamaya devam etmiştir. Sri Lanka'nın durumunda İsrail, silahların ana tedarikçileri arasındaydı.

Her iki vakada da BM, savaşan tarafların savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işlediğini iddia etti.

Her iki vakada da hükümetler, katliamları meşrulaştırmak için hukuki akrobasi yapan bir uzmanlar kadrosunu harekete geçirdi. Angajman kurallarının yorumlanması ve ayrım, orantılılık, gereklilik ve güvenli bölge ve uyarı kavramları gibi uluslararası insancıl hukukun temel kavramlarının uygulanması, ortadan kaldırıcı şiddetin hizmetine sunuldu.

Ancak iki vaka arasında önemli bir fark şu ki:

Gazze'deki soykırım tabir-i caizse Sri Lanka’dakinin aksine karanlıkta gerçekleşmiyor! Tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşiyor!

Sri Lanka'da ihlallere ilişkin kanıtların toplanması ve bağımsız soruşturmaların yürütülmesi zaman alırken, Gazze'ye yönelik küresel ilgi - ve "Blok 2371 "deki başı kesilmiş bebeklerin ve kömürleşmiş cesetlerin canlı yayınlanan görüntüleri - Sri Lanka'daki dehşetin tekrarlanmasını önleyebilir.

Medya kuruluşları daha şimdiden Vadi Gazze'nin güneyindeki "güvenli bölgenin" 2000 kiloluk bombalarla nasıl dövüldüğünü ve binlerce Filistinlinin nasıl öldürüldüğünü gösterdi.

Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) delil topladı ve şimdi İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Galant hakkında savaş suçu ve insanlığa karşı suç işledikleri iddiasıyla tutuklama emri çıkarılmasını istiyor.

Uluslararası Adalet Divanı (UAD) İsrail'in sivillere karşı acımasız bir şiddet uyguladığını gözlemledi ve hükümetin Refah'taki saldırısını "derhal durdurmasını" emrederek, eylemlerinin "Refah'taki askeri saldırının bir sonucu olarak Filistin nüfusunun maruz kaldığı büyük riski [Soykırım Sözleşmesi tarafından korunmama riski de dahil] hafifletmek için yeterli olmadığını" belirtti.

İsrail, ülkenin en yüksek mahkemesinin kararına güvenli bölgeleri bombalamaya devam ederek karşılık verdi. Blok 2371 katliamı UAD kararından sadece 48 saat sonra gerçekleşti. İki haftadan kısa bir süre sonra, yine "güvenli bölge" olarak belirlenen Nuseirat kampında BM tarafından işletilen bir okula düzenlenen bir başka İsrail hava saldırısında, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere en az 40 kişi öldü. 9 Haziran'da aynı kamptaki dört İsrailli esiri kurtarmak için düzenlenen İsrail operasyonunda 274 Filistinli hayatını kaybetti, yüzlercesi de yaralandı.

Tüm gözler Refah'a ve harap olmuş Gazze Şeridi'nin geri kalanına çevrilmişken, ABD, Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya ona silah sağlamaya devam ederken, İsrail işlediği suçları ilgi odağı haline getirmeye devam ediyor.

UAD ve UCM'nin yanı sıra Güney Afrika, İspanya, İrlanda, Slovenya ve Norveç de sözlerini söyledi. Üniversite kampları ve küresel dayanışma hareketi, İsrail'in yarattığı güvenli bölgeleri nasıl ölüm tarlalarına dönüştürdüğüne tanıklık ederken, hükümetlerini silah ambargosu uygulamaya ve ateşkes talep etmeye çağırıyor.

Diğer aşırı sömürgeci şiddet durumlarında olduğu gibi, İsrail'in Gazze'deki imha uygulamalarını hızlandırması ve onu hukuka uyuyormuş gibi göstermeye yönelik beceriksiz çabası, Gazze’nin yerle bir edilmesi projesinin alacakaranlığının belirtileridir. İngiltere, Fransa ve Almanya gibi eski sömürgeci güçler bunu bilmelidir. ABD de bunu bilmeli. Tüm gözler artık Gazze'nin üzerinde. Ayrıca bütün gözler Batılı devletlerin de üzerinde…


Al Jazeera'da yayımlanan makale Haksöz Haber tarafından tercüme edildi.

Çeviri Haberleri

Clarissa Ward'ın 'kurgulanmış' Suriye haberi CNN'in önyargısını bir kez daha ortaya çıkardı?
Suriye’nin ‘gulyabanisi’ Mahir Esed nerede?
Baas çetesini deviren 11 günün hikayesi
Bir zalim, Filistin'in özgürlüğünün gerçek müttefiki olamaz!
Ölüm her yerdeydi: Kimyasal silah kurbanları yaşadıklarını ilk defa korkusuzca anlatabiliyor!