İsrail'in 27 Aralık'ta Gazze'ye yönelik başlatmış olduğu acımasız savaşla birlikte gerek ordu gerekse Olmert hükümetinin 2006'da Hizbullah karşısında yaşadığı yenilgiden gerekli dersleri aldığı görülmüştür.
Bu çerçevede ilk olarak Genelkurmay Başkanlığı'na Gabi Aşkenazi getirilmiş ve ordu içerisinde ciddi reform çabalarına girişmesine müsaade edilmiştir. Bu itibarla Gazze müdahalesi Tzahal'ın 2006'da Lübnan'da aldığı yenilgiden askeri anlamda gerekli dersleri çıkardığını ve İsrail savaş makinesinin yenilgi kompleksinden kurtulmak için çok daha saldırgan bir tutum sergilediğini göstermektedir.
Tzahal içindeki değişimi siyasal alandaki gelişmeler takip etmiş ve özellikle devletin önemli kurumları arasında yaşanan koordinasyon sorunu ortadan kaldırılmış ve dahası ordu-hükümet-muhalefet üçlüsünün operasyona destek vermek konusundaki işbirliği belli ölçülerde de olsa sağlanmıştır. Bunun yanı sıra söz konusu operasyonla dolaylı olarak da olsa İsrail, Arap âleminde daha da büyük bölünmelere neden olmuş ve Katar'da yaşanan sıkıntıları ve Arap Birliği Teşkilatı'nın acil bir zirve toplantısı yapılmasında dahi başarısız kaldığını görerek söz konusu teşkilatı büyük bir zafiyete uğratmıştır.
İsrail, Gazze'de kartlarını açtı
Ancak İsrail, asıl büyük zaferi BM Teşkilatı'nı ve özellikle Güvenlik Konseyi'ni felce uğratmayı başararak elde etmiştir. Nitekim BM kararları çerçevesinde değil, İsrail'i korumak amaçlı hareket ettiğini açıkça ortaya koyan Başbakan Ehud Olmert bir anlamda söz konusu teşkilata meydan okuyacak cesareti bulmuştur. Bu durum karşısında açıkça tepkisini ortaya koyan tek ülke Başbakan Erdoğan'ın "BM Güvenlik Konseyi kararlarını bu denli hiçe sayan, yok kabul eden, uygulamayan ülke BM kapısından nasıl giriyor?" demeci sonrasında Türkiye olmuştur. Fakat savaşa yönelik tüm bu başarılı gibi görünen hazırlık sürecine rağmen, harekâtın bitmesiyle birlikte İsrail'in istediği sonucu elde edemediği gün yüzüne çıkmıştır.
Hamas militanlarının göstermiş olduğu sert direniş karşısında söz konusu örgütün iktidardan indirilmesinin kısa vadede ve kolay bir biçimde sona ermesinin mümkün olmadığı,
Hamas'ın, Hizbullah'ın aksine yoğun bir ambargonun etkisiyle ateş gücünün son derece sınırlı kalmasına rağmen İsrail'in Lübnan'da kaybedilen prestiji Gazze'de geri kazanamadığı,
Arap hükümetlerinin ne kadar zayıf olduğunu bir kez daha görüp, bu durumdan faydalanmayı başarmış olsa da uzun vadede bu gelişmenin beklemediği bir biçimde operasyona yönelik yoğun halk tepkileri nedeniyle kamuoyu ile hükümetler arasındaki ayrımın giderek belirginleştiği,
Kullanılan acımasız yöntemler ve sivil hedeflerin vurulması nedeniyle dünya kamuoyunun kendisine karşı birleştiği, İsrail'in operasyonunun askeri boyutlarının ötesinde hukuksal ve siyasal platformlarda uzun müddet başının ağrıyacağı kesindir.
İsrail'in uluslararası arenada uğradığı itibar kaybının boyutları geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Tzipi Livni'nin, Amerikalı meslektaşı Condoleezza Rice'la Gazze'ye yönelik silah kaçırma eylemlerinin engellenmesi hususunda bir anlaşma imzalarken basın kulübünde gazeteciler tarafından, ABD ne zamandan beri teröristleri ağırlıyor tarzında sert yaklaşımlarla karşılaşması sonrasında çok daha iyi anlaşılmıştır. Buradan da anlaşılmaktadır ki İsrail'in en büyük kaybı dünya kamuoyu nezdindeki imajı olmuştur.
Bu açıdan önümüzdeki dönemde İsrail'i zora sokacak diğer bir gelişme yakın ilişki içerisinde olduğu bölgenin önde gelen gücü Türkiye ile yaşanmakta olan gergin durumdur. Özellikle Olmert'in, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın tüm iyi niyetli girişimleriyle bağdaşmayacak bir biçimde daha Ankara'ya gelmeden operasyon kararı alındığının ortaya çıkması ve Erdoğan'ın operasyona yönelik Avrupa'dan kovulan Yahudilere kapısını açan Osmanlıların torunu olarak Filistinlilerin hedef alındığı böyle bir ortamda taraf tutmaktan çekinmeyeceği yönündeki sert açıklamaları sonrasında iki ülke arasındaki siyasi, askeri ve ekonomik ilişkilerin zedelenme ihtimali ağırlık kazanmıştır. Bu anlamda Olmert'in, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü Tel Aviv'de toplanan zirveye çağırmaması söz konusu operasyonun insani boyutlarını ön planda tutan ve hiçbir zaman bu dramdan kazanç çıkarma peşinde olmayan ülkemiz açısından bir kayıp olarak görülmesi hata olacaktır.
Aslında bütün bu süreçte İsrail'in, Gazze operasyonunda 2006 savaşından ziyade 1982'de Lübnan'ı işgaliyle sonuçlanan harekâtı örnek almak istediği açık bir biçimde ortaya çıkmıştır. Tel Aviv'in, Gazze Savaşı'nın gerçek boyutunu ve amacını şimdiye kadar ilan etmemesi, bu küçük toprakların ötesinde çok daha büyük hedeflerin söz konusu olduğunu göstermiştir. Hayfa Üniversitesi Ulusal Güvenlik Enstitüsü Direktörü Dan Shifnon'un, "Gazze'deki savaşımızın esas hedefinin bölgedeki radikalizm ve terörün olduğu Şam, Tahran, Beyrut tarafından çok iyi bilinmektedir." ve Birleşmiş Milletler nezdindeki İsrail temsilcisinin, "Gazze uluslararası terörizme karşı açılan savaşın temel cephelerinden biridir." açıklaması da aslında bu operasyonun tek hedefinin Hamas olmadığını, söz konusu savaşın aslında çok daha büyük bir harekâtın ön cephesi niteliğinde olduğunu açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
Bu bakımdan operasyonun görünen amacı Avrupa ağırlıklı NATO gücünün bölgeye gelip Hamas'ın roket saldırılarının önüne geçerek İsrail'in güvenliğini sağlaması gibi görünse de asıl hedef Batı tarafından radikalizmin uç unsurları olarak nitelendirilen İran, Suriye, Hizbullah eksenine karşı uzun vadeli bir harekât gerçekleştirmek ve özellikle de nükleer enerji konusunda uluslararası toplumla işbirliği yapmayı reddeden Tahran'da bir rejim değişikliğine gidilmesini sağlamak olduğu görünmektedir.
Fosfor bombalarıyla yakılan insanlık
Operasyona başlarken Hamas'ın altyapısını ortadan kaldırmak, roket saldırılarına son vermek ve Mısır sınırındaki tünelleri imha etmek amacında olan İsrail'in, bu amaçlarını tam olarak gerçekleştirememesi bir yana Hamas'ın meydan okuyan açıklamalarını engelleyememiş dahası bölgede esir tutulan askeri Gilad Şalit'i kurtarmayı bile başaramamıştır. Aslında bütün bu hedeflerin ötesinde Kadima-İşçi Partisi koalisyonu tüm bu acımasız savaşla Hamas'ı bitirmenin yanı sıra 10 Şubat'ta yapılacak seçimi etkilemenin de hesabını yapmıştır. Nitekim Likud karşısında bu iki partinin ülke içindeki desteğinin beklenmedik bir biçimde artması, tüm bu kayıplardan kazançlı çıkanların sadece Ehud Barak ve Tzipi Livni olduğunu ortaya koymuştur. Yaşanan trajedi İsrail'in odağında şiddet bulunmayan politika geliştirmek hususunda ne kadar aciz olduğunu göstermiş bulunmaktadır.
Aslında İsrail en büyük kaybı Gazze dramının gerçek boyutlarının ortaya çıkmasıyla birlikte yaşayacaktır. Bu anlamda özellikle hukuksal süreç bakımından Olmert hükümetini ciddi sıkıntılar beklemektedir. Kurulduğu 1948'den beri uluslararası insan haklarına ilişkin belgelerin getirmiş olduğu, sivillerin korunması, sağlık ve eğitim tesislerinin vurulmaması, uluslararası sözleşmelerle yasaklanan Filistin halkını" kobay" konumuna sokan, gelecek nesilleri kanser hastası yapacak kadar etkili olan ağırlaştırılmış metal patlayıcı niteliğindeki DIME (dense inter metal explosive) bombası ve fosfor bombaları gibi imha silahlarını sivillerin üzerinde denemesi sonrasında artık İsrail siyasi, hukuksal ve insani anlamda sahip olduğu kredisini tüketmiştir. Bu bakımdan İsrail, 2006 savaşından orduyu daha güçlü bir savaş makinesine dönüştürme anlamında değil de insani ve hukuki anlamda yeni bir açılım oluşturmak konusunda ders almış olsaydı bugün mevcut durumun cephede kazandığı ama siyasi anlamda büyük kayıplar verdiği Gazze operasyonundan çok daha avantajlı bir konumda olacağı kesindir.
ZAMAN