Taha Kılınç/Yeni Şafak
Tarihin akışını anlamak
İsrail’in dünya çapındaki imajının ciddi ve onulmaz biçimde hasar gördüğünü vurgulamak, Siyonist işgale “büyük” devletler tarafından verilen resmî destek düşünüldüğünde, pek inandırıcı gelmeyebilir. Geçtiğimiz cumartesi bu köşede yayınlanan yazımın, bu açıdan bazı soru işaretleri doğurduğunu gözlemledim. Ortadaki manzaraya bazı kıymetli okurların baktığı yerden bakınca, onlar da kendi açılarından haklı görünebilir. Ancak hadiseleri daha gerçekçi bir pencereden görebilmek adına, bazı noktaları yeniden hatırlamak ve belli hususların altını çizmek istiyorum:
*İsrail’i ve Siyonist işgali anlatırken sürekli ve sadece Müslümanların dağınıklığı, perişan durumumuz, İslâm dünyasının parçalanmışlığı, üzerimize yağan bombalar, ölüler, yaralılar vb. vurgulandığında, birkaç şey birden oluyor: İşgal cephesi, bu anlatının keyfini çıkararak moralini yüksek tutuyor. Genç nesillerimizin yüreklerine kalın bir ye’s perdesi iniyor. İşgal cephesindeki derin çatlak ve uçurumları göremez hale geliyoruz. Dolayısıyla, ben projektörümü bize değil, onlara çevirmeyi tercih ediyorum. Filistin meselesini, Siyonistlerin çok boyutlu kayıpları ve zaafları üzerinden konuşmamız gerektiğinin altını çiziyorum.
*Siyonistler, bugünkü mevcut kazanımlarına bir günde, bir ayda, bir senede ulaşmadılar. Arkasında iki asırlık yoğun çabaların bulunduğu bir işgal projesinin hemencecik çözülüvereceği yanılgısına da düşmemek gerekiyor. Yüz yıl önce, şu anda İsrail’in elinin altındaki imkânların neredeyse hiçbiri yoktu; o halde, yüz yıl sonra her alanda kapsamlı bir gerileme ve çöküş yaşamayacaklarının garantisi yoktur. Hatta -tarihin akışına baktığımızda- söz konusu gerileme ve çöküşü yaşayacakları garantidir.
*Meseleye “ilahî hikmet” nazarından baktığımızda, zalimlere ve işgalcilere de tanınan bir mühletin olduğunu görürüz. Tarihî süreçler ve devirler, tıpkı bir terazinin kefesi gibi belli zaman dilimlerinde inip kalkarlar. Hayrın ve şerrin nöbeti, gece ve gündüz gibi birbirini takip eder. Herkes, sıra kendisine geldiğinde, kendi sınavını verir. Bu açıdan, zulmün ve haksızlığın hiç olmadığı, kimsenin burnunun bile kanamadığı, herkesin barış ve esenlik içinde yaşadığı bir dünya tasavvuru, renkli ama bomboş bir hayalden ibarettir.
*Müslümanlara “Bizi zalimler topluluğunun sınavına dönüştürme!” (Yûnus 85) duasının öğretilmiş olması, bu muazzam hakikatin temrini ve tefhimi içindir. Zalimler kendi sınavlarını verirken, o sınavın konusu da mazlumlar olmakta; zalim işlediği cürümle sınanırken, mazlum da sınavın nesnesine dönüşmektedir.
*Zalimlere ve işgalcilere tanınan ilahî bir mühlet olmakla birlikte, zulmün ortadan kalkması için gösterilecek gayretler, bu mühletin süresini kısaltabilir. Örneğin, Müslüman dünya, bugün Gazze meselesinde kendisinden beklenen ve umulan duruşu gösterebilseydi, böylesine büyük bir yıkım yaşanmayabilir, işgalin eli daha erken kırılabilir, Siyonistlerin hevesleri kursağında kalabilirdi. Ancak dünya tarihinin hiçbir döneminde, ilk dakikasında ve hızlıca durduruluveren bir zulüm ve işgal de yoktur.
*Hayatın dinamikleri üzerinde kafa yorarken yapılacak en büyük yanlışlardan biri, yaşananları anda dondurmak ve böyle geleceğe dair tutarlı tefekkürlerden kaçınmaktır. Yaşanan ağır travmalar, soykırımlar, katliamlar vb. insanoğlunu yaşadığı zaman dilimine hapseder, ki bu son derece doğaldır. Fakat tarihin akışı devam etmektedir. Bugünün yarını da vardır. İslâm dünyasının, bugün yapılan yanlışları tekrarlamayacak, bundan sonraki krizlerde daha dik duracak, kendisinden isteneni verebilecek, donanımlı ve dinamik kadrolara ihtiyacı bitmeyecektir. Bugünün yasını tutarken kantarın topuzunu kaçırmak, yarınları kurma azmini ve şevkini insanın elinden alır. Böylece travmalar yeni travmalara dönüşür; meskenet ve perişanlık, zorunlu istikamet ve kaçınılmaz talih haline gelir.
*Kriz dönemlerinde sükûneti sağlamak ve tutarlı bir fikrî çizgiyi korumak güç bir iştir, bu doğru.
Fakat tarihi bilen, ilahî hikmeti ve onun dünyaya koyduğu değişmez yasaları kavrayan Müslümanlardan beklenen şey, tüm bunlardan habersiz insanlara yaraşan yüzeysel ve tepkisel davranışlarından arınmaktır. Tarihin ve coğrafyanın Müslümanlara yüklediği misyon budur.