İsrail su kaçırmaya başladı

Ahmet Varol

Hatırlanacağı üzere Amerikan emperyalizmi İran’a yönelik tehditlerini epey zamandır sürdürüyor. Fakat son dönemde bu işi Siyonist işgal devletine devretti. İşin gerçeğinde bu devir işlemi İran’a saldırı projesini işgalci Siyonist devlete ihale etmesi değil tehdit programı vasıtasıyla prim yapma hakkını ona hibe etmesiydi.

Çünkü bu iki devletin her ikisi de uluslar arası stratejilerini saldırı ve tehdit üzere bina etmişlerdir. İşgalci Siyonist devletin, özellikle de onun başındaki Olmert hükümetinin son dönemde içine düştüğü sorunlar sebebiyle psikolojik savaş stratejisi yoluyla prim yapmaya ihtiyacı vardı.

Tehdit programının işgalci Siyonistlere devrinin hemen ardından yayınlanan tüm haber ve yorumlarda bu saldırının mutlaka gerçekleşeceği, başka bir ihtimalin bulunmadığı, sadece saldırının nasıl ve ne zaman olacağı konusunun müzakere edildiği intibaı verilmeye çalışılıyordu. Tabii kamuoyunu yönlendirmede başarılı oldukları inkâr edilemeyen birtakım medya organlarının verdiği intiba da birçoklarını “saldırı gerçekten olur mu?” sorusunu geçip “ne zaman olacak?” sorusuna dayalı bir beklentiye yöneltmişti.

Biz gazetemizde yayınlanan “İsrail, İran’a saldırabilir mi?” başlıklı yazımızda böyle bir saldırının mevcut şartlarda mümkün olmadığını dile getirmiştik. Bu belki birçoklarına göre çok iddialı konuşmaktı. Ama gelişmeler bizi doğruluyor.

Şunu özellikle vurgulamak istiyoruz ki Siyonist devletin söz konusu tehditleri tükeniş merhalesine girmiş olmanın verdiği sıkıntıdan kaynaklanan çırpınışlardır. Tabii tükeniş merhalesine girdiğini söylemek birkaç ay içinde yok olacağı iddiasında bulunmak değildir. Ama Filistin toprakları üzerindeki Siyonist işgal gayri meşrudur ve tutunamamıştır. Şu an varlığını sürdürmesi de ABD’nin yardım ve destekleriyle mümkün olmaktadır. Fakat “Büyük İsrail” idealini geleceğin realitesi olarak kabul ettirmeye çalışan uluslar arası Siyonizm var olan İsrail’in artık hem askeri, hem ekonomik, hem de demografik yönden küçülmekte olduğu gerçeğini kabullenmek zorunda kalmıştır. Psikolojik savaş stratejisine başvurmak da işte bu gerçeği değiştirme ataklarıdır.

Ama ortaya çıkan durum gösteriyor ki Siyonist devlet ve ona saldırı tehditleri yoluyla prim yapma programını hibe eden ABD, fiiliyata geçirilmesi mümkün görünmeyen tehditlere dayalı psikolojik savaş politikalarında bile erken su kaçırmaya başladı.

İran’ın yeni füze denemeleri ve askerî tatbikatları karşısında Amerikalı yetkililer bu ülkenin savaş gücünün hayal değil gerçek olduğunu itiraf etme ihtiyacı duydular. Aslında bu gerçeği önceden de biliyorlardı. Ama bugün “saldırırız” iddialarını pratiğe geçirme cesareti gösteremeyeceklerini yavaş yavaş belli etmeleri gerekiyor ve bunun için mazerete ihtiyaçları var.

Öte yandan Siyonist işgal devleti yetkilileri de Hizbullah’ın tehdit gücünü ciddiye almak zorunda olduklarını belli etmeye başladılar. Siyonist yönetimin Savaş Bakanı Ehud Barak, Hizbullah’ın elindeki füzelerin artık daha uzun mesafelere ulaşabileceğini hatta Dimona nükleer santralini bile vurabileceğini dile getirme ihtiyacı duydu. Aynı husus Haaretz adlı Siyonist gazetenin yazarlarından Yisrail Haril tarafından da dile getirildi.

Aslında Lübnan direnişi böyle bir imkâna sahip olsa bile bizim tahminimize göre işgal devletinin Dimona nükleer santralini vurmayı tercih etmez. Çünkü buranın imha edilmesi tüm bölgeye büyük zarar verecektir. Ama şu işe bakın ki Siyonist devlet kendi eliyle kurduğu nükleer tesislerden şimdi en çok kendisi korkuyor.

Adı geçen Siyonist yazar Hizbullah’ın 1701 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararını İsrail’in istediği gibi uygulamayarak füze tehdit gücünü daha da artırdığı iddiasında bulunuyor. Yani söz konusu karar gereği BM’nin Hizbullah’ın tehdit gücünü yok edip İsrail’e dokunmaması gerektiğini söylüyor. Zaten Siyonistlerin istediği her zaman taşların bağlanıp köpeklerin salınmasıdır.

Siyonist devletin elindeki saldırı gücü tüm bölge açısından tehdittir. Hizbullah’ın ve HAMAS’ın füzeleri ise sadece tüm bölgenin baş belası olan Siyonist işgal devletini tehdit etmektedir. Bir bölgedeki köylerin sürülerine saldıran ayı ile ona karşı tedbir alan bekçinin elindeki silahın durumu gibi. Hizbullah ve HAMAS’ın silah gücü ayının mağarasından dışarı çıkmasını, çıksa da çok fazla etrafa açılmasını engelliyor. O silahın imha edilmesi ise tüm bölgenin tehdit altına sokulması sonucunu doğuracaktır. Hizbullah ve HAMAS, insanlık adına orada bekçidir. İnsanlık da bekçisine sahip çıkmalı.

VAKİT