İsrail ile hukuk ve ahlak arasında bir mesele

Şahin Alpay

İsrail askerlerinin 31 Mayıs 2010'da Mavi Marmara gemisini basarak, biri Amerikan vatandaşı dokuz Türk'ü öldürmesi üzerine Ankara İsrail'den resmen özür dilemesini, öldürülen Türklerin ailelerine tazminat ödemesini ve Gazze ablukasına son verilmesini istemişti.

İsrail, bu talepleri reddetmiş, bunun üzerine ABD'nin önayak olması ve BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun'un görevlendirmesiyle dokuz ay önce kurulan ve başkanı Geoffrey Palmer'in adıyla anılan bir komisyon oluşturulmuştu.

Komisyon raporunun açıklanması, Türkiye-İsrail ilişkilerinin daha da kötüye gitmemesi için iki taraf arasında anlaşma sağlanması amacıyla, ABD yönetiminin talebiyle uzunca bir süredir ertelenmekteydi. Ne var ki, yapılan gizli görüşmeler sonuç vermedi ve özür dilemeye yanaşmayan İsrail, raporu New York Times gazetesine sızdırdı. Komisyonun Türk ve İsrailli üyeleri tarafından imzalanmayan, herhangi bir hukuki bağlayıcılığı olmadığı vurgulanan rapor, denge gözetmekten başka bir şey yapmıyor: Gazze ablukasının uluslararası hukuka aykırı olmadığını söylüyor, buna karşılık İsrailli askerlerin aşırı güç kullandığı sonucuna varıyor; İsrail'i "üzüntü" belirtip tazminat ödemeye çağırıyor.

Bunun üzerine Ankara, 7 Eylül'e kadar özür dilememesi ve tazminat ödeneceğini açıklamaması halinde İsrail'e şu yaptırımları uygulayacağını açıkladı: 1) Diplomatik ilişkilerin 2. kâtip düzeyine indirilmesi. 2) Askerî anlaşmaların askıya alınması. 3) Doğu Akdeniz'de seyrüsefer (gidiş geliş) serbestîsini güven altına almak için gerekli görülen önlemlerin alınması. 4) Gazze ablukasının Uluslararası Adalet Divanı'na götürülmesi. 5) Mavi Marmara saldırısının Türk ve yabancı tüm mağdurlarının hak arama girişimlerine destek verilmesi. Ankara'nın tepkisini Türkiye kamuoyunun ezici çoğunluğu gibi ben de destekliyorum. İsrail'in Filistinlileri işgal ve boyunduruk altında tutmaya devam etmesini; güvenliğini Filistinlilerle barış yapmak yerine şiddetle sağlamaya çalışmasını; militarist (silahla çözüm) politikalarını telin ediyorum. Ne yazık ki İsrail hükümetleri, bir yandan koalisyonlarla yönetilmeyi zorunlu kılan siyasi rejim nedeniyle, öte yandan başta ABD olmak üzere Batılı devletlerden gördüğü kayıtsız şartsız destek sayesinde, İsrail halkının da çıkarlarına aykırı politikalar izlemekte ısrar ediyor. İsrail halkını sokaklara döken protestolar, doğrudan değil ama dolaylı olarak bu militarist politikalarla ilgili. İsrail'deki hayat pahalılığı, izlenen militarist politikaların bedeli. İsrail halkı da er geç bunun bilincine varacak. Artık Batı ittifakının içinden birilerinin İsrail'e "dur" demesi zamanı da çoktan geldi.

İsrail'in militarist politikaları kendisi için belki en kıymetli müttefik olan Türkiye ile de arasının açılmasına yol açtı. Bu politikalar onu bölgede ve dünyada, hâlâ inatla görmezden geldiği, sonuçları çok tehlikeli olabilecek bir yalnızlığa sürüklüyor. Ankara'nın aracılığıyla Suriye ile barışın eşiğine gelmişken Gazze'de katliam yaptı. Döndü uluslararası sularda seyreden Mavi Marmara'ya saldırıp, Türkiye'nin silahsız yurttaşlarını öldürdü. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun sözlerine tamamen katılıyorum. "Bu bizimle İsrail arasında bir mesele değil. İsrail ile uluslararası hukuk, İsrail ile ahlak ve uluslararası toplum arasında bir mesele."

İsrail'in özür dilememesi halinde Ankara'nın uygulamaya koyacağı yaptırımlara gelince: Benim de birçokları gibi bunlardan sadece Doğu Akdeniz ile ilgili olan konusunda çekincelerim var. İlke olarak diplomasinin ötesine giden bütün yaptırımların karşısındayım. Evet, İsrail'in Doğu Akdeniz'de "astığı astık, kestiği kestik" davranmasına göz yumulamaz. Ama diyelim ki İsrail, Güney Kıbrıs ile Doğu Akdeniz'de petrol arayacak. Değerli emekli diplomatımız Temel İskit'e sordum: Uluslararası hukukta buna engel bir kural yok. Aksini düşünmek, Ankara'nın savunduğu seyrüsefer serbestîsi ile çelişkiye düşmek olur.

İnsan onuruna yakışmayan muameleler olmasın. Selam ve dua ile.

ZAMAN