İsrail en çok da halk iradesinden korkar

Serdar Demirel

İslâm dünyasının en büyük krizi, halk iradesinin gerçek anlamda iç ve dış siyasete yansımamasında yatar. Siyasetten ekonomiye, dinin toplumsal hayatta oynayacağı rolden eğitime kadar devlet ve halk arasında yaşanan tansiyonun özünde hep bu kriz vardır.

Yerel ve küresel karar verici seçkinler halk iradesinin belirleyici olmasını kendi çıkarlarına tehdit gördüklerinden bu iradeyi bastırmışlardır hep. Meşruiyetlerini halktan almayanların halkın iradesini temsil gibi bir dertleri de olmaz zaten.

Koca Ortadoğu’da halk iradesinin tecelli etmediği en temel meselelerden birisi de Filistin meselesidir. Haksızlığın, iki yüzlülüğün, nifakın, çifte standartın en ilkel çehresinin hâkim olduğu derin bir mesele...

Bu meseleyle biraz ilgilenmiş birisi “İsrail’le ilişkileri normalleştirme” gibi gâyet pozitif çağırışımları olan normalleşme kelimesinden hırsızlığın, zulmün ve işgalin meşru görülmesinin kastedildiğini iyi bilir.

Filistinlilere İsraille ilişkilerinizi normalleştirin dediler. Bölge ülkelerine de İsrail’i tanıyın; iktisadî, siyasî ve askerî ilişkilerinizi normalleştirin dediler. Normalleşme bir barış projesinin adı oldu. Peki, “ilişkilerin normalleşmesi” ne demekti?

Normalleşme dedikleri şey; Filistin halkının gasbedilmiş topraklarını İsrail’e hibe etmek, mültecilerin geri dönüş hakkından vazgeçmek ve yapılan bütün zulümlerin üzerine sünger çekmek demekti. Hem de Filistin halkına rağmen.

El Fetih hareketi ve kimi bölge ülkeleri “normalleşme” adımlarını bölge halkının iradesini çiğneyerek attılar. Oslo süreci bunu anlatır. Ancak başta Arafat olmak üzere bölge liderlerinin verdiği hiçbir taviz İsrail’i tatmin etmedi. Hep daha fazlasını istediler. İmkânsızı normalleşme adına talep ettiler. Sonunda Arafat’ın vereceği taviz kalmayınca ortadan kaldırdılar.

Genelde Müslümanların özelde de Filistin halkının bölünmesinden güç devşirdiler. Böl-yönet taktiğinin gereği Filistinliler arasına sürekli fitne tohumları ektiler.

Geçen hafta İslâmî Direniş Hareketi (Hamas) ile El Fetih hareketi arasında Mısır’ın gözcülüğünde Kahire’de bu bölünmüşlüğe son vermek üzere barış anlaşması yapıldı. Başta Filistin halkı olmak üzere bütün bölge halklarının görmek istediği bu anlaşma doğal olarak İsrail’i öfkelendirdi. Nasıl oldu da El Fetih kendilerine rağmen bunu yapmıştı?

El Cezire televizyonu El Fetih hareketinin siyonist rejimle ihanet ilişkisini belgeleriyle yayımlamasından sonra halk desteğini önemli ölçüde kaybetmişti. Ortadoğu’da halk ayaklanmalarının meydana getirdiği tsunami dalgası da halk iradesini kerhen dikkate almaya zorladı. Özellikle de Mısır’da yönetimin değişmesi El Fetih’e başka seçenek bırakmadı. Bu da Hamas’la uzlaşmayı getirdi.

Kudüs, Mescid-i Aksâ, mülteciler, sınırlar ve güvenlik konularında “ihanet” olarak nitelendirilecek çapta İsrail’e taviz veren Mahmut Abbas ve ekibi şimdi durumu kurtarmaya çalışıyor.

Doğal olarak da bu anlaşma İsrailli yöneticileri ayağa kaldırdı. Benjamin Netanyahu, Ramallah yönetiminin barış konusunda işgal yönetimiyle Hamas arasında bir tercih yapması gerektiğini söyledi. İşgal devletinin önde gelen siyasileri; ‘Ya bizimlesin ya da düşmanla!’ dediler.

İsrail panik içinde. Bölge halklarının iradesi siyasete yansıdıkça daha fazla yalnızlaşacak, bunu iyi biliyor. Ortadoğu’da kontrol ettiği devletleri ve siyasi yapıları bir bir kaybediyor, kaybedecek. Bundan dolayı da, halk iradesinin yönetime yansımasının kendisi ve dostları için ne kadar tehlikeli olduğunu haykırıyor.

Siyonist rejim son gelişmelerden sonra bütün Ortadoğu halklarının iradesini gayri meşru gösterme gibi imkânsız bir hedefin peşine düştü. Halk iradesinin nelere muktedir olduğunu hep beraber göreceğiz.

YENİ AKİT