İsrail 60. yılını, Filistinliler Nakbayı anıyor

Şahin Alpay

"Başka bir ulusu boyunduruğu altında tutan bir ulus özgür olamaz." Karl Marx'a atfedilen (ama Friedrich Engels'e ait olan) bu söz, 60. kuruluş yılını kutlayan İsrail'in durumunu çok iyi açıklıyor.

İsrail devletinin kuruluşu, hiç şüphesiz, Yahudilerin tarih boyunca dünyanın hemen her yerinde maruz kaldıkları önyargıların, ayrımcılığın, baskı ve zulmün, ama en çok Nazi Almanyası boyunduruğu altındaki Avrupa'da uğradıkları soykırımın ürünüdür. İsrail'in 15 Mayıs 1948'de kuruluşuyla Yahudiler, kutsal saydıkları topraklarda, baskı ve zulme maruz kaldıklarında sığınacakları, uluslararası topluluk tarafından tanınan bir yurda kavuştular. İsrail gerçeğinin bir yüzü, kuşku yok ki, budur.

Ne yazık ki bugün İsrail gerçeğinin öteki yüzü ağır basıyor. İsrail kuruluş yıldönümünü kutlarken, Filistinliler 60 yıl önce başlarına gelen felaketi, "Nakba"yı anıyor. Zira İsrail, yüzbinlerce Filistinlinin yurtlarından kovulmasıyla kuruldu. İsrail 1948'de yüzbinlerce Filistinli'yi yurtlarından kovmakla kalmadı; 1967'de Filistin topraklarının tümünü işgal ederek, Filistinlilerin tümünü boyunduruğu altına aldı. 1993 yılında imzalanan Oslo Anlaşması'yla Filistinliler, İsrail'den 1967 sınırlarıyla ayrılan (yani Batı Yakası ve Gazze'den oluşan, başkenti Doğu Kudüs olan) bağımsız bir Filistin devletinin tanınması karşılığında, Filistin topraklarının yüzde 78'i üzerinde İsrail'in egemenliğini kabul ettiler. Aradan geçen 15 yılda İsrail bu anlaşmayı uygulamaya yanaşmadığı gibi Batı Yakası'ndaki Yahudi yerleşimleri yayılmaya devam etti. 2001'de başbakan olan Ariel Şaron, Oslo Anlaşması'nı tamamen rafa kaldırdı. Filistin Otoritesi'nin bunu başarmasının mümkün olmadığını bildiği için, terörizm sona ermedikçe, işgale şiddetle direniş sona ermedikçe nihai çözüm için görüşmeyi reddetti.

Oxford Üniversitesi uluslararası ilişkiler profesörü Avi Shlaim'ın ifadesiyle, Şaron'un gerçek amacı Filistinlileri "siyasi kırım"a uğratmak, yani bağımsız bir Filistin devletine asla izin vermemekti (Bkz. Open Democracy, 8 Mayıs). Şaron ve sonradan yerine geçen yardımcısı Ehud Olmert, zamanın ve demografinin İsrail'in aleyhine işlediğini farkederek, bir yandan Uluslararası Adalet Divanı ve BM Genel Kurulu tarafından "hukuk dışı" ilan edilen "güvenlik duvarı"nı inşa ederek, öte yandan Gazze'den çekilerek Batı Yakası'nın bir bölümünü daha gaspetmek yolunu tuttular. Kendisine kayıtsız şartsız destek veren Bush yönetimindeki ABD'yi arkasına alan İsrail, çeşitli taktikler ve bahanelerle bugüne kadar bütün barış çabalarını sonuçsuz bırakmayı başardı.

İsrail, Filistinlilerin birbirlerine düşmelerini de sağladı. Yaklaşık bir yıldır, Batı Yakası FKÖ'nün, Gazze Hamas'ın denetiminde ve iki taraf arasında çatışmalar tükenmek bilmiyor. İsrail ablukası altındaki Gazze'de su, gıda ve ilaç sıkıntısı endişe verici boyutlara ulaşmış durumda. Gelen son haberlere göre, her ay doğan bin çocuktan 28'i beslenme yetersizliği ve çeşitli hastalıklar nedeniyle ölüyor. Dünya Bankası'na göre, Gazze'de halkın yüzde 67'si yoksulluk sınırı altında yaşıyor. BM'e göre anemiden (kansızlık) muzdarip olanların oranı 2002'de % 19 iken, bugün bu oran % 77'ye tırmanmış durumda. (Bkz. Inter Press Service, 14 Mayıs.) İsrail Gazze'ye bir insanlık dramı yaşatıyor.

Şurası muhakkak ki, Washington'daki yönetim (yalnız ABD'nin değil İsrail'in de ulusal çıkarlarının aleyhinde çalışan) İsrail lobisinin ve destekçisi Hıristiyan Siyonist lobinin etkisinden kurtulmadıkça, İsrail Filistinlilerle barış yapmaya yanaşmayacak. Peki, ABD'de yıl sonunda seçilecek yeni başkan, İsrail'e kayıtsız şartsız destek politikasını değiştirebilir mi? Ne yazık ki umut verici bir işaret görünmüyor.

Zaman gazetesi