Fiziki iklim şartları kadar toplumsal ve siyasal iklim şartları da alarm veriyor, hem küresel hem de bölgesel düzeyde. İnsanoğlu yapıp ettiği aşırılıklarla tabiatı tahrip etmenin, ekini ve nesli fesada uğratacak hırslarla hareket etmenin bedelini henüz tam manasıyla ödemeye başlamadı. Ancak gidişat yarınlarda karşılaşılacak büyük felaketlerin habercisi mahiyetinde işaretlerle dolu. Ekvator kuşağının hızla genişlediği, buzulların erimesine ve deniz seviyesinin yükselmesine zemin hazırlayan tropikal iklimin en başta sellere, kıyı erozyonuna, tatlı su kaynakları ve orman alanlarının azalmasına sebep olduğu biliniyor. İklimlerin normal değişim seyrinden çıkıp anormal bir sürece girmesinde gözünü yüksek kazanç hırsı bürümüş kapitalist devletler ve şirketler başat rol oynamaktalar elbette.
Bilindiği üzere israf kavramı Kur’an-ı Kerim’de bizim gündelik hayatımızda kullandığımızdan daha geniş ve daha etkin bir kavram, bir sapma ve tuğyan hali olarak tanımlanmaktadır. Dünya nimetlerinden istifade ederken aşırıya gitmeyi, ölçüyü kaçırmayı, lüzumsuz harcamayı da içermekle beraber israf asıl olarak insanın bütün fiillerinde sınırı aşmasıdır.
İsraf, Kur’an-ı Kerim’de her türlü aşırılık için kullanılırken şiddetle yerilir ve kesinlikle reddedilir. Bu bağlamda en büyük ve en yıkıcı israf insanın Allah’ın koyduğu sınırları aşmasıdır. İşte tam da bu sebeple hem Firavun (Yunus, 83) hem Hz. Yusuf’un risaletinden şüphe eden İsrailoğulları (Mü’min, 34) hem de Hz. Lut’un ahlaksızlığı ve cinsel sapkınlığı yaymaya çalışan kavmi (Araf, 81) de israf eden/müsrif olarak tanımlanmıştır.
Allah Müsrifleri Sevmez, Peki Siz …?
Modern toplumda israf bir güç gösterisi, bir zenginlik teşhiri hatta güçlü ve muteber iktidarların göstergesi şeklinde tezahür ediyor. Harcayarak gücünü tescilleyen, harcayarak görünür veya görünmez muhataplarını ezen bir ruh hali salgın bir hastalık gibi her yerde vücud buluyor. Toplum bir taraftan yoksulluk, işsizlik, hayat pahalılığı içinde çırpınırken diğer taraftan Lale Devri’ni aratmayan, Semra Hanım’ın Papatyaları’nı andıran görüntülerin sosyal medya üzerinden dolaşıma sokulmasına karşı öfke biriktiriyor.
Şükürsüz bir toplum olduğumuz, kanaat ve tevekkül etmeyi unuttuğumuz elbette doğrudur. Ne var ki sorun bundan ibaret değildir. Diğer taraftan muhafazakâr çevreleri ve dini değerleri ne kadar temsil ettiği şüpheli olsa da bazı sembol ve söylemleriyle bu camiaların içerisinde yer tutan kişilerin sergilediği davranışlar yüz kızartacak kadar süfli heveslere, insanın başını yere eğdirecek denli çirkin arzulara kilitlenmiş adeta.
Toplum aşırı düzeyde politize olunca ölçüsüz saldırılar ve ölçüsüz savunmalar yarışa kalkıyor. Karşı cephenin kötü sicili, günahları ve gelecekte daha kötü işler yapma ihtimali üzerine abanmaktan kendi içinde yaşadığı çürümeyi hatta kokuşmayı bile fark edemiyor. İktidar mücadelesine odaklanmak ahlak, sosyal adalet ve hukuk sahasında yaşanan aşınmayı, aşırılaşmayı, karşıtına dönüşmeyi görünmez veya önemsiz kılabiliyor. Ahlaki ve hukuki değerler dünyasını ayakta tutmanın getireceği zorluklara katlanmak istemeyenler elbette iktidarı kaybetmemenin en kolay ve kestirme yolu olarak karşı tarafı yıpratma, itibarsızlaştırma yöntemine sarılıyorlar.
Peki, kendi günahlarına ayna tutup tevbe etmeden başkasının günahlarını teşhir edip kınayarak alınacak yoldan hayır gelir mi? Sadece bürokrasi ve ticari hayat değil akademiden medya ve cemaatlere kadar hemen herkesin iktidar ilişkilerine göre konumlandığı, cephe mantığını mutlak yol haritası kabul edildiği bir iklimde istenilen her şey kolaylıkla meşrulaştırılabilir, istenmeyen her şey de rahatlıkla şeytanlaştırılabilir. Uzun bir zamandır soluduğumuz mevsim tam da heva ve heveslere, kısa vadeli menfaatlere göre işleyen bir mevsim. Ölçüsü adalet ve merhamet olmayan, haram ve helal ölçülerine göre değil kişiye ve çevreye göre rota belirleyen çarpık bir mevsim.
Yaralı Bilinç ve Çarpık Ahlak
Yalan söylemeyi, riyakârlık yapmayı reel siyasetin ve ticaretin zaruri bir parçası sayıp içselleştirenlerin diğer günahlara bulaşmamak için önünde hiçbir engel yok ki. “Bir lokma bir hırka” edebiyatı yapıp “sadece Allah’ın önünde boyun eğeriz” diye meydan okuyup malı-mülkü yığdıkça yığanların, israf ve gösterişin zirvelerini zorlayanlara kim dur diyecek? Olabildiğince açgözlü ve şapşal bir sosyal medya fenomeninin organize edip sergilediği rezilliklerin ne kadar çok müşteri topladığına bakıp muhafazakâr-demokrat siyasetin gidişatına dair tahminlerde bulunabiliriz.
Görgüsüz ve sonradan görme ruh haliyle ne kadar basit, ne derece zavallı ve kendi mahallesinde bile az çok sahip olduğu sempatiyi bile nefrete tebdil etmiş davranış tarzını kınayalım elbette. Ancak “kocamdan çok kazanıyorum, vergimi de veriyorum” beyanlarıyla neredeyse “ işini ve kazancını kutsal” ilan eden sığlığın bu iktidar ilişkileri döneminde üremiş ciddi ve kronik bir hastalık olduğunu da iyice belleyelim.
Hz. Muhammed Mustafa (a.s.)’ın ahiretteki cezası hususunda uyararak riyayı/riyakârlığı “küçük şirktir” şeklinde tanımladığını unutmayalım. Açık ve yüksek sesle rüşvete, iltimasa, usulsüzlüğe, yalan ve iftiraya karşı güçlü bir mücadele verme azmini kaybetmiş insanların gelip dayanacağı yer resmi ideoloji putunu, söylem ve sembolleriyle Kemalizmi hortlatmaktan başkası değildir. Unutmayalım ki; bir salih amelin diğer salih amelleri celbetmesi gibi bir ifsad, bir zulüm ve bir günah da benzeri ifsad, zulüm ve günahları teşvik ediyor.
Klişeleşmiş üç beş söylem, bağlamından koparılan birkaç sembolle İslami değerler dünyası da Müslüman toplum da inşa edilemez. Aklın, adalet ve merhamet duygularının konjonktürel ilişkilere göre dizayn edilemeyeceğini aşikardır. Sosyal medya fenomenleri içine düştüğümüz sapma ve şaşkınlığın bir göstergesi olmakla beraber asıl problem alanı ilmi, siyasi ve ticari alanlarda yaygınlaşan kötü örneklerdir. İsraf, kibir ve riyanın egemen iklim olmasını besleyen asıl kaynak iktidar ilişkilerinden neşet ediyor çünkü. Büyük bir ahlak üzere yaşamak ve muhakkak adaletle hükmetmekle emrolunduk. Bunları unutarak, erteleyerek iktidar olmanın bir kıymeti harbiyesi yoktur.
Yeni Akit