Aydın Ünal / Yeni Şafak
Uluslararası Filistin Barış Gücü: Neden olmasın?
Gazze’de 119 gündür devam eden soykırım artık bir dönüm noktasına yaklaştı. İsrail ya “tamam” deyip hezimeti kabul edecek ya da “devam” diyerek kendisiyle birlikte dünyayı da ateşe atacak.
Soykırımın ilk günlerinde İsrail’e verilen sınırsız desteğin artık zayıflamaya başladığını görüyoruz. ABD ve İngiltere’den dahi sert uyarılar geliyor. Batı sokaklarında Filistin lehine daha kalabalık protestolar yapılıyor. Hükümetler daha temkinli. Küresel ölçekteki boykot devasa şirketleri zorluyor. Siyonizme yönelik farkındalık ve tepki yaygınlaşıyor. Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım davasının açılması ve İsrail’in itirazının reddedilmesi çok önemli bir gelişme. Bunların yanında İsrail’in verdiği kayıplar ve içerden yükselen itirazlar da İsrail’i bir karar vermeye zorluyor.
İsrail “tamam” diyebilir: Hamas karşısında istediğini alamamış, çok kayıp vermiş, uluslararası imajı yerle bir olmuş, yenilmiş şekilde Gazze’den çekilebilir.
Ancak ikinci bir senaryo, yani “devam” senaryosu da mümkün. İsrail, “Tanrı’yı kıyamete zorlama” ideali uğruna tüm bölgeyi ateşe atacak adımlar atabilir. Daha şimdiden bölgede İran, Lübnan, Ürdün, Suriye ve Yemen’i içine alan bir ateş çemberi oluştu. PKK’nın üs bölgelerimize saldırılarını, Fatih Camii imamına, Kiliseye, önceki gün de Diyarbakırlı Ramazan Hoca’ya yönelik alçakça saldırıyı İsrail’in Türkiye üzerindeki operasyonları, Türkiye’yi de bu ateş çemberine çekme girişimleri olarak okumak mümkün.
İsrail’in kan akıtmaya ve devlet terörüyle bölge ülkelerini karıştırmaya yönelik çabaları devam edecek olursa, bunun karşısında bir direniş hattının kurulması kaçınılmaz görünüyor. İslam dünyasında İsrail karşıtı bir ittifak dün belki hayaldi ama bugün artık zorunluluk ve gayet de mümkün. Neden bir “Uluslararası Filistin Barış Gücü” kurulmasın ki? Ortak bir tehdide karşı, tüm diğer hesaplar bir kenara bırakılarak, neden ortak hareket edilmesin ki?
“Barış” gayesiyle oluşturulacak bir uluslararası güç kısa zamanda büyüyecek, İslam ülkelerinin en suskun, en korkak ve çekimserlerini dahi içine alarak caydırıcı bir ittifaka dönüşecektir.
Kudüs bazıları için elverişli bir slogandan öte anlam taşımayabilir ama mesele Kudüs’ü çoktan aştı, Mekke ve Medine’yi kuşattı, konforlu evlerimize doğru hızla yaklaşıyor. “Öleceksek adam gibi ölelim” demenin ve gereğini yapmanın tam zamanı değil mi?
BİR GARİP ÖLDÜ DİYELER…
Diyarbakırlı Ramazan Hoca’yı kısa videolarından tanıyordum. Ayet söylüyor, Hadis söylüyor, Yunus Emre’den şiirler okuyordu. Sözlerinin muhtevası bir yana; diliyle, üslubuyla, cezbeli hal ve tavırlarıyla, edep timsali duruşuyla samimi bir Müslüman, bir gönül insanı görüntüsü veriyor, gönüllerimizi ferahlatıyordu.
Kim bilir, bu kadar çürümüşlüğe, kokuşmuşluğa, çözülmeye rağmen gök üzerimize çökmüyorsa, belki de Ramazan Hoca gibi gönül erleri sayesindeydi.
Ama biz, diğer birçokları gibi, Ramazan Hoca’yı da koruyamadık.
Mekanı Cennet olsun inşallah. Allah rahmet eylesin.
Görünen o ki, Ramazan Hoca’dan ziyade artık bizim rahmete, merhamete ihtiyacımız var. Toplumu ayakta tutan direkleri koruyamadığımız, onların kıymetini bilemediğimiz için çatı da zemin de çatırdıyor. Sütunlar tek tek devrilirken yapı zayıflıyor, meydan şarlatanlara kalıyor.
Üst üste gelen, münferit ya da birbirinden bağımsız gibi görünen bu saldırılar inşallah sadece beni kaygılandırmıyordur.