“Hem özgürlük hem üniter devlet: Dayatmaları reddediyoruz. Özgürlüklerimizden de üniter devletten de taviz vermeyeceğiz! Kürtlerin ırklarından dolayı ayrımcılığa ve baskıya maruz kalmadan yaşamlarını sürdürme hakkını savunuyoruz. Bununla beraber, bu sorunun tek başına ve hukuku zorlayan yöntemlerle gündeme getirilmesinin, ülkemizde giderek yükselmekte olan bölünme eğilimini ve kutuplaşmayı pekiştirmesinden kaygı duyuyoruz.”
AKP’nin Kürt açılımına dair önemli bir yasa değişikliği girişiminde bulunduğu günlerde kendini demokrat olarak tanımlayan solcu aydınların böyle bir bildiri yayımladığını hayal edin. Sizce soldan nasıl bir tepki alırlardı? Muhtemelen büyük bir infialle karşılaşırlardı ve AKP’nin farzettiğimiz yasayı çıkaramaması durumunda da bu bildiri siyaseten bir yüz karası muamelesi görürdü, değil mi?
Şimdi yukarıdaki cümlelerde Kürtleri başörtülülerle, bölünme eğilimini muhafazakârlıkla, üniter devleti de laiklikle değiştirin. Karşınızda 2008 yılında üniversitelerde kalkması ihtimali doğan başörtüsü yasakları zamanında solcu aydınlarımızın yayımladığı bildiri. Üniversitelerdeki başörtüsü yasağı gibi bariz bir hak ihlali söz konusu olduğunda “hukukun zorlanmasından” tutun da muhafazakârlaşma tehdidine kadar saymadığını bırakmayan ve başörtülü kadınların eğitim hakkına kavuşması için toplumun başka her tür sorununun halledilmesini önşart olarak koşmaktan utanmayacak kadar kibir kokan bir bildiri.
Hükümet Kürt meselesine eğildiğinde veya 301. madde hakkında değişiklik yaptığında ya da başka herhangi müspet bir adımda, başörtülü kadınlar bu aydınlarımızın aklının ucundan dahi geçmedi. Ancak ne hikmetse Türkiye’de sıra başörtülü kadınların haklarına gelince konan tüm ‘şerhler’ demokratlığın, solculuğun, ilericiliğin bir göstergesi gibi okunabiliyor. İslâmofobi teşhisi için ideal durum bu değilse nedir, ben bilmiyorum.
Bence bir kişiyi veya tavrı siyasal açıdan ‘fobik’ ilan etmek için o meseleye dair akıl dışı bir korkusunun olması, bu korku dahilinde tutarsızca ve vicdansızca davranması gerek. Yoksa başörtülü bir kadın olarak, isteyen herkesin, başörtüsünün ‘kötü bir şey’ olduğunu iddia etme hakkını savunurum. Hatta başörtüsünün kapitalizmin metalaştırarak çalışan ‘içleme’ mekanizmasına karşı bir direniş ortaya koyduğu, Alain Badiou ve Slavoj Žižek gibi solcu düşünürler tarafından bile ilan edilmişken, kendisine iddiasını temellendirmek noktasında bol şans bile dilerim. Ancak bu, demokrat ve solcu olduğunu iddia eden birinin başörtüsü yasağının üniversitelerde kaldırılması gibi minimum bir hakkın elde edilmesi söz konusuyken korkuları yüzünden devlet destekli bir yasağın arkasına saklanmasına ve o yasağın devam etmesini sağlamasına vesile oluyorsa; işte orası aklın ve vicdanın sona erdiği, işin içine İslâmofobinin karıştığı noktadır.
Nasıl ki homofobik biri eşcinsellere uygulanan polis şiddetine karşı net bir duruş sergilemeyip sıklıkla “din, elden gidiyor” argümanına sığınıp vicdansızlığını temellendiriyorsa; İslâmofobik birisi de yukarıda örneğini gördüğümüz gibi başörtülü kadınların uğradığı hak ihlaline karşı net bir duruş sergilemeyip “laiklik, elden gidiyor” argümanına sığınabiliyor. Sol için acıklı bir durum gerçekten... Zaten o dönem biraz da bu bildiri yüzünden Sol’un vicdanına güveni sarsılan üç başörtülü kadın “Henüz Özgür Olmadık” deme ihtiyacı duymuştu.
“Üçüncü yol”culuk sadece solcuların bir zaafı değil elbet. Örneğin, başörtüsüne gelince, 301. Madde’den işçilere her kesimin sorununu gündeme getirip yola taş koyanlar gibi, Kürt açılımının yeni yeni konuşulmaya başlandığı günlerde de Müslümanların takdir ettiği yazarlardan Ahmet Taşgetiren bir yazı kaleme alıp “Başörtülü Kürt kızı Rojda” dediği muhayyel bir karakter üzerinden başörtüsü yasağını gündeme getirmişti. Solcu üçüncü yolculardan müteessir olduğum kadar bu yazıdan da müteessir olduğum için “Başörtülü Kürt Kızı Rojda hakkında” başlıklı bir yazı yazdım ve “Başörtülü Türk kızı Hilâl” olarak kendisine itiraz ettim. Sanırım “kendi mahalle”me yaranmak derdim olsaydı mevzubahis yazıyı pek dert etmezdim, değil mi? O yüzden İslâmofobi bahsinde gündeme getirdiğim argümanları tutarlı ve inandırıcı bir şekilde cevaplamak isteyenlerin “yandaşlık” ve “kendi mahallesine yaranmak” gibi karşısındakini “bir çırpıda damgalamanın huzuru”nu yaşatan ‘argüman’lardan daha fazlasını yapması gerek.
TARAF