Tarihsel Arka Plan
İnsanlık Tarihinde birçok Siyaset Adamı, Devlet Adamı, Bilim Adamı, Filozof, Asker, Sanatçı, İktisatçı ve Entelektüel gelip geçmiştir. Ama hiç birisi Resuller, Nebiler kadar toplumların bütün katmanlarını derinden etkilememiş ve köklü değişimlere neden olamamışlardır.
Birçok Bilim, Tarih, Edebiyat ya da Akademik Kitaplar yazılmış. Ama hiç birisi İlahi Kitaplar kadar toplumların her katmanları tarafından sahiplenmemiş, onlar kadar okunup uzun süreli ve köklü etkilere sahip olmamıştır.
Yine İnsanlık Tarihindeki bütün Medeniyetler, Kültürler bu Resullerin, İlahi Kitapların ya da onların kalıntılarının, etkileri altında oluşmuştur.
Antik Mısır, Hint gibi Medeniyetlerinin birçoğunda, Allah’ın Elçisi İdris’in Hikmet Öğretisi vardır. Çin Medeniyetinde de, bunun insan fıtratı ile buluştukları ahlaki ilkeler bulunur. Biz Müslümanlar Bütün toplumlara öyle ya da böyle Nebilerin geldiğine, onların mesajlarının ulaştığına ve etkilediğine inanırız. Bunlar; Varlık, Yaratılış ve Yeryüzü Sorumluluğumuzun gereğidir.
Bu gün Batı Medeniyetinin kaynakları olarak görülen üç ana eğilim vardır:
Birincisi olan sanat, kültür ve düşünce kökleri olarak Helen Medeniyeti; Mezopotamya Hikmet Öğretisinin daha doğrusu İlahi mesaj kalıntılarının etkisi altında gerçekleşmiştir. Yunan Şehirlerinde gelişen bu medeniyet Hikmet öğretisinin Aydınlığı (Adalet anlayışı) ile eski Aryan Paganlarının Karanlığı (Zulümatı) arasında bir çatışma/diyalektik altında oluşur.
Helen Medeniyetinin ardından yükselen ve Batı Medeniyetini İkinci kaynağı olan Roma; Avrupa Paganizminin Helen Medeniyetine hâkimiyeti ile oluşmuş, Tiranlık esaslı merkeziyetçi Emperyal ve askeri bir Medeniyettir.
Devlet ve Hukuk temellerini Roma Medeniyeti üzerine yükselten Batı Emperyalist yapısının Üçüncü kaynağı ise İlahi kökenli Hıristiyanlıktır ve O’nun vicdani ve ahlaki köklerini oluşturur.
Batı Aydınlanması, manevi dinamikleri olan Hıristiyan ahlakının; Reform döneminde, özenle sakladığı İslam kaynaklarından/biliminden ve özenle vurguladığı, Helen Felsefe ve Sanat anlayışını üzerinden oluşur. Ne yazık ki, Batı Karanlığı; kökenleri olan Paganlığın ve Roma’nın baskın kuvveti üzerinden şekillenecek ve Modern sömürgeciliği doğuracaktır.
Toplumsal katmanların derinlemesine etkilediği bu İlahi kökenlerle doğrudan mücadele edemeyecek Batı Karanlığı, bu manevi değerleri kontrol altına alacak, pasifleştirecek bir ehlileştirme yöntemine başvurur. Yine biz Müslümanların inanç temellerinde İblis’in Doğru Yol’un üzerinde oturup insanları saptırması olarak adlandırdığımız bu süreç, bütün toplumların/Ümmetlerin yaşadığı bir gerçekliktir. Bütün vahyi temellerin İslam (Ademiyet ve İbrahimi gelenek) olduğu gerçeğinden hareketle buna sahte İslamizasyon Politikaları diyebiliriz.
Allah Elçileri, mücadeleleri boyunca Cahili, Putperest yapılarla savaşımlarında bunları köklerine kadar yok eden bir savaşım içerisinde olmuşlardır. Buna karşılık Eski Vahiylerin kalıntıları, etkileri ve Örfi diyebileceğimiz bunların fıtratla birleşmiş çeşitli kombinasyonlarında ise Islah, düzeltme ve aslına döndürme mücadelesi yürütmüş ve bunları kendilerine daha yakın bulup Aramızda Ortak Söz olarak adlandıran köklere işaret etmişlerdir.
Günümüz Panaroması
Günümüz Batı toplumlarının, Pagan ve Roma geleneğine bağlı bütün sömürgeleştirme, katliam ve ahlaksızlıklarına karşı, Fıtri ve Hıristiyanlığa bağlı öğretileri, genel bir eğilim olarak bu olumsuzlukları hafifletici manevi dinamikler olmuştur. Hıristiyanlık öğretisinin vahyi temelleri katı Vandalizmden, Materyalist/Pagan Roma Devlet yapısının yansımaları olan Faşizm, Kapitalizm ve totaliter Sosyalizm’den çok daha insancıldır. Her ne kadar Batı Kültürü bu değerleri geniş toplumsal katmanları bir uyuşturma aracı olarak ve Dünya’nın diğer kültürlerine karşı misyoner çözücü öncüller olarak kullansa bile vahşetin, sömürgeciliğin, katliamların ve tahakkümün ana sebebi bu değerler değildir.
Nitekim günümüzde birçok İslami yapılanma; Emperyalizm karşıtlığını, Hristiyanlık karşıtlığından, Siyonizm karşıtlığını Yahudilik karşıtlığından, Batı’nın kültürel sapkınlığını, yine Batı’daki fıtri/İnsancıl yaklaşımlardan ayırarak makul ve mutedil Nebevi yaklaşıma ulaşmıştır.
Son ve temel kaynağı korunmuş bir Din olarak İslam’ın da günümüzde geniş toplumsal katmanlar tarafından güçlü bir şekilde sahiplenildiğini, Ahlakı ve Değer Yargılarını oluşturan temel etmen olduğunu rahatlıkla görebiliriz. İnsanlık Tarihinin doğal Aydınlık-Karanlık çatışmasında bu öz değerlerin Atalar Dinine, içi boşaltılmaya çalışılan Gelenekselliğe ve Zalim İktidarların kendilerini meşrulaştırma kanalı olarak kullanmasına karşılık geniş toplumsal katmanlar arasındaki etkisi olumlu, fıtrata dayalı ve zulümleri azaltıcı boyutta olmuştur. Ve İslam dünyası bağlamından uzaklaştırılmış, gelenekselleşmiş ve taklide dayalı da olsa öz kaynağı korunmuş bir İslam’a aidiyet duymaktadır. Bu uyanma potansiyeli içeren güçlü bir iç dinamiktir.
Diğer yandan İslam’ın bu dinamiği, özellikle Kültür Emperyalizmi bağlamında en kuvvetli direniş kültürü olarak, diğer kültürlerden daha şiddetli direnişi göstermiştir. Günümüzde Batı Emperyalizmine karşı tek direniş ekseni olarak İslam Dünyasının kalmasının da temeli, bu dinamizm potansiyeli ve öz kaynağın güçlülüğü ve temellerinin sağlam kalmışlığıdır. Ve tarihi boyunca Emperyalizmin işgal, sömürü ve siyasal hâkimiyetine karşı da etkin direnişler bu çerçevede süreklilik kazanmış, Batı kökenli ideolojilerin parlayıp sönen İllüzyonlarına karşılık daha kalıcı ve köklü olmuştur.
Sahte İslamizasyon İle De-İslamizasyon Arasında
Emperyalizm şeklinde global karakter kazanan, tahakküme karşı çıkan, direnen hareketler sağlıklı olduklarında; öz kültürleri ıslah ve İhya etmekle birlikte bir Toplumsal mücadele yürütürler. Kendileri de tahakküm duygusu taşıyan, ahlak ve örfi değerleri sağlıksız yapılanmalar ise bu Emperyalist karşıtı hareketlerde Islah ve İhya’yı küçümseyen, değerlendirmesi yapılmayan kör inançlar etrafında ideolojik katılıkla öz değerlere karşı da düşmanlık yaparlar.
İslamizasyon Politikaları altında iktidarların tahakküm yapılanmalarına, Tiranlıklarına ve Emperyalist hedeflerine karşı Din’i değerlerin ehlileştirilmesi, uyuşturulması ve kendi meşruiyetlerine paravan kılınması çalışmalarını rahatlıkla gözleyebiliriz. Ama onlar çok iyi biliyorlar ki; kontrol edemedikleri durumlarda kendi iktidarları için de en güçlü dinamizm de bu değerlerdir. Günümüz mücadele sahasında Ümmet bilincinin yeniden diriltilmesi çalışmalarına karşılık; köksüz radikalizm artıkları, İttihatçı karakterli kurusıkı devrimci marjinallerin yanında, daha geniş kitlesellik gösteren tepkiselci ve eklektik Kürt Milliyetçiliği ve İslam’ın temel öz değerleri yerine mezhebi değerleri koyan katı tarafgir yapılanmalar, doğrudan Ümmet kelimesinin itibarsızlaştırılması çalışması yapmaktadırlar. Katı argümanlarla (içeriği ve bağlamından kopartılmış delil göstermelerle) Ümmet kelimesinin, tahakküm kâr iktidarlar tarafından kullanıldığı gerçeğine, bunu Islah etmek yerine kendi zaaflarını karartma olarak kullanan kesimlerin bütün çabalarına karşı, Kürt halkının ya da belirli mezheplere bağlı kesimlerin büyük çoğunluğunun bu Ümmet değerini içselleştirdiğini ve Islah potansiyeli gösterdiklerini gözlemleyebiliriz. Benzer hareket tarzları örnekleme yaptığımız Ümmet kelimesi yanında, bütün muhafazakâr, gelenekçi değerler için de gözlenmektedir. Bu köksüz hareketlerin İslam Karşıtı Koro’ya katılmaları; sahte bir İslamizasyon Politikasına karşılık kendi İslamizasyon Politikası olmayan, daha doğrusu eklektik bir de-İslamizasyon Politikasının taşeronluğundan ve öz değerlerinden uzaklaşma, sapkınlıktan başka bir anlama gelmiyor.
Oysa bizim temellerimiz, Ehli Kitap’ın ve İlahi Mesaja aidiyet duyanların demonize edilip baş düşman edilmesine değildir. Doğrudan tahakküm/zulme karşı; Putperest dediğimiz, Ulusalcı olarak şekillenen Vandalist Kavmiyetçilik ve Materyalist Emperyalizmle şedit bir kavga. Bunlara güdümlü Ehlileştirme ve Uyuşturma hareketlerine karşı Islah ve İhya faaliyeti olmalıdır.
Burada kavramsal sağlam temeller üzerinden oluşmuş, Batı kültürünün içerisindeki pagan-Roma tahakkümü ile vahyi kalıntılar-Fıtri eğilimler arasındaki ayrışmayı ortaya çıkarabilecek pratiklere sahip bir İslami yapılanmanın Kültürler-Dinler arası diyalog ve işbirliği çerçevesi ve hazırlığı olmalıdır. Ama kendi Ulus tahakkümü altındaki devlet yapılanması ile hesaplaşamamış, Geleneksel-Muhafazakâr durağanlığı aşamamış ve Global Emperyalizme karşı vesayetçi tutuma bağlı yapılanmaların bu tip diyalog ve İşbirliği çalışmaları Sahte İslamizasyon Politikası anlamına gelmektedir.
Nihayetinde, İslam Düşmanı çevrelerin de İslamizasyon Politikası adı altındaki faaliyetlere karşı kıyasıya bir eleştiri ve dezenformasyon yaptıklarını ve de-İslamizasyon Politikaları takip ettiklerini izliyoruz. Burada ki karartma İslamizasyon Politikalarının sahteliğine değil, doğrudan İslami değerler saldırının gizlenmesidir. Bunlar, katliam ve vahşet’e karşı; dini inançların çözüm olmayacağına, İslam ülkelerindeki İslami bazı yapılanmaların silaha başvurmalarına bağlı, vitrinize edilen doğru ya da yanlış bazı örneklemeler üzerinden olumsuzlaştırmalarla, kitlelerin sahip oldukları değerlere doğrudan düşmanlık yapmaktadırlar. Hem de; bir yandan Din’in uyuşturma vasıtası olduğu, diğer yandan silahlı ve vahşi hareketlere neden olduğu gibi kendi içerisinde çelişkili iddiaları ile. Evet, bu tersyüz ettikleri ve çelişkiye karşılık Din’i İslam; insanları acilci ve kaotik hareketlerden uzak tutarken, gerçek, köklü ve gerektiğinde şedit direniş potansiyeli de barındıran mutedil bir inanç bütünlüğüdür.
Örfü İhya eden, İslami ve Vahyi köklere bağlı toplumları Islah üzerine faaliyetler duası ile