ASIM ÖZ / Dünya Bülteni
Muhammed Kutub, vefatı münasebetiyle ve ardından geçtiğimiz günlerde düzenlenen anma toplantısı vesilesiyle kendisinden bahsedilen bir düşünür ülkemizde. Bilenler hatırlayacaklardır: 1970’li yıllarla sınırlı kalmak kaydıyla ondan tercüme edilen eserlerden birkaçının düşünce dünyasının merkezinde bulunduğunu ifade edebiliriz. Üstelik bu yıllarda kâğıt sıkıntısı başta olmak üzere pek çok önemli sorun vardı. Belki bu eserler kıtlık zamanlarının da etkisiyle bir yeraltı nehri gibi işlev görmektedir hâlâ. Aslında, 1960’ların sonunda Muhammed Kutub’tan yapılan tercümelerin farklı tarzda yorumlar ve ithamlarla karşılandığını söylemek yanlış olmaz. Mesela “İslâm’ın Etrafındaki Şüpheler” kitabında ki bazı yaklaşımları milliyetçi kanatlarca eleştirilmiştir. O yıllarda bu kitabın kitapçılara ısrarla sorulan eserler arasında yer aldığı da unutulmamalı tabii. Hararetle tavsiye edilen kapı kapı aranan kitaplardandır bahsettiğimiz kitap. Buna karşın tercüme eserlerin İslâmî uyanış sürecinin daha başat unsuru olduğu dönemlerde bile, Muhammed Kutub’un düşüncesine yeterince ilgi gösterilmedi; var olan ilgi daha ziyade Seyyid Kutub’a yöneldi. Bu sadece Türkiye için geçerli bir durum değildir; aynı şekilde Arap dünyasında çağdaş düşünürleri ele alıp analiz etme iddiasındaki çalışmalarda da onun merkezi bir yerinden söz edilemez.
Sonraki dönemlerde İslâmî uyanış sürecinin batı, sömürgecilik, aydınlanma, sanayi devrimi, sosyal bilimler, küreselleşme vb. konulara yönelmesiyle birlikte Muhammed Kutub’tan da bu minvalde eserler tercüme edildi. Fakat bu eserler okunsa bile eserlerde serdedilen fikirler belki yaklaşım tarzından kaynaklanan birtakım sebeplerden belki de Türkiyeli okurların bu tartışmaları daha farklı kanallardan sürdürmek istemelerinden dolayı ciddi olarak tartışılmadı. Bu arada şunu da hatırlatmalıyız: Muhamed Kutub’un eski tarihli kitaplarının neredeyse tümünün yeni baskıları Beka Yayıncılık tarafından yapıldı. Yayın dünyasında güncelliğin her şeyin ölçüsü sayıldığı, reklamcılık zihniyetinin egemenliğinden kurtulamayan kitap eklerine inat senede birkaç baskı yapıyor bu kitaplar. Esassında bunun altında yatan sebepler üzerinde mutlaka durulmalıdır. Zira bu kitaplardan esen rüzgâr, ardında çok şey taşıyarak hem insanlarının kendilik bilgilerini yeniden gözden geçirme hem de İslâmcı birikimlerini pekiştirme sürecine ciddi katkı sunuyor.
BİR KONFERANSTAN KALANLAR
Muhammed Kutub’un düşüncesine derli toplu ve muhtasar bir dikkat çekme denemesi için yenilerde yayımlanan “Enfâl Sûresinden Eğitici Dersler” kitabı iyi bir başlangıç olabilir. Bu eser, Kutub’un (muhtemelen) 1990’lı yıllarda yapmış olduğu bir konferansın ses dosyalarının dinlenmesi ve tercümesi yapıldıktan sonra tekrar çeşitli internet sitelerinde bulunan ses dosyalarının yeniden dinlenmesi suretiyle oluşturulmuş.Kitap hem İslâmî uyanışın meseleleri hem dünya tarihi hem de sorular kısmında yer alan bir soru vesilesiyle Seyyid Kutub’un idamı hakkında dile getirdikleri açısından önemli göründü bana. Muhammed Kutub, Seyyid Kutub’a atfen yayımlanan “Beni Niçin İdam Ettiler?” eseri için şunları söylüyor:
“Bu kitapta yer alanlar askerî hapishanede kendisine yapılan soruşturmaların tutanaklarıdır. Bu tutanakları Hasan Heykel aldı ve bunu ‘el-Muslimun’ gazetesine sattı. Gazete de bunu yayınladı ve kendileri kitaba bu ismi verdiler. Askerî hapishanede soruşturmaların nasıl yapıldığını zaten biliyorsunuz. Kullanılan işkence aletlerinin ne olduğunu, nasıl kullanıldığını da biliyorsunuz. Herkesten de soruşturması yapıldıktan sonra soruşturma sırasında söylediklerini yazması ayrıca istenirdi. Böylelikle o da soruşturmada söylediklerini kendiliğinden oturmuş bir kompozisyon gibi yazmış oluyordu. Böylelikle o yazılanlarda onun bir soruşturma olduğu gözükmüyordu. Çünkü ortada soru ve cevap bulunmuyordu. Gerçekte ise bunlar o sorulara verilmiş cevaplardan ibarettir. Söz konusu bu sorular da soruşturmayı yapan kişi tarafından sorulmuş sorulardı. İşte bu tutanak soruşturma dosyaları arasında bulunuyor.
Acaba bu yayınlananlar o tutanakların bizzat kendileri midir, tahrifsiz, fazlasız ve eksiksiz midir? Bizim bunu bilme imkânımız yoktur, çünkü tutanakların aslı elimizde bulunmamaktadır, tutanakların asılları soruşturmayı yapanların elinde bulunmaktadır.
Hasan Heykel’in ise her yere girecek şekilde yolları ve aracıları bulunuyordu. Almak istediğini alabiliyordu. O da bu şekilde soruşturmanın notlarını aldı ve bunları neşretti. Burada kesinlikle bildiğimiz bir husus vardır ve bunu gazetenin kendisi de bizzat söylemiş bulunmaktadır: Bu tutanaklarda işkencelerle alakalı ne yazılmışsa çıkartılmıştır. Çünkü o, bu tutanakta yapılan işkenceleri de anlatmıştı. Bütün bunlar çıkartıldıktan sonra diğer gördüğünüz kısımlar Beni, Niçin İdam Ettiler? adı altında yayınlandı.”
Ayrıca konuşma üslubuna müdahale edilmeden Türkçeye aktarılan konferans ve mahiyeti hakkında mütercim M. Beşir Eryarsoy’un kitabın başında yer alan açıklamalarının okunması, metnin hikâyesine nüfuz etmeyi mümkün kıldığını da belirtelim. Bahsettiğimiz kitap bir yönüyle Muhammed Kutub’un düşüncelerinin kaba bir özeti bir yönüyle İslâmî uyanış sürecinin önceliklerini anlamamız açısından önemli. Aynı şekilde İslâmlaşma sürecinin ana seyrinin yahut hareket hattının geçmesi gereken güzergâhlara yapmış olduğu vurgu da dikkate değer. Zira onun şu satırlarda yapmış olduğu vurgu, son yıllarda pek görünür olmayan İslâmî yapıların bir yönüyle önceledikleri tavırlarını anlamayı da mümkün kılacak niteliktedir:
“Atılacak adımlar merhum imam Hasan el-Bennâ’nın açıkladığı şekilde, Müslüman insanı inşa etmek, Müslüman aileyi inşa etmek, Müslüman toplumu inşa etmektir. Bunun neticesinde otomatik olarak İslâm devleti de ortaya çıkacaktır.”
Elbette konuşma ortamı içerisinde bir soruya verilmiş olan cevaptan alıntıladığımız bu satırların son kısmında yer alan mukadderat hususunda Nasr Suresi çerçevesinde farklı yorumlar da yapılabilir. Fakat biz şimdilik bu kadarıyla yetinerek devam edelim. Bahsettiğimiz üzere, 1990’lı yılların sorunsalları üzerinden ilerleyen konferans, İslâmî harekete ilişkin birtakım sorunlara da cevap sunma iddiasında. İslâmî hareketin iktidarı öncelemesine karşın bunu başaramadığını dolayısıyla “iktidar nimetine” uzak kalınma sebeplerinin masaya yatırıldığı yıllarda verilmiş bir konferans bu. Muhammed Kutub, İslâmî harekete katılan gençlerin şu veya bu sebeple, hayatta bulundukları dönemde çaba ve gayretlerinin neticesini görmeyi arzulamalarının tabii olduğun kanaatinde. Gelgelelim buna karşın, “Bir kavim kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah onlara ihsan ettiği nimeti değiştirici değildir” (Enfâl 8/53) şeklindeki uyarıdan hareketle sünnetullaha vurgu yapmaktan da geri durmaz. Zaten konferansın ana teması bu çerçevededir denilse abartılı olmayacaktır.
“HAYIRLI ÜMMET” VASFINDAN UZAKLAŞMAK
Dolayısıyla ona göre İslâmî uyanış, Allah’ın vaat etmiş olduğu imkân ve iktidardan uzak olmasının sebebini öncelikle kendisinde aramak zorundadır. İslâm ümmeti nefislerinde veyahut kalplerinde meydana gelen değişikliğin neticesinde bugünkü içler acısı duruma düşmüştür. Şayet, İslâm ümmeti bu zelil durumdan kurtulmayı istiyorsa öncelikle kendi durumunu gözden geçirmelidir. Müslüman dünyanın hem kendi nefsindeki dönüşümü gerçekleştirme hem de beşeriyete karşı şahitlik görevini yerine getirme konusundaki problemleri Muhammed Kutub’un bu konferansında ısrarla üzerinde durduğu iki temel konudur.
Allah’ın kaderinin mutlaka ama mutlaka birtakım sünnetler aracılığıyla meydana geldiğini ifade eden Muhammed Kutub, ümmetin “en hayırlı ümmet” vasfından uzaklaşmasıyla gerçekleşenleri şöyle özetliyor:
“ İslâm ümmeti insanlığa karşı risaletinin/misyonunun gereklerini yerine getirmekten yavaş yavaş geri çekilince, hidayet misyonunu, davet misyonunu, bu dinin güzelliklerini beyan edip açıkça gösterme misyonunu ihmal edince, bütün beşeriyete karşı bu görevinde kusurlu hareket edince bu durumda ümmetin kendisi de, bütün bu beşeriyet de doğru yoldan sağıp uzaklaşır.”
Bunun dışında neleri anlattığına birkaç mesele etrafında bakmak yararlı olabilir. Her şeyi yeni baştan konuşmak/ tartışmak istemiş bana kalırsa. Bu yüzden olsa gerek takatince konuşması boyunca tarihin, geçmişin, günümüzün muhasebesini yapmış. Bu bilinç tarihle olduğu kadar bireydeki değişimleri de yakalamaya çalışmış. Akabinde ifade ettikleri kalpleri “fethetme” noktasında yaşanan sıkıntıları gündeme getirmesi açısından kayda değer:
“ İslâm’ın güzellikleri yapılan birtakım konuşmalarda ortaya konulmuş olmaz. Çünkü söylenen söz ne kadar doğru ve samimiyetle söylenirse söylensin, onu söyleyen kişinin bizzat fillî uygulaması yoksa kısa bir süre sonra o söz buharlaşıp gider, etkisini de kaybeder. Bu ümmetin yerine getirmekle yükümlü olduğu davet ise İslâm’a dair ve onun güzelliklerini anlatan kitaplar yayınlamak ya da konferanslar vermek değildir. Aksine davet ancak ilk defa yayıldığı şekli ile canlı örnek aracılığı ile yayılır. Bu canlı örnek de İslâm’ın değerlerini ve ilkelerini fiilî olarak gerçekleştirir. Bunu yeryüzünde yürüyen canlı bir vakıa olarak ortaya koyar. İnsanlar a onu gözleri ile görürler. İnsanlar da bu dinin ortaya çıkardığı ve onun öngördüğü şekilde hayatı yaşayan örnekleri görüp beğenerek bu dine girerler. İşte ilk davet de bu şekilde yapılmıştır.”
Sürekli olarak “sözün gücüne” dikkat çeken Muhammed Kutub, Hz. Muhammed(s)’in örnekliğine temas ederek yeryüzünde İslâm ümmetinin yerine getiremediği temel sorumluluğu hatırlatır. Göz ucuyla da olsa onun hatırlatmalarına bakılsa, açmazlarımızın altında yatan “temsiliyet meselesi”nin payının ne kadar büyük olduğu anlaşılacaktır:
“ Bizler ‘Şüphesiz İslâm ümmeti beşeriyete karşı olan mesajını ve misyonunu yerine getirmekten geri kalmıştır’ dediğimiz zaman bu, onların İslâm’a dair kitaplar basmaktan, yayınlamaktan, geri kaldıkları anlamına gelmez. Kültürel merkezlerinde bu kitapları dağıtmaktan geri durduklarını ifade etmez. Evet, bizim bu sözden maksadımız bu değildir.
Ümmet canlı, dinamik örnekler sunmaktan geri kalmıştır. Çünkü insanları bu dinin hak din olduğu gerçeği hususunda ikna edebilecek olan budur. Onun hayra götürdüğünü, hem dünyada hem ahirette bunu gerçekleştirdiğini ispatlayacak olan budur.”
Muhammed Kutub’un İslâm ümmetinin sorumluluklarını yerine getirememesiyle ortaya çıkan ve etkisini arttıran cahiliyeden söz açması ise onun Türkçede tanınmasını sağlayan eserlerindeki kavramsal önceliğin anlaşılması açısından önemli. İnsani sorunlarımızı sıkça konuşmak zorunda kaldığımız günlerde, en azından onun eserlerine ilişkin çözümleyici bir dikkatin kendi sorunlarımıza ışık düşüreceğini söylemek abartılı olmaz. Bu çerçevede Muhammed Kutub’ın hatıralarının en kısa zamanda Türkçeye aktarılması iç içe geçmiş devirler yanında genel toplu resmi de öne çıkaracaktır.
Büfeci bir yaklaşımla cahil kelimesinin ya “cahil hoca” ya da birilerini itham etmek için kullanıldığı vasatta “cahilî” tavır ve tutumları sorgulamak için cahiliye kavramını müracaat edilmemesi belki içinde bulunduğumuz ortamın konformistliğini besleyen sebeplerden biridir. Cahiliye dışına çıkamamak, hâlâ en önemli kişisel ve toplumsal özelliklerimizden başında geliyor denilse abartılmış olmaz. Bu durum bile, belli kavramların yeterince özümsenmediğinin işareti aslında. Şayet üzerine basılacak zeminler sağlam döşenmiş olsaydı bu kadar fütursuz olunmazdı. Elbette bunların üstesinden sadece farklı sorunsallar için kaleme alınan kitapların yeniden okunmasıyla gelinemez. Fakat geçmişin malzemesine yeni sorunsallar eşliğinde yeni teorik inşalar çerçevesinde tekrar bakmak da terk edilemez.
Muhammed Kutub
Enfâl Sûresinden Eğitici Dersler
Tercüme: M. Beşir Eryarsoy
Beka Yayınları, 2014