İslami Tercümeler ve İslamlaşma Sürecimiz -I-

Gerçek Hayat Hamza Türkmen, Beşir Eryarsoy, İsmail Kazdal, İlyas Sönmez ve Kazım Sağlam ile tercüme faaliyetlerini ve İslami uyanış ve bilinçlenmeye katkılarını konuşmuş.

Gerçek Hayat Yayın Koordinatörü Emeti Saruhan’ın Beşir Eryarsoy, Hamza Türkmen, İsmail Kazdal,  İlyas Sönmez ve Kazım Sağlam ile yaptığı görüşmelere bağlı olarak Türkiye’deki İslamlaşma süreciyle ilgili İslami tercümelere dair bu dosyayı hazırladı.

Dosyayı okurlarımızın ilgisine sunuyoruz:

***

İslam'ı Tercümelerle Kavradık

Emeti Saruhan / Gerçek Hayat 11-17 Ocak 2016

1960 darbesinin ardından yapılan anayasanın verdiği kısmi özgürlük İslam dünyasından eserlerin çevrilmesine de olanak tanıdı. Elinde sadece dua kitapları olan Müslüman gençler İslam'ın sosyal, siyasi ve ekonomik yönleri olduğunu da bu özgürlükle öğrendi. Kur'an'la adeta yeniden tanışmışlardı.
İslam'ı yeniden kavrayan 60'ların neslini bu eserlerle tanıştıran dönemin çevirmen ve yayıncıları çok çarpıcı bilgiler verdi, ilginç anekdotlar paylaştı.

Geçtiğimiz günlerde Star gazetesinin organizasyonunda Necip Fazıl ödülleri verildi. Törene, Saygı Ödülü'nü alan Rasim Özdenören, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Nuri Pakdil'in sohbeti damga vurmuştu. Özdenören ve Pakdil'in Cumhuriyet sonrası başlayan despotça yasakların getirdiği  çorak ortamda, sesimize  ses veren yazarlar olması açısından onurlandırılmaları önemliydi. Peki daha  öncesinden ne olmuştu? Türkiye'de İslam'ın sesini kim duyurmuştu? Buradan yola çıkarak Cumhuriyet sonrası neler yaşandı, entelektüel ortam ne durumdaydı bakmak istedik 60’lı yılların en önemli entelektüel faaliyeti İslam ülkelerinden alimlerin eserlerinin tercüme edilmesiydi. Bu tercümeler sayesinde İslam'ı yeniden tanımış, Kur'an'la kesilen ilişkimizi yeniden kurmuştuk.

Tercüme eserleri, bizzat emek verenlerle konuştuk. Tercüman, yazar M. Beşir Eryarsoy, hem yayıncılık yapan hem de bu tercüme eserlerin birçoğuna geniş önsözler yazan İsmail Kazdal, yayıncı İlyas Dönmez,  yayıncı Kazım Sağlam ve tercüme eserler üzerine çalışan ve yayınlayan Hamza Türkmen ile tercüme eserlerin hayatımıza nasıl girdiğini, toplumumuzu nasıl dönüştürdüğünü konuştuk.

Yapay sınırlarla parçalandık

Bizim hikayemizi anlatmaya başladığımızda biraz geriden başlamamız gerekiyor. Daha da geriye gidilebiliriz ama biz Osmanlı İmparatorluğu'nun   yıkılışından başlayalım. I. Dünya Savaşı sonrası dünya devletlerinin Osmanlı'nın boğazına  sarılmasının ardından  1921'de yapılan Kahire Toplantısı'nda İslam coğrafyası parçalandı. Churchill ve Lawrence harita mühendisleriyle katıldıkları toplantıda İslam coğrafyasını ulus devletlere böldü. 1923’te Türkiye'nin yine ulus temele dayanan bir Cumhuriyet olarak ilan edilmesinin ardından inkılaplar devreye sokuldu. Bunlardan toplum üzerinde en travmatik etkiyi şüphesiz kılık kıyafet ve dil devrimi yaptı.

Dil devrimi sayesinde İslam coğrafyasından sadece çizilmiş sınırlarla değil, dil ve kültür olarak da ayrılmış olduk. Müslümanların kafasında böyle sınırlar yoktu, bu düzenlemelerle tüm ümmet coğrafyasıyla irtibatımız kesildi ve milli  bir dindarlığa mahkum olduk. İnkılaplar ve İstiklal Mahkemeleri’nin despot uygulamaları, tek parti döneminin baskıcı rejimi 1950'lere kadar devam eti. Demokrat  Parti’nin seçimden zaferle çıkmasıyla kısmen bir rahatlama yaşandı ancak aradaki 30-40 yıllık kesinti toplumun dini açıdan adeta budanmasına sebep oldu.

Dua kitaplarından başka  kitap yoktu

Yazar mütercim M. Beşir Eryarsoy, 1960’lı yıllara kadar olan dönemde Türkiye'de Müslümanların sahip olduğu zihni yapıyı şu sözlerle anlatıyor: "Müslümanların en  iyileri, milliyetçi, mukaddesatçı olmaktan öte gidemiyorlardı. Amerika'ya karşı sıcak bakıyorduk. Namazımızı kılmaya çalışıyor, 'Cami çevresinde meyhane olmasa, hanımlar da şu elbiselerine dikkat etseler,  Cuma günü tatil olsa' gibi çok sınırlı ve mahdud bir dünya görüşü, İslam anlayışı ve mahdud bir akım ufak tefek rötuşlarla hayatın İslam nokta-i  nazarından tamamen yoluna gireceğini düşünen bir çerçeveye sahiptik." Bu dönemde İslami kaynaklar da oldukça sınırlıydı.

Eryarsoy, o zaman İslam adına mevcut yayınların bir kaç milliyetçi, mukaddesatçı günlük gazete ile yine milliyetçilik ve mukaddesatçılığı belli bir düzeyde işlemeye çalışan bazı kitaplar olduğunu söylüyor. Büyük İslam İlmihali, Ahmet Hamdi Akseki’nin İslam Dini, Riyazu’s Salihin ve Peygamber Efendimizin hayatını anlatan bir kaç ciddi birkaç kitap dışında ellerinde kaynak olmadığını anlatan Eryarsoy, "Dua kitapları, Enam-ı Şerifler gibi folklorik manada dindar halkın manevi ihtiyaçlarını tatmin etmenin ötesine geçmeyen eserler vardı" diyor.

Bugünkü nesil anlayamaz

Yayıncı İlyas Dönmez ise o günlerde nasıl bir hava olduğunu "Sadece Numan Kurtulmuş beyin dedesinin Amentü şerhi vardı. Bir tane kitap! Bunu bugünkü nesil anlayamaz" sözleriyle anlatıyor. Yazar Hamza Türkmen, durumun daha iyi anlaşılabilmesi için Osman Öztürk'ün 1972'de Diyanet Yayınları arasından yayınlanan Türkiye İslami Eserler Bibliyografyası’na bakılmasını tavsiye ediyor: "1960'lı yıllara kadar Türkiye'de dini neşriyatın hepsinin dökümü var. İslam’ın dünyayla, hayatla, ekonomiyle, siyasetle ilgisini anlatan bir tane kitap yayınlanmamış. Yasak çünkü bunlar. Kazım Sağlam ise o dönemki siyasi atmosfere de dikkat çekiyor, 1960'lı yıllarda Türkiye'de bir değişim olduğunu ve 1969'da Milli Görüş hareketinin siyasi sahneye çıktığım anlatan Sağlam İslamileşme süreci başlayınca bir boşluk doğduğunu, o günlerde Mısır'da Pakistan’da olan İslami mücadelenin buraya da yansıdığını belirtiyor.

Devletsizlik problemi arayışa sürükledi

Türkiye’de bunlar yaşanırken İslam dünyasında neler oluyordu? Kazım Sağlam "Osmanlı'nın yıkılışından sonra Müslümanların problemleri arasına bir de devletsizlik ilave edildi. Bunun üzerine ihvan yazarları meseleye el attılar. İslam devletinin modem dünyada nasıl olması gerektiğini, olup olamayacağını tartıştılar. Bilhassa Seyyid Kutub devlet merkezli bir düşünce ortaya attı. Aynı zamanda modern dünyada kendisi Müslüman kalarak bir hesaplaşma dili kullandı" diyor.

Hamza Türkmen İslam coğrafyasındaki hareketlerin daha Osmanlı yıkılmadan başladığım anlatıyor. Muhammed Abduh, Cemaleddin Afgani gibi isimlerin ümmeti yeniden diriltmek için bir ıslah hareketi başlattığını ve 1884'te Urvet-ül Vuska dergisini çıkardıklarını söyleyen Türkmen "Fransa'da çıkan bu dergi İngiliz baskısıyla kapattırıldı. Ama o dergideki form bizde Sırat-ı Mustakim ve Sebilürreşad;
Cezayir'de El-Şihab, Tunusta Mecellutu'z-Zeytuniyye, Mısır ve Bilad-ı Şam hattında Menâr, Hint Kıtasında Tercümanu’l-Kur'an olarak devam etti. Muhteva aynıdır. Ümmeti biz Batı işgalinden, sömürüsünden nasıl kurtaracağız nasıl uyandıracağız kaygısı ortaktır" diyor.

Said Nursi teşvik etti

Hal bu iken Salih Özcan, Said Nursi’nin de teşvikiyle İslam dünyasında yazılan kitapları Türkçeye tercüme ettirmeye karar verdi. Salih Özcan dönemde ticaret için Arabistan'a, Pakistan'a
Mısıra giden bir tüccardı. Geçtiğimiz yıllarda vefat eden Özcan bir söyleşisinde tercüme fikrinin nasıl doğduğunu şöyle anlatmış: "O günlerde yeni açılan imam Hatip Okullarından yetişen gençler yeni bir bina yapacaklardı. Ama malzemeleri yoktu. Onların ufkunu açacak, onlara malzeme olacak yeni kitaplar ve yeni yorumlar lazımdı. Ve bir gece tüm İslâm ülkelerindeki yaşayan İslâm alimlerinin eserlerini çevirtip Türkiye'de yayınlamağa karar verdim. Böylece onlara yapacakları bina için malzeme sağlamış  olacaktım. Sanırım bunda da başarılı oldum."
Böylece Salih Özcan Hilal yayınlarını kurdu ve tercüme faaliyetlerini başlatmış oldu. Bu bizim Kur'an’la yeniden temasımızın ilk adımı oldu. Yayınevinin yayını olan Hilal dergisi de İslam coğrafyasındaki gelişmeleri Müslümanlara aktarma görevini üstlendi.

İslam'ı tercümelerle kavradık

1961 yılında darbeden sonra yürürlüğe giren anayasanın nispeten özgürlükçü olması çeviri kitapların yayınlanmasında önemli bir etken oldu.
Tercümeler yayınlanmaya başladıktan sonra Türkiyeli Müslümanlar İslam’ın beşeri hayata getirdiği teklifleri görüp hem şaşırdı hem de sevindi. Beşir Eryarsoy o dönem yaşananları şöyle anlatıyor: "Bu tercümeler yapıldıktan sonra İslam'ın hem kapsamı hem muhtevası ile alakalı kanaatlerimiz genişlemeye ve netleşmeye başladı. O zamanın şartları içinde, doğu ve batının özleri ve muhtevaları itibariyle barışamayacağı, İslam adına bir yerlerde buluşmasının mümkün olamayacağ bir dünyada yaşadığımızın farkına  vardık. Türkiye’nin de  siyasi paylaşım içerisinde İslam dünyasının bir kısmı gibi, özelikle NATO vb. Batı ile ittifakları sebebiyle Amerika'nın kontrolünde tutacağı bir ülke olarak pay edildiğini gördük İslam'ın sadece bir çeşit mütedeyyinlik, dine bağımlılık veya dindarlık anlamında ibaret olmadığı, aksine İslam dininin dünyasıyla, ahiretiyle, ekonomisiyle, siyasetiyle, ahlakıyla, ailesiyle, devletiyle, devletlerarası ilişkileriyle hayatın tamamını kuşatan bir din olduğunu gördük. Tercümeler insan hayatında fert ve toplum olarak, ekonomik veya sosyal ilişkilerinde, ahlaki veya Rabbiyle olan ilişkilerinde en ufak bir gedik bir boşluk, doldurulmadık bir alan, bilinmedik meçhul denilebilecek türden bir alan bırakmadı."

İlk defa ayet kullanan birini  okudum

O dönemde Hilal dergisi kendine emanet  edilen İsmail Kazdal, tercümelerle ilgili şahsi tecrübesini "İslam'da  Sosyal Adalet kitabını okuyunca ilk defa iktisadi ya da ekonomik konularda sosyal Adalet kitabını okuyunca ilk defa iktisadi ya da ekonomik konularda ayetleri kullanan bir adam gördüm. O zaman çok mutluluk hissetmiştim. İslam’ın sosyal ve siyasal hayata teklifleri varmış. Biz bilmiyorduk ama bizim dışımızda bazı şeyleri bilenler vardı” sözleriyle anlatıyor. Kazdal'ın hissettiklerini pek çok insan hissetti aslında. Büyük bir ilgi uyandıran tercüme eserler bilgi açlığı çeken gençler tarafından büyük bir iştahla okunmaya başlandı. Kazdal, "Hilal dergisi 10 bin basıyordu. Dergide  yazılar tercüme etmek için İslam dünyasına adamlar gönderdik.

Hilal yayınlarında Mevdudi, Muhammed Kutub, Mustafa Sibai gibi alimleri tercüme ediyorduk. Ama ekseri Seyyid Kutub ve Mevdudi okunuyordu. En çarpıcı kitap Yoldaki İşaretler'di. Hangi kitabı çevirsek 6-7 bin satıyorduk. İslam'la   içtimai meseleleri bir araya getiren tercümelerdi  onlar. Tasavvuf yoktu, sadece ekonomi, sosyal  yaşantı vardı. İslam insani nizam nazarıyla vardı. Tercümeler insanları yavaş yavaş etkiledi. Pasif bir anlayıştan aktif bir anlayışa geçilmeye başlandı. 62- 63'te başlayan bu akım ancak 68- 69'larda makes buldu. Artık İslamiyet'in siyasi hayata katılması noktasına gelindi. Bunun da öncüsü Necmettin Erbakan'dır. İslam bir nizamdır düşüncesi, İslam hayatı tanzim eden ahlaki ilkeler manzumesidir anlayışı telakkisi gelişti ve bu bir siyasi partiye dönüştü” sözleriyle tercümelerin toplumu nasıl etkilediğini anlatıyor.

Milliyetçi İslam anlayışından   kurtulduk 

İlyas Dönmez  tercüme eserlerin o dönemde bilgiye olan açlık nedeniyle toplumu oldukça etkilediğini,  özellikle üniversite gençliğinin bu değişimden payını aldığını ifade ediyor. Çeviri eserlerle toplumun daha çok bilinçlenip daha çok okuduğunu ifade eden Dönmez, Cumhuriyetten kaynaklanan boşluğun tercümelerle kapandığını söylüyor ancak bu hareketin siyasi bir hareketi doğurduğu fikrine de katılmıyor. Tercüme eserlerin en büyük etkilerinden biri ise o güne kadar milliyetçi muhafazakar çizgide devam eden İslam anlayışını ümmetçi bir anlayışa dönüştürmesi oldu. Bu tercümeler sayesinde ümmetin parçası olduğumuzu fark ettik. Dönmez, "Bu hususta Türkiye Müslümanlarının diğer dünya Müslümanlarından daha ümmetçi, dünya Müslümanlarını hesaba katan insanlar olduğunu düşünüyorum" diyor.

İran tercümeleri problemliydi

Böylece başlayan çeviriler 1980'li yıllara kadar Pakistan ve Mısır İhvan'ından, Suriye'den, Lübnan'dan, Cezayir'den, Tunus'tan Mevdudi, Seyyid Kutub, Muhammed Kutub, Malik bin Nebi, Hasan el Benna gibi isimlerle devam etti. 60 sonrasında Arapça, 70 sonrasında Urduca, 1980 sonrasında ise Farsça ağırlıklı çeviriler yapıldı. İran İslam Devriminin ardından yeni bir dalga başladı. İran devrimini anlamak neler olduğunu öğrenmek istiyordu insanlar. Başta Ali Şeriati olmak üzere bu coğrafyanın kitapları çevrilmeye başlandı. Hamza Türkmen, "İran'dan Amerika'nın kovulması bir heyecan üretti. Bunun arka planı nedir merakıyla ilk defa kitaplar çevrildi. Ama daha sonra İran bu sefer kitaplarını Türkiye'de propaganda niyetiyle yayınlattı. Hem tabii hem projevari bir formu vardır İran kitaplarının. Devrimi yapan Usuli boyuttu. Bizim çevirttiğmiz kitaplar da Usuli kanadın kitaplarıdır" diyor. Bu düşünceye Beşir Eryarsoy da katılıyor. Devrim  sonrasında ağırlıklı olarak İranlı müelliflerden Ali Şeraiti'nin eserlerinin,  Mutahhari, Beheşti gibi yazarların da az sayıda kitabının tercüme edildiğini söylüyor. Eryarsoy "Zamanla devrimin heyecanı geçtikten sonra İran eserlerine yeniden bakıldığında gerek tarihten gelmiş birikimlerin, gerekse de bazılarında batı düşüncelerinin zannedildiğinden daha fazla şekilde etkili olduğu görüldü" diyor.

Röportaj Haberleri

“Suriye’ye geri dönüş tartışması, empati yoksunu ve yersiz”
Türkiyeli bir mücahid ile Suriye devrimi üzerine…
"Solun bir kısmı mezhepçilikten bir kısmı da İslam düşmanlığından Esed'i destekliyor"
Suriye'nin korku hapishaneleri: Sednaya, Tedmur ve Suriye’nin yeni hafızası
"Suriye devrimi Türkiye'nin de zaferidir!"