Modernleşme süreciyle beraber Müslümanların inanç ve inandıklarını hayata aktarmak sadedinde nice hakları ellerinden alındı. Siyasi, ictimai, ekonomik alanlardan kültürel alana varana kadar sınırlamalar hep devam etti.
Birçok sınırlamanın yanında bir şey daha yapıldı, İslâmî olanı tanımlama hakkı da fiilen Müslümanların ellerinden alındı. Bunu hem yerel hem de küresel anlamda söylüyorum. Bugün İslâmî olanın ne kadar olması gerektiğine dindar olmayan yahut Müslüman olmayan siyasiler karar veriyor. Almanya, Fransa ve Hollanda’da siyasilerin tesettüre sınırlamalar getirmesi örneğinde olduğu gibi.
Bizim Cumhuriyet tarihimizde de durum aynı olmadı mı?
Bugünlerde yine başörtüsünü tartışıyoruz. Referandumda halkın kahir ekseriyeti özgürlükten yana irade beyan ettiğinden, toplum hayatımızda yasakların en görüneni olan ve geniş kitleleri içine alan başörtüsü yasağının çözüleceğine dair yeni umutlar doğdu.
Bu umutlar, “Hayır’da hayır vardır!” sloganına sığınmış hayırcı cephenin önder partisini hayli zora sokmuş vaziyette. CHP, bu umutlar karşısında daha ne kadar direnebilecek analizleri yapılıyor. Kendisine iktidar yolunu açmak istiyorsa halka paralel düşmesi kaçınılmaz, deniyor...
Ancak, CHP’nin vermiş olduğu bir yeşil bir kırmızı sinyal, bu umutları bir zayıflatıyor, bir güçlendiriyor. Med cezirler dindikten sonra CHP’de hangi renk hâkim olacak, millet merakla bekliyor.
Bu sorunu çözmek için gayret sarf etmiş siyasiler ise, sütten ağızları yandığından olsa gerek, yoğurda üfleyerek ve etrafında dönerek mevzileniyorlar. Acaba yeni bir hokus pokusla karşı karşıya kalabilir miyiz, endişesi hâkim. Onca yaşanandan sonra haklılar tabiî...
Memleketimde taşlar bir türlü yerli yerine oturmuyor. Dünya siyasi literatüründe sağ ve sol cenahların hangi mesele karşısında nasıl tepki verecekleri genel anlamda bellidir. Bizde ise tam tersi. Sağdakiler sol, soldakiler sağ refleksler sergiliyorlar.
Muhafazakâr olduğunu söyleyen, siyaset kültürümüze “muhafazakâr demokrat parti” diye adını yazdıran iktidar partisi, dünyayı hayrete düşürecek düzeyde son derece liberal söylem ve politikalar üretiyor. Başörtüsü meselesinde de bu duruşa uygun olarak, “Bırakın isteyen istediği gibi giyinsin, devlet dahi olsa kimse başkasının giyinme özgürlüğüne karışmasın”, diyor.
İktidarın 8 yıllık icraatlarına bakarak; Ak Parti tesettürlülerin haklarını garanti altına almayı başaramasa da, açıkların haklarını tamamen garanti altına almış bir muhafazakâr demokrat partidir, diyebiliriz.
İktidar partisi dine daha yakın durduğu için başörtüsünü tanımlamaya da daha yakındır, ama bunu yapmıyor. Bazen dinî olanı tanımlamaya kalkma yanlışlığına düşse de, özellikle başörtüsünde bu hataya düşmüyor. Son derece liberal söylemlerle bireysel yorumların esas alınması gerektiğini söylüyor.
Öte taraftan kendini dindarlığa uzak konuşlandırmış Cumhuriyet Halk Partisi ise, başörtüsü yasağını kaldıralım derken dahi, dinî olanı tanımlamaya kalkıyor. Hem dinî olanı tanımlamaya kalkıyor, hem de halkın inanç tercihlerine güvenmediğini âşikâr ediyor. Böylece dinî olanı tanımlamaya kalktığından laikliğe, partinin ismini aldığı “Cumhuriyet” ve “Halk”’a yani millî iradeye de ters düştüğünden demokrasiye ters düşmektedir.
Her şeyden önce Cumhuriyet Halk Partisi, önce cumhurla barışmalı, cumhurun partisi olmasını denemelidir. Bunun asgari şartı da, halkın tercihlerine saygı göstermektir.
Laiklik, dinler ve ideolojiler karşısında tarafsız olmayı gerektirir. Kendisini laik alanda konuşlandıran bütün partiler, bu hassasiyeti göstermeli, başkalarının inanç hürriyetine karışmamalıdır. Devlet aygıtını dine karşı kullanmak ise, bu tarafsızlığı berhava eder.
Medyada, CHP başörtüsüyle ilgili çalışma başlatmış haberleri gırla gidiyor. Hâlbuki bir çalışma yapmaya gerek yok. Yapılacak şey çok basit. CHP, katı pozitivist ideolojisini başörtüsüne yazmaya yeltenmesin, yeter. Halkın inanç özgürlüğüne saygı duyduğunu göstersin, yeter. İnanç hürriyeti, eğitim ve öğretim hürriyetinden yana tavır alsın, yeter.
Kimse gölge etmesin, sorun kendiliğinden çözülür.
VAKİT