İslâmi Hareketler ve Paradigmanın İflası

Fikret Başkaya’nın yorumları ile mesafeli durduğu hatta karşıt konumda bulunduğu sol Kemalistlerin Müslüman Kardeşler’i değerlendirme biçimiyle hiçbir farkın olmaması dikkat çekiyor.

Asım Öz/ Dünya Bülteni

Arap dünyası içindeki hareketler ve mücadeleler tarafından gündeme getirilen sorunların tespiti, bunların taşıdıkları imkânlar, belirsizlikler ve kısıtlılıklar üzerine son birkaç yıldır değişik yorumlar yapılıyor. Bu tahlil ve değerlendirmeler içinde yeni durumların getirdiği güncel okumalar yanında birtakım süreklilikleri de görmek mümkün.

Arap dünyasındaki otokrat yönetimlerin sonuna gelindiğine dair iyimser hava içinde Mısır'da meydana gelen darbe süreci akabinde Türkiye'de yapılan yorumlar hâliyle farklı ve çelişkili oldu. Kemalizm'den ayrıştığını ifade eden sosyalist çevrelerin yorumlarına bakıldığında en ufak bir sorgulama gereği duymaksızın İslâm'la özdeşleştirilen kitlesel siyasi hareketlerin ortaya çıkışını 'işbirlikçilikle" açıklamaktan geri durulmadığı hemen fark edilecektir. Çok farklı ve birbiriyle çelişik sol anlayışlar olmasına karşın son kertede karşımıza çıkan yorum maalesef budur. Bu akıl ve inancın inşa ettiği bakış açısına göre siyasi boyutları bulunan İslâmcılık, İngiliz egemenliğindeki oryantalistler tarafından icat edilmiş ardından Amerika tarafından kullanılmıştır. İslâmi hareketler hâlen bu konumunu sürdürmektedir! Dolayısıyla bu hareketlerden bir şey olmaz, çıkarımının yapılması beklenmektedir. Her zaman otomatik olarak bu ve benzeri yaklaşımları bütün olası İslâmi hareket unsurlarına uygulamanın mümkün olduğu varsayılır. Peki, bu komplocu şantaj karşısında ayağa kalkıp içimizde kabaran öfkeyi dışa vurmamak mümkün mü? İslâmi hareketleri böyle tanı(mla)mak olanaklı mıdır? Bence değildir. Öyleyse affınıza sığınarak bu bakışın yüzeyselliği ve tutarsızlığını faş eden şematik yaklaşım biçimlerinden bazılarının taslağını çıkarmak isterim.

SOSYALİST TEMEL İÇGÜDÜLER

Her hareketin kendine özgü bir stratejisi, kendine özgü hedeflerinin bulunduğu, daha da önemlisi bunun onun hakkı olduğu göz ardı edilerek emsalsiz bir hegemonik işlemle bu akımı olumsuzlama siyasetine şöyle devam edilir: İslâmcılık, nerede bulunursa bulunsun teokratik bir yönetimi hedeflediği için son tahlilde anti-modern ve özgürlük düşmanıdır. İslâmcılık var olduğu ülkelerde son tahlilde kapitalist kompradorlaşmaya uyum sağlamanın adı olarak görüldüğü için eninde sonunda bulunduğu ülke halklarını güçsüz ve iktidarsız bırakacaktır. İslâmcılık, emperyalizmin en değerli müttefikidir. Aynı zamanda gericidir çünkü toplumların ilerleyebileceği şeklindeki aydınlanmacı anlayışın karşısında konumlanır. Diğer taraftan Müslüman Kardeşler başta olmak üzere İslâmi hareketlerin sokaktaki gücünü izah ederken büyük ölçüde örgütlü solun zaaflarına, asıl olarak sosyal mücadele alanında yer alamayışına dikkat çekenlerin yine aynı teraneleri okumaya devam ettiklerini fakat bu sefer dolaylı olarak İslâmcıları mükellef/özne pozisyonundan uzak gördüklerini de söylememiz lazım.

Şüphesiz bu yorumlar öteden beri karşımıza çıkıyor. Yani sadece Mısır'daki karşı devrim veya darbe özelinde yapılan yorumların bir sonucu değil yazılıp çizilenler. Dolayısıyla sosyalist anti emperyalist söylem, her türlü İslâmi hareketi büyük güçlerle izah etmenin ötesine geçemiyor. Kendi arzularını gerçekleştirememiş, umutları büyük ölçüde boşa çıkmış; zaman zaman teori ve pratikten yorgun düşmüş yoldaşların aynı zamanda İslâmcılıktaki dekadans üzerinden söz alma gayreti içinde bulunması da anlaşılır gibi değil. Yani neresinden tutarsanız tutun elinizde kalacak bir yorum antolojisi var karşımızda. İslâmcılığa dair soldan gündeme getirilen sahihlik önerisinin yalnızca retorik olduğunu da düşünebiliriz belki bu vesileyle.

Mısır'da meydana gelen olaylar akabinde yazılan bir metin özelinde yapmaya çalışacağımız kısa analiz, çağımızın önemli siyasi tartışmalarına bir katkı yapmayı da amaçlıyor: Sosyalist bakış açısı son kertede İslâmi hareketlere nasıl bakıyor? Bu hareketleri özne olarak mı görüyor, yoksa her daim kullanılmaya hazır, 'iradesiz', 'işbirlikçi', dolayısıyla emperyalizmin hizmetinde hareketler olarak mı görüyor?

Hemen söylemek gerekir ki, Fikret Başkaya'nın "Mısır: Devrimin İkinci Raundu" başlıklı yazısında Müslüman Kardeşler hareketi konusunda yapmış olduğu "utanç verici" olduğu kadar darbe lejyoneri konumunun ötesine geçmeyen yorumları bunun bir örneği olması bakımından son derece düşündürücüdür. Başkaya'nın yorumları ile mesafeli durduğu hatta karşıt konumda bulunduğu sol Kemalistlerin Müslüman Kardeşler'i değerlendirmeleri arasında temelde hiçbir farkın olmaması dikkat çekiyor. Marksist çözümleme sunacağım diye sayıların gizemine sığınmasını da atlamayalım tabii. Cengiz Çandar'ın Tahrir'dekileri otuz milyon olarak andığı rakam her ne hikmetse onda on yedi milyon olmuş! Diğer taraftan Tahrir-Taksim karşılaştırmalarında da farklılaşmalar göze çarpmaktadır. Fakat şu analiz gerek Arap basınında gerekse başka yerlerde ön plana çıkmaktadır: Gezi Parkı olayları AKP ile özdeş görülen İslamcılığın bitişi olarak kodlanırken 'İkinci Tahrir' olayları Mısır başta olmak üzere Arap dünyasında İslâmi hareketlerin sonu olarak ele alınmakta veya böyle bir niyet izhar edilmektedir. F. William Enghdahl tarafından yazılan "Mursi Düşerken Washington'un İslâmcı Stratejisinin Krizi" başlıklı yazısının şu bölümü bir miktar izah edici olabilir: "Müslüman Kardeşler'in Mısır'daki bu önemli mağlubiyetinin şok dalgaları bölgede yayılırken, en büyük etkisinin, Müslüman Kardeşler yanlısı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) iktidarda olduğu Türkiye'de olacağa benzemektedir. Türkiye'deki kitlesel eylemler polisin göz yaşartıcı gaz ve tazyikli su sıkma araçları marifetiyle şiddetli bir şekilde bastırılmıştır. Erdoğan Türkiye topraklarını, büyük oranda Katar'ın finanse ettiği paralı askerlere açmıştı. Amaç, Beşar Esad yönetimini devirmek ve yerine Müslüman Kardeşler'i iktidara getirmekti. Türkiye böylece tam bir geçiş güzergâhı haline getirildi. Mısır'ın devrik Cumhurbaşkanı da, iktidardan alınmadan önce, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad'ı devirmek üzere cihat çağrısında bulunmuştu."

Tekrar Başkaya'nın yazısına dönersek, yaşanmakta olan olaylara soğuk kanlı yaklaşmak bir yana tutarlı bir analize tabi tutmaktan uzak olan metni dikkatle okuyanlar metnin sunduğu alışılmadık perspektif oranları karşısında normal olarak şaşkınlığa düşecektir. Zira Başkaya Paradigmanın İflası'nı kaleme alarak Kemalist tarih yazımını ciddi bir biçimde sorgulama denemesinde bulunmuş önemli bir isimdir. Zaten doksanlı yıllarda; yahut alacakaranlık yıllarının ikinci on yılında Başkaya'ya duyulan ilginin hayranlığa dönüşmesinde bu kitabın, kırılması zor bir etkisi olmuştur.

Tekrarlanıp duran betimlemeleri anlamak için Başkaya'nın yazısından bir alıntıyla devam edelim: "Müslüman Kardeşler 1928 yılında kurulduğundan beri, ilerlemenin, özgürlüklerin, seküler değerlerin ve demokratikleşmenin karşısına dikildi. Başlarda İngiliz istihbaratı, 1950 sonrasında da Amerikalılar tarafından desteklendi, araçlaştırıldı ve kullanıldı. Hiçbir alternatif toplum projesine sahip değildir. Söyledikleri tek şey: "Çözüm İslâm'dadır"... Bu kafayla insanların yüz yüze geldiği sorunlar çözülebilir mi? İlk kurulduğu yıllarda Mısırda seküler, ilerici, ulusçu, demokrat, sosyalist, komünist ve anti-kolonyalist hareketlere karşı kullanıldı. İkinci emperyalist savaş sonrasında da ABD tarafından araçlaştırıldı. Dine gönderme yapsa da dinle ilgisi retorikten ibarettir. Neoliberal teokrasinin timsali olan bir siyasi hareketin Mısır halkına teklif edeceği bir şey olabilir miydi?" Özgür Üniversite Forumu'nda yayımlanan yazıdan yapılan bu alıntı Başkaya'nın Müslüman Kardeşler hareketinden duyduğu nefreti açıkça ortaya koymaktadır. Onun "Hanif Marksistler"den olmadığını biliyorum fakat İslâmi hareketlere düşmanlığının aydınlanmacılıkla malul oluşu ve buna siyasi komploculuğu ilave edişi düşündürüyor beni.

BAŞKAYA VE SAMİR AMİN'İ BİRLİKTE OKUMAK

Entelektüel olarak bu konularda yalnız olmadığını hatta daha da önemlisi orijinal olmadığını söyleyeceğim Fikret Başkaya'nın. Meselenin üzerinde durmak istediğim boyutlarından biri de bu aslında. Okunacak olanın içine yeni bir çekirdek yerleştirmeye gayret etmeden okuma stratejisini yahut yeniden okuma önersini hatırlayabiliriz burada. Gördüğüm kadarıyla Başkaya'nın yazısında karşımıza çıkan basit ve aksi düşünülemez bir bilgi olarak sunulan çıkarımlar büyük ölçüde "efendisi" Samir Amin kaynaklı. Hatta birebir onun değerlendirmelerinin özeti desek yanılmış olmayız. Pek çok isim bu konularda Amin'den ciddi olarak etkileniyor. Bu etkilenmede Amin'in Mısırlı oluşunun oldukça büyük bir payının olduğu inkar olunamaz. Başka etkilenmeler de olabilir kuşkusuz. Fakat ben bu yaklaşımın "yaşayan Marks" olarak anılan Amin kadar tesirli olduklarını düşünmüyorum. Öyle ki Samir Amin'in bir yıl önce Mısır özelinde kaleme aldığı yazıyla Başkaya'nın bir yıl sonra Mısır hakkında kaleme aldığı yazıları bir arada okunsa fena olmaz.

Ne var ki onun söylediklerinin sorgulanamaz olduğuna itikat ediş aynı zamanda Kemalist tarih yazımının 1925'ten bu yana meydana gelen İslâmi hareketlilikleri açıklarken öne çıkardığı hususlarla büyük ölçüde paralelleşiyor. Nasıl ki Şeyh Said İngiliz işbirlikçisi olarak kodlanıyorsa Müslüman Kardeşler'in kuruluşu da aynı şekilde İngiliz istihbaratı ile açıklanıyor. Soğuk savaş sürecinde bütün İslâmi hareketleri Amerikancılıkla izah etme yaklaşımı aynı şekilde Müslüman Kardeşler için de sürdürülüyor. Dolayısıyla paradigma aslında hiç sorgulanmamış oluyor. Hele bunun yanına veya önüne modernleşme, reform, Batı, uluslararası topluluk, laiklik gibi birbirinin yerini kolayca alabilen adlar altında yazılınca küresel güçlerin hizmetçilerine yarayan vekiller eklenince aslında iş daha da anlaşılır oluyor. Efendilerin bunu bizden daha iyi bildiğini tekrar söylemeye gerek yok.

Bahsettiğim yaklaşım tarzını ayrıntılı olarak görmek isteyenler Samir Amin'in Türkçeye "kötü" tercüme edilen kitaplarına bakabilirler. Önce onun hakkında kısaca bilgi verelim: Amin, 1931 Kahire doğumlu Mısır kökenli ünlü Fransız Marksist iktisatçı ve siyaset bilimci. Mali'ye Fransa'nın saldırısını, emperyalist bir saldırı olarak değerlendirmedi. Mali saldırısını desteklediği yazısında şu cümleleri kurmuştu: "Siyasi İslâm, görünüşteki ifade (ve davranış) çeşitliliğinin ötesinde (ister beğenin, ister beğenmeyin) "dini inancın yeniden doğuşu" filan değil, aksine aşırı gerici yeni bir siyasi güçtür. İktidarını, nüfuzunu kullandığı her yerde yaşayan halkları ve insanı her anlamda gerileterek kurban eden; onları maruz kaldıkları sorunlar karşısında herhangi olumlu bir girişimde bulunmaktan alıkoyan bir engeldir. Bu güç, yaklaşık otuz yıldır süregelen bir yoksullaşma ve zayıflama sürecini frenleyemiyor. Hatta kendini de böyle besleyerek bu süreci hızlandırıyor."

Ben burada onun kitaplarından birkaç anekdot aktaracağım. İlk alıntım çevirmenleri arasında Fikret Başkaya'nın da yer aldığı Modernite, Demokrasi ve Din (2006) kitabından: "Müslüman Kardeşlerin tarihi biliniyor: Bu örgüt Mısır'da 1920'lerde tam anlamıyla İngilizler ve Monarşi tarafından; demokrat ve laik Wafd'ın önünü kesmek için kuruldu. Nasır'ın ölümünden sonra CIA ve Enver Sedat tarafından kitleler halinde Suudi Arabistan'dan Mısır'a nasıl getirildikleri biliniyor." Bu alıntılar global seviyeye yükseltilirse en azından şu sonucu çıkarmayı mümkün kılıyor olmalıdır: Sosyalist eleştiri açısından İslâmcılık/İslâmi hareketler kendiliğinden veya İslâmi amaçların sonucu olarak ortaya çıkan bir şey olarak görülemez. Üstelik bu kof bakış açısı sadece Mısır'la da sınırlı değil. Amin, Mevdudi hakkında şunları söylüyor: "Modern siyasal İslâm'ı Hindistan'daki İngiliz iktidarına hizmet eden oryantalistler icat etti ve daha sonra Pakistanlı Mawdudi devraldı. Özgürleştirici modernite kavramına karşı çıkarak, bizzat demokrasi ilkesini -bir toplumun kendi yasalarını belirleme özgürlüğü aracılığıyla geleceğini kurma hakkı- reddetti. Tabii ki, özgürlükçü ulusal hareketlere karşı Batılı güçlerce desteklenmekteydi." Buna göre İslâmi hareketler, emperyalizmin sistematik faaliyetinin sonucu olarak ortaya çıkmış gerici güçler ve bağımlı komprador sınıflarca desteklenmiştir! Temelde İslâmi hareketlere bu kurgu üzerinden yaklaşan çevreler İslâmi hareketleri anlayabilir mi? İslâmi hareketleri sindiren Sovyetler Birliği ise hiç eleştirilmez, tam aksine tarihsel materyalizm geleneği doğrultusunda Müslümanları laikleştirdiği için baş tacı edilir. Sol içinde yozlaşmış işçi devleti, devlet kapitalisti veya reel sosyalist olarak eleştirilen Sovyetler Birliği'ni analiz etmenin nirengi noktalarından birini oluşturabilir Amin'in yaklaşımı. En azından adalet adına Sovyetler!e göre konumlanışın hesabı çıkarılabilir.

Amin benzer yorumlarını Ali El Kenz ile birlikte kaleme aldıkları Avrupa ve Arap Dünyası (2006) kitabında da sürdürür: "(...) kendisini gerçek iktidara -ordunun iktidarına- bir alternatif olarak sunabilen tek güç, Müslüman Kardeşler tarafından temsil ediliyor. Bununla birlikte Müslüman Kardeşler'in, ordunun yerini din kurumunun aldığı, aynı doğaya sahip otokratik bir iktidar kurmaktan başka bir projesi yok. Küreselleşmiş liberalizme ve yerel paraya sadakatle bağlı olanlar açısından bu ikisinin arasında bir fark yok. İşte bu nedenle Washington diplomasisi, gerekli olması durumunda Müslüman Kardeşler'i aslında alternatif bir çözüm olarak görüyor." Bugün durumun nasıl olduğuna dair bir şey söylemeye gerek yok sanırım.

Müslüman Kardeşler'in sürekli olarak devleti istikrarsızlaştırma operasyonlarının bir numaralı adresi olarak kodlanması durumu bu kitapta da sürdürülüyor. Yani İslâmi hareketler özne değil "taşerondur" denilmek isteniyor. Bu nedenle sosyalist eleştirilerin söylemi ve eylemi öncelikli olarak modern zamanlarda Müslüman öznelliğini hedefliyor. Böyle bir öznelliği imkânsız görüyor. Orta çıktığında ise "işbirlikçilik" yaftasını yapıştırarak rahatlamayı tercih ediyor. Bu ise eleştirilerin analitik potansiyelini zayıflatıyor. Bu bakış körlüğünü tamamlaması açısından bir örnek verelim: Nasır döneminde Hasaneyn Heykel'in başında yer aldığı el-Ahram gazetesine yüklenen güç merkezi olma konumu Müslüman Kardeşler söz konusu olduğunda nedense akla bile gelmiyor. Hamas kısmen olumlansa da onun Müslüman Kardeşler'le bağlantıları hiç dikkate alınmıyor. FKÖ söz konusu olduğunda ise Hamas'ın İsrail tarafından desteklendiği söylenerek İslâmi hareketler her halükârda itibarsızlaştırılıyor.

Öte yandan İslâmcılığın özgürleşmeye değil, tabi olmaya davet eden bir hareket olduğunu gündeme getiren Samir Amin'in, İslâm'da özgürleşmeye dayalı yegane okuma tarzının Sudanlı Mahmut Muhammet Taha tarafından ortaya konulduğunu dile getirmesi de dikkat çekiyor. Son yıllarda İslâmi yeniden doğuş adına bu ismin Türkiye'de baş tacı edilmesi memleketteki gelişmeleri anlamak bakımından da yararlı olur kanaatindeyim. Dinin tarih üstü olduğunu ifade eden düşünürlerden ziyade, tarihsel ilerleme hattının öznel karakteri olduğunu ifade eden düşünürlerin gündemde tutulmasını da ekleyebiliriz buna.

Şahsen kendime şu soruyu sormadan edemedim: Amin'in 1988 yılında yayımlanan Avrupamerkezcilik: Bir İdeolojinin Eleştirisi adlı kitabının devamı olan Modernite, Demokrasi ve Din kitabında ortaya koyduğu analizler onun ilk kitabının anlaşılmasında birtakım sorunların var olduğunu gösterir mi? Yahut onun analizleri Avro-merkezci söylemler tarafından biçimlendirilmemiş midir? Mısır'da olup bitenlerin ardından devrim düşü görenlerin ama daha da önemlisi emperyalizmin politik teorisini kuranların bu eleştirilerini gözden geçirmeleri gerekmez mi?

Neler oluyor, sorusunu hakiki bir biçimde cevaplamadan yarı büyülenmiş halde darbeden devrim çıkarma yaklaşımı aynı zamanda Türkiye'deki 1960 darbesi üzerinden yıllarca sürdürülen devrim nostaljisinin doğrulanmasıdır. Ne denilmişti birkaç yıl önce: "Tarihin uyanışı aynı zamanda her türden fikrin de uyanışıdır"

 

Yorum Analiz Haberleri

Camiler Ermeni, Rum ve Yahudilere de satılmış
Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?