İSLAMÎ HAREKETİN ÖZELLİKLERİ
Bismillahirrahmanirrahim. Allah'a hamd, Resulüne salatu selam olsun…
Geçen yazımızda, İslamî hareketin en temelde, referans olarak sadece İslam'ı alan, örgütlü bir hareket olarak tanımlanabileceğini ifade etmiştik. Şimdi bunu açmaya çalışarak İslamîlikten ve örgütlülükten ne anlaşılması gerektiğini ortaya koymaya çalışalım. Her şeyden önce, bir hareketin İslamî olabilmesi için gerekli olan özelliklerin üzerinde durmaya çalışacağız. İlk olarak şunun altı çizilmelidir ki bir hareketin İslamî olması ancak Kur'anî olmasıyla mümkündür. Çünkü İslamî hareket Kur'an merkezli bir harekettir.
Bilindiği gibi İslam dininin kaynağı vahiydir/ Kur'an'dır. Dolayısıyla bir hareketin İslamîliğinden ilk önce anlaşılması gereken Kur'anî olmasıdır. Bir hareketin Kur'anî olması ise inancının, pratiğinin ve niyetlerinin Kur'anî ilkelere uygunluğunu zorunlu kılar. Aynı zamanda İslamî hareketin Kur'anîliği; en temelde; Kur'an'a uygun vasıflara, hedeflere ve bu hedeflere ulaşmak için de yine Kur'an'a uygun yöntemlere sahip olmasını gerektirir.
İslamî hareket için, ne geldiği kaynak açısından ne de sübutu açısından Kur'an'a denk başka hiç bir kaynak yoktur. Zira Kur'an, her şeyden önce Allah katındandır ve sübutu kat'idir. Bu nedenle diğer bütün kaynaklar, bu esas kaynağın anlaşılması, tefsiri ve açılımı bağlamında bir değere sahiptirler. Dolayısıyla sünnetin veya icmanın, Kur'an'ı nesh etme gibi bir gücü asla ve asla yoktur, hatta ona aykırı düşen her sünnet ve icma iddiası atılması gereken çer çöp mesabesindedir. Çünkü peygamber (sav) ve ona iman eden mü'minlerin tümü, Kur'an'a iman edip, sımsıkı sarılmak, ona kayıtsız şartsız teslim olup onunla ters düşmemek zorundadırlar:
"(Allah:) 'Ey Musa!' dedi. 'Sana verdiğim risaletimle ve seninle konuşmamla seni insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol.' Biz ona Levhalar'da her şeyden bir öğüt ve her şeyin yeterli bir açıklamasını yazdık. (Ve:) 'Şimdi bunlara sıkıca sarıl ve kavmine de emret ki en güzeliyle sarılsınlar. Size fasıkların yurdunu pek yakında göstereceğim' (dedik)." (7/144-145)
"Bir zamanlar dağı, sanki bir gölgelikmiş gibi üstlerine geçirmiştik. Onlar ise neredeyse tepelerine düşecek sanmışlardı. (Onlara demiştik ki:) 'Size verdiklerimize sımsıkı sarılın ve onda olanı düşünün ki sakınasınız.'" (7/171)
"Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. 'Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır dediler.'" (2/285),
"De ki: 'Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım.' De ki: 'Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?'" (6/50)
"Ayetlerimiz onlara açık açık okununca, bizimle karşılaşmayı ummayanlar, 'Bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir' dediler. De ki: 'Onu kendiliğimden değiştiremem, ben ancak, bana vahyolunana uyarım. Ben Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabına uğramaktan korkarım.'
De ki: 'Allah dileseydi ben onu size okumazdım, size de bildirmemiş olurdu. Daha önce yıllarca aranızda bulundum, hiç düşünmüyor musunuz?' Allah'a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalan sayandan daha zalim kim olabilir? Suçlular elbette felaha erişemezler." (10/15-17.)
Bir hareketin Kur'anî olmasının, sadece bir iddia olarak kendisini Kur'an'a nispetiyle gerçekleşecek bir durumu ifade etmediğini de bilmek gerekmektedir. Kur'anî olmak, Kur'an'dan hareketle diğer bilgi kaynaklarını değerlendirme ve faydalanma usulünü kabul etmekle ve bu usul içinde tasavvur, amel ve gayeleri oluşturmakla mümkündür. Zira nice hareket, teoride Kur'an'ı temel kaynak olarak kabul etmelerine rağmen pratikte -çok da fark etmeden- hadisleri, sahabe kavillerini, müçtehit imamları, camia önderlerini, atalarının algılarını, modern batıl ideoloji ve felsefeleri Kur'an'ın önüne geçirmiş ve -bunun doğal sonucu olarak- maalesef Kur'an'a aykırı hurafelerin ve pragmatik tavırların içine yuvarlanmıştır.
Kur'anî olma, hadislerden, sahabe kavillerinden, müçtehit âlimlerden, insanî bilgi ve tecrübeler vs.den yararlanmaya elbette engel değildir. Hatta İslami şahitliğimizi daha kolay ve daha güzel yapabilmek için, bunlardan yararlanmak büyük bir zorunluluktur. Bundan dolayı başta ümmetin icması/sahabelerin icması ve hadisler olmak üzere kendisini, bu zengin ve güzel kaynaklardan mahrum eden her hareket, ancak kendisine zarar verecek ve birçok acı tecrübeyi tekrar yaşamaya mahkûm olacaktır. Hal böyleyken yanlış olan, Kur'an'dan hareketle hadislere, içtihatlara, hocalara, filozoflara/entelektüellere gitmemek ve onları Kur'an'a göre değerlendirmemektir. Böyle olunca da Kur'an, zannî hadisler, cerh ve tadilden geçmeyen siyer bilgileri, içtihatlar, ideolojiler, çağdaş fikir akımları ve indî görüşler doğrultusunda değerlendirilmekte ve büyük yanlışlıklara düşülmektedir. Örneğin, Kur'an-ı Kerim kendisini anlaşılmak için kolaylaştırılmış (54/17), doğru yola iletici bir kitap (17/9) olarak tanıttığı ve bu hususu delaleti kat'i olan ayetlerle beyan buyurduğu halde, modern dönemin batıl ve indî düşünsel akımlarının etkisindeki bazı insanlar, Kur'an'ın/hakikatin anlaşılamayacağını ve herkesin doğrularının ancak kendilerini bağlayacağını iddia edebiliyorlar. Böylelikle kendilerini kapkaranlık bir yola mahkûm ettikleri gibi, sağlam bir kulpa/vahye yeterince tutunamamış kimselerin de vesvesecisi olabiliyorlar. Sonuçta da tıpkı kendilerinden önceki hurafeci atalarının içine düştüğü sapkınlığın bir benzerine düşebiliyorlar. O hurafeciler ki Kur'an'ın ancak bazı ruhbanlar tarafından anlaşılabileceğini iddia ederek, Allah'ın kullarını, dosdoğru yola ileten bir rehberden mahrum ediyorlar ve onları kendi indî, yanlış kuruntularına mahkûm ediyorlardı. Ancak eğer Kur'an'ın beyanları ihtilafları çözmek için yeterli ve açık değilse veya insanoğlu içinde olduğu coğrafya, kültür, tarih vs. gibi zindanlar sebebiyle Kur'an'ı anlayamayacak bir durumdaysa artık Kur'an'ın gönderilmiş olmasının ne anlamı kalır ki?
Üstelik Kerim ve Rahim olan Rableri, kulları zannî ve indî bilgilere mahkûm olmasınlar, doğru yol eğri yoldan ayrılsın ve sahih yol rahatlıkla bulunabilsin diye onlara "hûda"sını göndermişti:
"Dinde zorlama yoktur; Artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır. Tağutu (saptırıcıları) inkâr edip Allah'a inanan kimse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah işitendir, bilendir." (2/256)
"Biz bu Kitab'ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik." (16/64)
"Artık ne zaman Ben'den size doğru yolu gösteren rehber gelir de kim ona uyarsa, onlar ne yollarını şaşırır ve ne de sıkıntıya düşerler." (20/123)
Kısacası, tekrarlamak gerekirse, bir hareketin Kur'an'î olması sadece Kur'an'ı kaynak olarak benimsediğini ifade etmesiyle gerçekleşmez, aynı zamanda Kur'an'ın kaynak olma açısından biricikliğini -çünkü "hüküm ancak Allah'ındır"- bilmeyi ve kabul etmeyi de gerektirir. Üstelik bu kaynağın, sübut açısından tek kat'i metin olduğuna inanmanın yanı sıra temel boyutları itibarıyla anlaşılır olduğu da kabul edilmelidir. Bu ilkeleri benimseyen bir hareket, oluşturduğu usulde Kur'an'ı bilgiye ulaşmanın ilk aracı olarak kullanmalı ve diğer ikincil değerdeki bilgi kaynaklarına Kur'an'ın rehberliğinde yönelmelidir.
İslamî hareketin taşıması gereken bir başka özelliği de peygamberlerin yoluna tabi olması ve kendisini Nebevî sünnet'e göre şekillendirmesidir. Bu özelliği gelecek yazıda açmaya çalışalım inşallah.
Rabbimiz! Söylediklerimizden doğru olanlar, senin lütfün ve ikramından; yanlışlar ise bizden ve acizliğimizdendir. Bilmeyerek senin rızana aykırı olarak söylediğimiz şeylerden dolayı, yüce zatından bağışlanma talep ediyoruz. Yüceliğin ve azametin hakkı için, hakkı hak bilip ona tabi olmayı, batılı da batıl bilip ondan sakınmayı bize nasip buyur. Sen doğru yola eriştirenlerin en hayırlısı, merhametlilerin en merhametlisi, ikramda bulunanların en keremlisisin. Âmin, âmin, âmin…