İslami Hareket Sünnet Merkezli Bir Harekettir

ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

İSLAMİ HAREKET ÜZERİNE YAZILAR—3

Bismillahirrahmanirrahim. Yüce Allah'a hamd, şerefli elçisine selatu selam olsun…

Bir önceki yazımızda, "İslamî hareketin Kur'anîlik özelliğinin yanında, taşıması gereken bir başka özelliğinin de kendisini Nebevî Sünnet'e göre şekillendirmesidir" demiş ve bunu gelecek yazımızda açacağımızı söylemiştik.  Şimdi Rabbimizden yardım dileyerek bunu açmaya çalışalım.

Bilindiği gibi Resulullah'ın (s.a.v.) sünnetinin en iyi bilineceği kaynak, Kur'an-ı Kerim'dir. Zira Kur'an-ı Kerim Hz. Resulullah'ın beslendiği, kendisini onunla terbiye ettiği ve her uyarısına en güzel şekilde uyduğu yegâne kaynak olduğu gibi; Resulullah'ın pratiğiyle ilgili bize en sağlam bilgileri veren ve aynı zamanda sübût-u kat'i olan tek kaynaktır. (Resululah (s.a.v.), toplumundaki maruf örften yararlanmıştır. Ancak yararlanırken de bunların sahihliğini Kur'an'la test etmiştir. Dolayısıyla onun ahlakının da, sünnetinin de temelini Kur'an oluşturmuştur. Nitekim Aişe annemizin, Resulullah'ın ahlakını/halini soranlara; "Siz hiç Kur'an okumuyor musunuz? O'nun ahlakı Kur'an'dı" diye cevap vermesi veya Resulullah'ın  "Rabbim beni terbiye etti. O ne de güzel terbiye etti." diye buyurması bu gerçeği anlamamız için yeterlidir.)

Bununla beraber, biz hareketin sünnet merkezli oluşunu kastederken, Resulullah'ın Sadece Kur'an'dan bize ulaşan sünnetini kastetmiyoruz. Zaten Kur'an'ın her şeyin temel kriteri olması gerektiğini, İslami hareketin Kur'anîliğini izah ederken belirtmiştik. Sünnet merkezlilikten kastımız; Resulullah'ın bize ilettiği Kur'an'ın, hayat içinde pratize edilişini ifade eden hayatının merkeze alınmasıdır. (Bu sünnetler, Kur'an-ı Kerim'in dışında hadis, siyer gibi kaynaklarca bize nakledilen ve Kur'anın sağlamlık testinden geçebilen söz, amel ve takrirlerden oluşan örnekliklerdir. Başka bir ifadeyle daha sonra kavramlaşan ve ümmet tarafından Kur'an'ın emirleriyle de uyuştuğu için kabul edilen sünnettir. Bilindiği gibi bu anlamıyla kullandığımız sünnet, Kur'an'ı Kerim'de bugün kullandığımız kavram anlamıyla kullanılmamıştır. Resulullah'a ait örneklik anlamındaki bu kullanım, sonradan kavramsallaşmıştır.)  Bu anlamıyla, Resulullah'ın annelerimizle ilişki tarzından, siyasi organizasyonun yürütülmesine, eşyayla ilişkisinden, doğayla ilişkisine varıncaya kadar resul olarak yaptığı tüm örneklilikler merkeze alınmalıdır. Bilindiği gibi Kur'an, namazı emretmiş fakat vakit ve rekat sayısını net olarak bildirmemiş, zekatı emretmiş nisap oranına değinmemiş, el kesmeyi emretmiş fakat bunun hangi şartlarda ve nasıl uygulanacağı belirtmemiştir. Bu ve vb. sayısız detaylandırmaları Resulullah (s.av.) açıklamış, uygulamış ve uygulanmasını ümmetine emretmiştir. Zira yüce Allah, kendisine beyan sorumluluğunu vermiştir (16/44). Beyan da Kur'an'ın mücessemleştirilmesini gerektirir. Ayrıca sünnetin merkeze alınmasından kastımız, sadece bu tür ibadet ve hukukla ilgili hususlarla da sınırlı değildir. Tersine yukarıda ifade ettiğimiz gibi hayatın tüm boyutlarındaki uygulamalarını merkeze alan bir bakış tarzıyla sünnetin merkeze alınmasıdır. Hayvanlara fazla yük yüklenmemesi, çevrenin kirletilmemesi, ağaçların dikimine önem verilmesi, eşlere saygı gösterilmesi ve onlarla müşavere edilmesi, başka dinlerden olanlara dahi iyilik yapılması ve merhamete dayalı bir ilişki ve iletişim içinde olunması, Allah'ın kullarının kurtuluşu ve iyiliği için hiçbir ücret istemeden, ekmeğinden, zamanından, rahatından fedakârlıkta bulunarak davet ve cihadın zorluklarına katlanılması, savaştan önce mümkünse barışın tercih edilmesi vs gibi…

Bununla beraber, Resulullah'ın beşer olarak yemek, renk, elbise modeli vb. tercihlerinin uyulması gereken şeyler kategorisine girmediği de bilinmelidir. Zira Resulullah (s.av.), en iyi gurme, en iyi tarımcı, en iyi zırh yapıcı, en iyi tıpçı, en iyi iz sürücü değildir ve böyle olması da gerekmez.  Bundan dolayı savaş taktikleri ile ilgili olarak, kendisinin fikrinden daha isabetli fikirler söylendiğinde, kendi uygulamasından vazgeçmiş ve onlara uymuş, hastalıklarda tıpçılardan, hicrette yol bilen kılavuzların uzmanlığından yararlanmıştır. Dolayısıyla bu ve benzeri alana giren hususlar, Resullulah'ın beşer olarak söylediği ve yaptığı şeyler kategorisinde değerlendirilmelidir. Nitekim hurma aşılanması örneği, bu durumun en somut kanıtı olarak önümüzde durmaktadır.

Bilinmelidir ki; Resulullah (s.a.v.) hayatının tüm boyutlarındaki söz, eylem veya takrirlerini, ya Kur'an'ın direkt emirlerinin ve işaretlerinin bir gereği, ya Kur'an'daki hükümlere kıyasen ve içtihaden (İki kız kardeşle aynı anda evlenilemeyeceğine dair Kur'ani hükümden hareketle, Resulullahın, yeğenle birlikte teyze veya halayla evlenilemeyeceği hükmü gibi.), ya Kur'anın dışındaki iletişimlerde kendisine verilen bilgi ve tecrübelere (İsra'da kendisine gösterilen büyük ayetler; (İsra/1),  Cebrail (a.s.) asli hüviyetinde görme ve Rabbin büyük ayetlerinden bazısını görmesi (Necm/1-18), Mekke'ye girileceğine dair rüya (Fetih/57) vb. misaller gibi.), ya da Resulullah'ın insan olarak sahip olduğu bilgi ve hayat tecrübelerine dayanmaktadır. Resulullah'ın iletilenlere dayalı uygulamalarında yanlışa düşme ihtimali yoktur. Ama kendisinin ürettiği içtihatlarda yanılma payı vardır. Ancak, böyle durumlarda da Allah tarafından dine dönük uygulamaları düzeltildiğinden, sünnetine kayıtsız şartsız teslim olmak imanın zorunlu bir gereğidir. Nitekim Kur'an'ın,

"Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar." (4/65)          

"Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min olan bir erkek ve mü'min olan bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulü'ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapıtmıştır." (33/36)"

"Peygamber'e itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse bilsin ki, Biz seni onlara bekçi göndermedik." (4/80) ayetleri, bu konuyu yeterince açıklamaktadır.

Zaten Müslümanlar, bir şeyin Resulullah'ın sünneti olduğunu kesin olarak anladıklarında, aralarında ihtilaf etmezler. Sadece bu emir ve uygulamanın hangi zaman ve zeminde, hangi illetle gerçekleştiğini müzakere eder ve gereğini yaparlar.

Asıl sorun, sünneti bize ulaştıran hadis ve siyer gibi kaynaklarımızın sübûtunun Kur'an gibi sabit olmaması ve bu nedenle zanniliği içinde barındırmalarıdır. Zira bilindiği gibi siyer, cerh ve tadil ilminin ölçüsüne vurulmadan, sağlaması yapılmadan bize ulaştırılmıştır. Hadisler ise, değerli muhaddislerimizin, saygıyı hak eden gayret ve fedakârlıklarıyla bize ulaştırılmıştır. Ayrıca muhaddislerimiz, bu nakil sırasında sağlam haberleri/hadisleri yanlışlardan ayırmak için çok ciddi bir ilmi metot geliştirmiş ve bu metotla yüksek oranda hedeflerine de ulaşmışlardır. Yalnız her insani çabanın birçok eksikleri olacağı gibi, bu çabaların da birçok zaaflarının olacağı açıktır. Nitekim ravilerin güvenilir insanlar olmalarına rağmen insani zaaflardan kaynaklanan; unutma, yanlış hatırlama, karıştırma, eksik anlatma, bağlamından kopararak nakletme gibi eksiklikleri olmuştur. Fakat bunlardan çok daha önemli bir zaaf metin tetkikinde görülür. Zira bugün birçok Müslüman'ın düştüğü Kur'anî değerleri en merkeze alarak değerlendirmeme eksikliği, hadisçilerimizin çoğunda da görüldüğünden, maalesef bir çok zaaflı hadis, nakledilen kitaplarımızda yer bulabilmiştir. Elbette incilerin içinde taşların bulunması, incileri atmamızı gerektirmez. Tıpkı içinde incilerin oluşundan dolayı cürufatı almamız gerekmediği gibi. Yapılacak şey incilerle, taşları birbirinden ayıracak bir elek kullanmaktır. Bu elek, bizi hadislerdeki ve siyerdeki rahmet peygamberinin aydınlatıcı örnekliklerinden yararlanmaya götürecektir.  Şüphesiz bu elekte sübûtundan şüphe olmayan ve yolun en doğrusuna ileten Furkan'dır.

Bilinmelidir ki sünnetten yararlanma çabası tercihimize bırakılan, yapmadığımızda da bize fazla zarar vermeyen bir husus değildir. Tersine Kur'an'ın doğru bir şekilde anlaşılması için sünnetten yararlanmak, büyük bir zorunluluktur. Nitekim sadece Kur'an bize yeter diye, resulün aydınlatıcı sünneti yerine, batının etkisindeki akıllarını ve hevalarını koyanlar, Kur'an dışı meseleleri çözmeyi bir yana bırakın, Kur'an'da bile sayısız ihtilaflara düşerler. Ülkemizde mealci, Pakistan'daki ehli Kur'an kesimleri, bunun en ibretlik örnekleridir. Bu kesimlerin, sadece namazın vakitlerinde bile onlarca fırkaya bölünmeleri, bu yolun çıkmaz sokak oluşu için yeterli bir delildir.

Ayrıca sadece kıyısından, köşesinden sünnetten yararlanma da yetmeyecektir. Bu nedenle İslami hareket, sünnet merkezli olmalıdır diyoruz. Zira bir fert de, fertlerden oluşan bir hareket de somut, kendi cinsinden örnekliklere muhtaçtır. Bundan kendini mahrum eden fert ve hareketler, kendilerini sadece yanlış düşüncelerin girdabına bırakmakla kalmazlar, aynı zamanda; ruhsuz, ufuksuz, ibadetsiz, edepsiz, geçimsiz, merhametsiz kabalıklara da mahkûm olacaklardır. Zaten böyle bir ihtiyaçtan dolayı Allah, hiçbir zaman sadece kitap yollamamıştır. Kendisine kitap verilmeyen peygamber vardır, fakat peygambersiz gönderilen kitap yoktur. Peygamberlerin melek olarak değil, beşer olarak gönderilmelerinin sebebi de aynıdır. Zira insanın ihtiyacı kendisi gibi; acıkan, özleyen, korkan, evladından ayrılmak istemeyen zaaflı bir varlığın olumlu modelliğidir. İşte sünnet, peygamber olsa bile,  kendi cinslerinden ve böylesine zaafları olan bir insanın örnekliğidir. Dolayısıyla insana, zaaflarıyla beraber yükselebileceği ufukların umudunu ve örnekliğini gösterir. Nitekim peygamberin sünnetini/örnekliğini yeterince gündemleştirmeyenlerin; edep, ahlak, ibadet, tevazuu, paylaşım, merhametlilik, hikmet, fedakârlık ve gayretten yana sıkıntılarının arttığı, her vicdan sahibinin kabul edebileceği bir gerçektir.

Bu nedenle İslami hareketin, peygamberin sünnetini merkeze almama gibi bir lüksü yoktur. Zira böyle bir durum, İslami hareketin, Kur'an'ın canlı bir örneği olma hedefine aykırıdır. Canlı Kur'an olmanın yolu olan sünneti ihmal ederek, bir hareketin Kur'anî olması da mümkün değildir. Nitekim yüce Rabbimiz, bu gerçeği, biz kullarına şöyle haber verir;

" Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler." (3/164)

 "Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulullah en güzel örnektir." (33/21)

"Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah'ındır. Allah güçlü olandır. Hakim olandır.Doğrusu seni şahit (Kuranı mücessemleştirici), müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Ey insanlar, siz de Allah'a ve Peygamberine inanasınız, ona yardım edesiniz, O'na saygı gösteresiniz ve O'nu sabah akşam tesbih edesiniz." (48/7.8.9)

Yüce Rabbimize duamız, bizi, resulüne tabi olmanın önemini anlayan ve bunun gereğini en güzel şekilde sünnetine sarılarak yerine getiren kullarından eylemesidir. Rabbimiz bizleri nurunun yansıtıcısı olan siracen münira'nın/resulünün aydınlığından mahrum eyleme ve bizi ahirette ona komşu eyle. Amin, amin, amin!..