Mustafa Öztürk, Karar gazetesindeki köşe yazısında Kur’an’ın literalist/lafızcı yaklaşımla okumayı “Entegrizm” kavramı üzerinden okuyarak bir analiz yapıyor:
Entegrizm modern hayatın kendi dinamikleri içerisinde meydana gelen her türlü değişim ve gelişime karşı müthiş bir direnç geliştirme ve bir nevi kemikleşme hâlidir. Bu hâl siyasette de, devlette de, din ve diyanette de cari olabilir. Bizim burada bahis konusu edeceğimiz entegrizm dinî-İslâmî entegrizmdir. Roger Garaudy dinî entegrizmi “modern hayatın şartlarına uyum sağlamayı reddeden bazı Katoliklerin kafa yapısı”, “dinî bir faaliyet içerisinde her türlü gelişmeye veya her türlü değişime karşı sertleşme ve kemikleşme hali” diye tanımlar. Ona göre ister Yahudi ve Hıristiyan kökenli olsun, ister İslam kökenli olsun, günümüzde tüm entegrizmler gelecek için en büyük tehlikedir. Entegrizmlerin muzaffer olması demek bütün beşerî toplulukların kendi içlerine kapanmış halde çatışmaya hazır fanatik gruplara dönüşmesi demektir.
***
Entegrizm siyasi veya dinî bir anlayışı tarihin bir önceki sahip olduğu kültür yapısı veya müesseseleriyle özdeş kılmaktır. İster siyasi ister dinî olsun, adeta ilâhî bir seçimle, mutlak kemale ermiş kesin bir hakikati temellük etmek ve başkalarının fikirlerine hiç değer vermeyip sırf kendi görüşünü dikte etmek iddiasındaki tüm söylemler ve hareketler entegrizm kategorisinde yer alır. Dolayısıyla entegrist de bir bakıma totaliter anlamı taşır. Hareketsizlik, uyumsuzluk, geçmişe dönüş özlemi, sıkı gelenekçilik, taassup, içe kapanma, dogmacılık gibi vasıflarla tebarüz eden entegrist tutumun geçmişte ve günümüzde birçok versiyonundan, sözgelimi Selefî, Vehhâbî, Suûdî entegrizmlerinden söz edilebilir. Garaudy’e göre dinî anlayış ve kavrayışta İslâmî entegrizmlerin ortak paydası “fıkıh” ile “şeriat”ın birbirine karıştırılarak şeriat kelimesine yanlış bir anlam yüklenmesi ve tıpkı bir hukuk kodu gibi algılanan Kuran metninden hazır çözümler üretilmesi isteğidir. Entegrist İslamcıların takip ettikleri bu yol, Bossuet’in Kutsal Kitaptan Alınmış Politika adlı eserde takip ettiği yoldan pek farklı değildir. Burada takip edilen yol şudur: Kur’an’daki bazı ayetlerin ilkesel-öğretisel bütünlükten ve vahyedildikleri olgusal zeminden soyutlanarak ele alınması ve bunlardan tüm zamanlarda uygulanabilecek hukuki sonuçlar çıkarılacağına inanılmasıdır ki tam bu noktada Garaudy’in şu çarpıcı ifadelerini aktarmakta fayda vardır: “Köleliğin hüküm sürdüğü bir toplumsal yapı içinde efendinin hak ve görevlerini açıklayan nasların lafzî mucibince tatbiki için ne yapmamız gerekir? Bunu mümkün kılmak için kölelik kurumunu geri mi getirmeliyiz? Ayrıca efendi statüsündeki kişinin kendi kölesini ve savaş esirlerini cariye olmaya zorlamasını kabul mü etmeliyiz? Allah’a hoş görünmenin yolu bu mudur?”
Kur’an’ın literalist/lafızcı yaklaşımla okunması entegrizmin tipik bir tezahürüdür. Garaudy bu okuma tarzını Kur’an’ı doğru anlayıp yorumlamanın önündeki en büyük engellerden biri olarak görür. Ona göre Kur’an’ı lafızcı yaklaşımla okumanın bilindik örneklerinden biri, “Erkek ve kadın hırsızın ellerini kesin” (Mâide 5/38) mealindeki ayetin geleneksel yorumudur. Ne var ki hırsızın elini kesmek suretiyle şeriatı uygulama iddiasında bulunmak işe en sondan başlamaktır. Ayrıca söz konusu ayetteki hüküm sonsuz rahmet sahibi Allah fikrinin el kesme gibi geri dönüşü olmayan bir ceza ile pek uyuşmadığı bir bağlamda yer almaktadır. Çünkü bir sonraki ayette, “Her kim işlediği suçtan (zulüm) sonra tövbe edip kendisine çeki düzen verirse, şüphesiz Allah onun tövbesini kabul eder. Allah çok affedici, çok merhametlidir” buyrulur. İlâhî kanuna sadakatle uymaya çalışan bir toplumun ilk görevi, hırsızlığa yol açan şartları, yani her türlü sosyal adaletsizlik ve sefaleti ortadan kaldırmak olmalıdır. Kısacası, hiçbir şey sosyal adaleti hâkim kılmazdan önce cezai müeyyide uygulamak kadar Kur’an’ın ruhuna aykırı olamaz. Ayrıca küçük hırsızın elini kesmek, dünyanın onca zenginliğini biriktirip tekelleştiren sayısız büyük hırsızla ikiyüzlü bir suç ortaklığına girmek anlamı taşır.
***
Diğer taraftan, bugünkü Suudî entegrizmi şeriatı istismarın yanı sıra görkemli camileri ve cübbeli din adamlarıyla tüm dünyaya İslam adına sadece dinî yasak ve baskı neşretmektedir. Bu çerçevede servetin en haramını muhafaza etmek uğruna belki de hırsızlığa mecbur kalacak halde yaşayan fakir insanların elleri kesilmekte ve üstelik bunun ilâhî rızaya uygun bir uygulama olduğu ilan edilmektedir. Suudî entegrizmine özgü sahtekârlığın başka bir dramatik örneği Mekke’ye giden yol üzerinde yer alan ve üzerinde hiçbir gayr-i müslimin şehre giremeyeceği ikazı bulunan levhadır. Necranlı bir grup Hıristiyanı kendi mescidinde ağırlayıp ibadete davet eden Hz. Peygamber’in sünnetine mugayir bu ikaza göre samimi bir Hıristiyan Suudîlerin Mekke’sinde ibadet edemez. Hâl böyleyken, 1979 yılında bazı isyancılar Suud rejimine karşı Harem-i Şerif’te ayaklandıklarında Kral onları camide avlamak için Yüzbaşı Barril komutasındaki Fransız antiterör timini Mekke’ye davet etmekte beis görmemiştir. Yine 1978’de Suudî güvenlik birimleri İranlı hacıların gösterisini önlemekte aciz kalınca Alman General Ulrich Wegener milli muhafız askerlerine eğitmen olarak atanabilmiştir.