Bülent Gökgöz ve Hüseyin Çağlar’ın ele aldığı seminer başlığında Kimliksel ve İlkesel Problemler, İmkânlar ile İmtihan ve İktidarla İlişkilerde Ölçü alt başlıkları değerlendirildi.
Bülent Gökgöz, İslami camiadan kastedilenin Müslüman bireyler, öbekler ile Müslüman fertlerin bir araya gelerek oluşturdukları ve tüzel kişilik, kurum haline geldikleri yapıların olduğunu tanımlayarak söze başladı. Hem fert bazında Müslümanlar hem de onların kollektif olarak bir tabela altında oluşturdukları birliktelikleri ele almanın, muhasebe yapmanın; İslami mücadele ve sorumluluklar açısından zorunluluk içerdiğini belirten Gökgöz, Müslümanlar olarak hem kendimizin hem de içinde bulunduğumuz, aidiyet oluşturduğumuz yapıların Allah’ın rızalığını kazanma doğrultusunda yeterli çabayı gösterip göstermediklerini, ortaya konan çabaların doğru istikamette seyredip seyretmediğini değerlendirme, özeleştiri süzgecinden geçirmek zorunda olduğumuzun altını çizdi.
Konuşmacı devamında şunları kaydetti: “Allah Rasul’ünün ve ashabının 23 yıllık tebliğ ve davet çabasında gösterdiği adanmışlığı, fedakârlığı ve hikmetli mücadele tarzını bizler de gösteriyor muyuz? İçinde bulunduğumuz dernek binası gibi hem maddi-fiziki imkânlarımızı hem de bilgiye, doğrulara ulaşma imkânlarımızı ne şekilde verimli kullanıyoruz? Haftada bir ya da birkaç kez bir araya geldiğimiz derslerimizi hayatın içerisine yayabiliyor muyuz? Bu soruları hepimiz kendimize sormalıyız.
İslami çalışmalarda salihat ile hayır-hasenat ayrımına dikkat etmeliyiz. Önceliğimiz ıslah çabası olmalı ve bunun yanında hayır çalışmalarını da yürütebilmeliyiz. Emr-i bil maruf nehyi anil münker sorumluluğu olan İslami mücadele ancak İslami kimlikle verilebilir. Rabbimizin Müddesir suresinin 4. ayetinde dile getirdiği elbiseni temizle emrini aynı zamanda elbisemiz olan kimliğimizin temiz olması şeklinde anlamalıyız. Bizler için Müslüman kimliğin dışındaki her türlü inanış ya da davranış biçimi cahili olarak tanımlanmakta. İslami mücadele anlayışından sivil toplumcu anlayışa yöneldiğine tanık olduğumuz çalışmalarda kurumlarımızın bağımsız, sivil kalmasına özen göstermeliyiz. Aynı şekilde son yıllarda İslami camianın kurumları kendilerini belli alanlara hapsederek, ülke ve dünya genelinde yaşanan çarpıklıklara, adaletsizliklere tavırsız kalma ataletine savrulmakta.”
Müslümanların iktidar öncelikli anlayışlardan uzak durması gerektiğini belirterek sözlerine başlayan Hüseyin Çağlar, iktidar öncelikli yaklaşımların hedefe ulaşma adına İslami ilke ve değerleri yok sayan yaklaşımlara en iyi örneğin Fetö’nün 28 Şubat sürecinde başörtüsünü teferruat olarak görmesinin verilebileceğini söyledi. Çağlar, İslami camiaların bir kısmı açısından iktidar tasavvurlarının AK Parti ile gerçekleşmiş görüntüsü arz ettiğini belirterek konuşmasına şu şekilde devam etti:
“Bu mevcut durumun tek siyasal gerçeklik olarak algılanmasını da beraberinde getirmekte. Bununla birlikte iktidarla gelişen ilişkiler de bu tahayyül üzerinden şekillenmekte. Destek ve sahiplenme belli ölçülerde anlaşılabilir bir şeydi ve olmalıydı da. Ama maalesef destek ve sahiplenme süreci zamanla evrildi. İslami camialar bir noktadan sonra elde edilen kazanımlarını da koruma içgüdüsü ya da kimi kaygılar ile iktidarın olumlu ya da olumsuz her yaptığına sahip çıkmak gibi bir eğilime girdi. Maalesef bu eğilim, ölçüsüzlükleri de peşinden getirdi.
‘İçinden geçtiğimiz olağanüstü şartlar’ söylemiyle adeta yanlış kabul etmeyen, yanlış olduğu apaçık belli olan söylem ve eylemleri bile ‘karşı tarafa malzeme vermeme’ gerekçesiyle savunan bir yaklaşım yaygınlaşmış durumda. Müslümanlar olarak, gerek kimliğimizin bize yüklediği sorumluluk, gerekse de dost olarak gördüğümüz ve ümmetin maslahatı adına ayakta kalmalarının faydasına inandığımız için iktidarları eleştirmeyi, yanlışlarını söylemeyi, onlar dinleseler de dinlemeseler de uyarmayı sürdürmeliyiz. İktidar hırsıyla, Müslümanların haklı uyarılarını, hayra yönelik eleştirilerini idrak etmekten aciz olsalar bile, bunun bir görev ve aynı zamanda da iyilik olduğunu unutmamalıyız.”
Sunumunun son kısmında Hüseyin Çağlar, uyarırken, eleştirirken hakka davet sorumluluğu ile davranılması gerektiğini ve muhataplarının zaafa düşmesini, yıpranmasını değil, bilakis zaaflardan arınmasını arzuladıklarını belli eden bir tutum ve tarz içinde olunması gerektiğini hatırlatarak sözlerine son verdi. Program soru ve cevapların ardından sona erdi.