Yaşar Değirmenci / Yeni Akit
İslami camiada Atatürk dalgası - 3
…Gençliğe kutsalları kaybettirilip zaman, zemin ve zihin işgali sonucu Kemalizm kutsal hale getiriliyor. Her türlü değer yargısı kaybolmuştur, toplumun sabiteleri yok olmuş, sahte hakikatlere alıştırılmıştır. Kadim zamanlardan gelen değerler iptal edilmiş, bir medeniyete duyulan aidiyeti sağlayan her türlü bağlar koparılmış, vicdanlarda, gönüllerde yaşatılan hakikat ile hayata hâkim olan değerler birbiriyle çatışır hale gelmiştir. Bütün bunlarla yüzleşmeden, hesaplaşmadan var oluş sorununa sünger çekilerek adeta uyuşturucu çözümler sunulmaktadır. İster zihin karışıklığı, zihin işgali, dijital işgal deyin bütün bunlar yaşanıyor.Modern hayat zihin dünyamızı, ahlak anlayışımızı, siyasal ve sosyal duruşlarımızı belirlerken aynı zamanda kişiliklerimizi bölüyor, bilinçlerimizi parçalıyor. Günlük hayatta Müslümanca yaşamaya çalışırken zihin kalıplarımız, düşünüş biçimlerimiz ve kavramlarımız ödünç alınmış modellerle kuşatılıyor. İslâm’ı sadece bireysel bir inanç olarak gören Kemalistler, bu ülkenin enerjisini, gücünü, dinamizmini yok etmek isteyen şirret güçler, toplumda yapay gündemler oluşturdu.
...
Allah eksenli tevhîdî bir hayat tasavvuruna dayanan medeniyetimiz hiç düşünülmemiştir. Tarihi şahsiyetlerin yaptıklarıyla, yapmadıklarıyla, gerisinde bıraktıkları izlerle hatırlanacağını, biz neler yaptık, neler yapamadık muhasebesinin günleri olması gerektiğini düşünmeliyiz. Ülkemize, milletimize, devletimize ve insanımıza sahip çıkmak birinci görevimiz olmalıdır. Bu sahiplik şahısların putlaştırılması, putlaştırılan insanın ‘ortak değer olması’ ile olmaz. Kemalizm’le entelektüel olarak yüzleşeceğiz ve hesaplaşacağız.
Türkiye, neden İslam devleti olarak kuruldu ama sonra laik devlet yapıldı? Cumhuriyet, bir İslâm devleti olarak kurulmuştu. 1928 yılına kadar Anayasa’nın ikinci maddesinde, “devletin dini, din-i İslâm’dır”, diye yazıyordu. Neden 1928 yılına kadar bu madde anayasaya yerleştirilmişti ve neden 1928 yılından itibaren bu madde anayasadan çıkarılmıştı? Bu soru basit bir soru değil. Sadece bu sorunun cevabının izini sürmek bile, Türkiye’nin nasıl tarihini, kimliğini, medeniyet iddiasını ve ruhunu yitirmeye zorlandığını görmeye yeter.
Millî Mücadele, İslâmî ruhla, sarıklı mücahitlerle kazanıldı; ama zamanla bu sarıklı mücahitlerin temsil ettiği, tarihî yolculuğumuzun, medeniyet yolculuğumuzun ruh kökleri, temellerini oluşturan İslâmî ruh inkâr edildi, yerine bu toplumda karşılığı olmayan laik bir ruh ikame edilmeye çalışıldı. Cumhuriyet’in ilanı medeniyet dönüşümü bağlamında tarihte atılmış en radikal karar. 1928 yılında yapılan harf inkılabı Kur’an alfabesini yasakladığı için Atatürk’ün tespitiyle ‘yeni kuşaklar bin yıllık hazineden mahrum kalmışlardır.’ 15 Kasım 1974 tarihinde Milliyet Gazetesinde Atatürk’ün Fikir Kaynakları yazısında, ‘Latin harflerini aldık, yeni kuşakları binlerce yıllık geçmişin hazinesinden yoksun bıraktık.’ dediği naklediliyor. Belki bir özeleştiridir ama Atatürk bunları söylerken bence yanlış yaptığını itiraf etmiyor sadece bir gerçeği bir olguyu dile getiriyor.
Dinimize uyalım, dinimizi kendimize uydurmayalım. İslam’a teslim olalım ve Peygamberimizi en güzel ile temsil edelim, hayatın dışına itmeyelim. Sahte kutsallarla mücadelesini, putları yıktığını unutmayalım. Oryantalistlerle, sekülerleşme ile paganizmle, putlaşmalarla, sahte kutsallarla mücadele; Peygamberimizin izini sürmektir. Her hal ve şartta, her millî gün ve törenlerde bu duygulardan uzaklaşılmaz/uzaklaştırılamaz. Din/iman ve devlet, aynı potada yoğruldukça biz, büyük devlet ve büyük millet olmuşuzdur.
Tarih, bir ibretler aynasıdır. Bugün, hâlâ benzer sancılar içindeyiz. Bizim bir millî-manevi zâfiyet meselemiz vardır. Dine toplumsal hayatın kapılarını (laiklik, demokrasi, vs. toplumsal hangi isim altında olursa olsun) kapatırsanız dinin zayıflaması devlet için tehlikedir. Devletin sahibi millettir. Milletin dini, milletin manevi yapısı, devletin himayesi altındadır. Kapitalizm ve sekülerleşme trendleri cemaatleri kuşatıyor. Moderniteyle gelen en büyük imtihanlar bunlar.
Bu dünyevileşme sebebiyle hizmet ruhundan kopuk dayanışma tarzları doğuyor. İslam’ın dayanışma ruhu bu defa holdinge, paraya, lobiye ve güce dönüşüyor. Dayanışma manasını kaybediyor, ritüeller ve iç dünyasından kopukluk gösteriyor. Cemaat, millete ruh verme kabiliyetini kaybediyor. Kaybeden sadece şeyh, lider, mürit ya da mümin olmaz. Kaybeden millet olur. Çünkü millete mana ve ruh veren kudret cemaatlerdedir. Onlar imtihanı kaybettikçe milletler de kaybeder. İnsanı dünyaya tapmaktan koruyan ve ona ruh kazandıran yapılar olmaktan çıkıp dünya peşine takıldığı için de Kemalistlerle birliktelikten de hiç çekinmez hale gelmişlerdir. Kimse de cemaatlerin kaybetmesine sevinmesin! Çünkü kaybeden hepimiziz aslında. Mahalle, çevre, toplum, Müslümanlar. Bu İslam cemaat tarihi, Türkiye’de ulusal sol ve Kemalizm tarafından imha edilmekle kalmadı. Aynı zamanda öcü gösterilerek ötekileştirildi.
Öncelikle, dini temsil eden kurumların (camiaların, cemaatlerin) dine uymayan faaliyetlerini bırakmaları, istikamet sapmasından kurtulmaları şarttır. Nefs muhasebesi yapıp tutumlarını hemen terk etmeliler. Kemalist bakış İslami camiada yeniden yükseliyor. Hassasiyetini kaybetmeyen değerli hocalarımız da var. Meselâ Faruk Beşer Hocamızın Twitter’daki ifadeleri ne kadar güzel. “…Şimdi ise geldiğimiz noktada Atatürk ve Kemalizm güzellemeleri yapanlar ortaya çıktı. Bu gidişle bir yerlere toslayıp bilincini hepten kaybetmeme şansı yok gibi gözüküyor. Tabii, biz değerler sıralamasını bilemez ve siyaseti bir vasıta olarak değil, hedef olarak görürsek Müslümanları asıl kıblelerinden bizzat biz kendimiz çevirmiş oluruz. Doğru İslam, bizim siyasetimize hizmet eden İslam olmuş olur. Bunun vebali de çok büyüktür. Bu sebeple istikametten ayrıldığımız, yamulduğumuz zaman yönümüzü kontrol edip düzeltecek sabitelere, alemlere ihtiyacımız var.” (6 En’am 150, 151) ayet mealleriyle bitireyim.
“Allah şunu yasak etti diyen, bilgi sahibi şâhitlerinizi, önderlerinizi getirin. Eğer onlar şâhitlik ederlerse, sen onlarla birlikte olup şâhitlik etme. Âyetlerimizi yalanlayanların ve âhirete, ebedî yurda iman etmeyenlerin şahsî arzu ve ihtiraslarına, bâtıla uyma. Onlar, başkalarını Rablerine denk tutuyorlar” de. De ki: “Gelin Allah’ın gerçekten neyi yasakladığını size anlatayım: O’ndan başka şeylere asla ilâhlık yakıştırmayın; anne babanıza iyilik yapın ve onlara karşı saygısızlıkta bulunmayın ve çocuklarınızı yoksulluk korkusuyla öldürmeyin; çünkü sizin de onların da rızıklarını sağlayacak olan biziz. Açık veya gizli hiçbir utanç verici fiil işlemeyin ve adaleti yerine getirmek dışında, Allah’ın kutsal saydığı insan hayatına haksızca kıymayın. Allah size aklınızı kullanasınız diye bunları emreder.” İnsan: Allah’tan başka bir ilâh, kulluk edilecek bir mabud kabul ettiğinde, her yönüyle yalnızca Allah’a ait olan sıfatları bir başka varlığa daha verdiğinde, kuvvet ve kudretinde Allah’a bir ortak daha tanıdığında, Sahip olduğu haklar ve bunların ifâsı hususunda Allah’a bir başka ortak daha tanıdığında müşrik olur.