Bir bayan tarih yazarının yaptığı gibi İslâm dînini, ya bilgi ve usul eksikliği veya peşin hükümle ve maksatlı olarak -olduğundan farklı- anlatan ve yorumlayanlara göre "o bir savaş ve kılıç dînidir, kendisini insanlara zorla kabûl ettirmiştir, Müslümanlar imkân bulur, bir ülkede veya dünyada hâkimiyeti ele geçirirlerse başka dinden olanlara hayat hakkı tanımazlar. İktidara gelememeleri ve güç yetirememeleri halinde ise teröre başvurur, masûm insanları öldürürler..."
Saptırma kasıtlı olur, ama yanlış anlama, yorumlama ve hüküm çok kere bilgi eksikliğine veya konunun uzmanı olmayanların usulsüz anlama çabalarına dayanır. İslam'ın temel kaynaklarından bir hükme ulaşmak isteyenlerin önce gerekli ilimleri tahsil etmeleri, sonra da mutlaka usul çerçevesinde hareket etmeleri zaruridir.
İslâm'ın temel kaynağı Kur'ân-ı Kerim ile Hz. Peygamber'in (s.a.v.) açıklama ve uygulamaları yukarıda özetlediğim iddiayı/iftirayı kesin bir dille reddetmektedir. Eğer Müslümanlar şu veya bu yerde ve zamanda İslâm'ın buyruklarına, örnek Peygamber'in (s.a.v.) uygulamalarına aykırı davranmışlarsa bu İslâm'ın değil, onların (bunu yapan şahıs veya grupların) suçu, günahı, ayıbı olur; hem hükümde hem de cezâda genelleme yapmak zulümdür, terörün bir başka çeşididir.
Savaş ve barış konusunda birçok âyet içinde birkaç örneğe baktığımızda şu tablo ile karşılaşırız:
"Eğer barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a güven; O her şeyi işitendir ve bilendir. /Seni oyuna getirmeye kalkışırlarsa kuşkusuz Allah sana yeter; yardımıyla ve müminlerle seni destekleyen O'dur. /Müminlerin gönüllerini birleştiren de O'dur. Dünyanın bütün servetini harcasaydın onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını düzeltti, O izzet ve hikmet sahibidir." (Enfal: 8/61-63)
"Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz, bizi halkı zâlim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!" diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?/ İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise bâtıl dâvâ uğrunda savaşırlar. Şu halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki, şeytanın tuzağı daima zayıftır." (Nisâ: 4/75- 76)
"Kendilerine haksız yere saldırılan kimselere savaşma izni verilmiştir. Şüphesiz Allah onlara yardım etmeye kadirdir./ Onlar ki, sadece "bizim Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Çünkü Allah insanların bir kısmı ile diğer kısmını savunmamış (onlara yönelen haksız saldırıyı püskürtmemiş) olsaydı şüphesiz içlerinde Allah'ın isminin çokça anıldığı manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılıp giderdi."(Hacc:22/39-40)
Ebû Bekir İbn el-Arabî'nin de isabetle kaydettiği gibi (Ahkâm, II, 854) bazı âyetlerde geçen "fitne ortadan kalkıncaya ve dînin tamamı Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın..." meâlindeki cümleyi (meselâ Enfal: 8/39) iki şekilde anlamak mümkündür. 1. "Dünyada veya bölgede hiçbir müşrik kalmayıncaya ve herkes Müslüman oluncaya kadar". 2. "Din ve vicdan hürriyeti yerleşinceye, herkesin serbestçe dînini yaşaması imkânı doğuncaya ve böylece hak olsun bâtıl olsun din seçimi ve dinî hayat baskıya değil, samîmî inanca dayanıncaya kadar."
İkinci anlayışın doğru olduğu, Hz. Peygamber'den (s.a.v.) beri örnek devirlerde görülen uygulama ile ortaya çıkmıştır; çünkü hiçbir devirde savaş, Müslüman olmayanları zorla İslâm'a sokmak veya öldürmek için yapılmamıştır.(Tenkitsiz olarak rivayet edilen bazı olaylar ya çizgiden çıkanlara aittir veya aslı yoktur.) İslâm'ın savaştan amacının ne olduğu, meâli yukarıda verilmiş olan âyetle (Enfal:8/61) açıklanmış olmaktadır: Zulmü ve saldırı ihtimâlini ortadan kaldırmak, meşrû savunmada bulunmak. Bu zarûretler yüzünden başvurulan savaş, karşı tarafın zulümden ve saldırıdan vazgeçerek barışa yönelmesi ile gereksiz hale geleceği için buna müsbet cevap verilmesi, barışmak isteyenle barışılması emredilmiştir.
(Bir yazılık daha sözüm kaldı)
YENİ ŞAFAK