İslamcılığı bir 'batılılaşma manasında modernleşme', bir 'sekülerleşme', bir 'İslam kılığında İslamdan uzaklaşma' olarak anlamakta ısrar eden bazı yazarlara, Osmanlı'nın son döneminde İslam dünyasında, İslam'ı din, hayat düzeni ve medeniyet olarak korumaya çalışan fedakâr insanların (İslamcıların) hayatlarını ve eserlerini okumalarını tavsiye ediyorum.
Şunun bunun yorumlarına aldanmamak için tek yol bu zevatın eserlerini okumak ve yaptıklarını –İslam düşmanlarından, siyonist ajanlardan değil- sahih kaynaklardan okuyup öğrenmektir. Ben karınca kararınca bu tavsiyeme bir zemin hazırlamak için yüz İslamcı (müceddid, İslami hareket öncüsü) zat seçtim, bunların hayat hikayelerini, düşüncelerini ve ıslahat programlarını birinci derecede kendi eserlerine, ikinci derecede ise sahih kaynaklara dayanarak yazmaya başladım. Birinci cilt İZ Yayıncılık'tan çıktı, ikinci cildi de teslim ettim, üçüncü cilde çalışıyorum ve dostlardan dua bekliyorum.
Bir çeşit muhafazakârlık adına tarihi günümüze taşımaya, asırlarca önce yanılabilir (peygamber olmadıkları için masum da olmayan) insanların ictihad ve yorumlarını bugünün müslümanlarına dayatmaya çalışan, bu bağlamda islamcıları da insafsızca eleştiren/karalayan çoğu iyi niyetli insanların dillerinden düşürmedikleri bir ifade/tavsiye var: Çare sünnet ile ameldir; yani Peygamberimiz (s.a.)in yolun takip etmek, onu örnek almaktır.
Onlar bilmiyorlar mı ki, Kitab ve Sünnet ile amel herkesten önce islamcıların tavsiyesi, ilkesi, olmazsa olmaz şartıdır.
Ama (işte kavga bu amadan sonra kopuyor) sünnetle amel nasıl olacak?
Hadis diye rivayet edilen her metin sahih midir ve sünneti (peygamberimizin uygulamamızı istediğini) mi bize taşımaktadır?
Sahih hadislerle sabit bir sünnet, belli bir mezhebin ictihadına uygun değilse, mezheb mi uygulanacak, hadis (sünnet) mi?
Birçok müctehid, mesela altı sahih denilen hadis kitabında geçen ve 'sahih' denilen birçok hadis ile amel etmemiş (bunları uygulamamış), ya kıyas, mesalih vb. kurallarla ictihad etmiş veya başka bir hadisi veya hadis yorumunu tercih etmiştir. Kendilerince (on kadar madde ile tespit edilmiş bulunan) meşru ve makul gerekçelerle belli hadislerle ameli terk eden müctehidler, 'sünneti terk eden islamcılar' mı oluyorlar!?
Bilim, teknik ve teknolojinin alanına giren konularda Peygamberimizin söylediklerine -bunların vahye dayalı olmadığını anlayan ashab- itiraz eder, farklı görüşler ileri sürerlerdi; bunlar sünnetle amel etmemiş mi oldular?
'Bir toprağı ıslah eden oraya sahip olur' mealindeki hadisi Ebu Hanîfe ve daha başka bazı müctehidler, 'Peygamberimiz bu sözü, devlet başkanı sıfatıyla söylemiştir, malik olabilmek için önceden izin alınması gerekir, halifeleri farklı uygulamalar yapabilirler, izin vermeyebilirler' diye yorumluyorlar. Farklı uygulama yapan ve bu toprakları, izinsiz ıslah edene mülk olarak vermeyen müslüman yöneticiler sünnete yan mı çizmiş oluyorlar?..
Bu örnekleri ve soruları çoğaltabiliriz; ama önemli olan maksadımızdır; ona gelince:
Sünnet başımız gözümüz üstüne; ama onu doğru anlamak ve maksadına uygun yaşamak şarttır.
YENİ ŞAFAK