Necmettin Erbakan Hoca'nın vefatından sonra gündemde "Milli Görüş hareketi ne olacak?" sorusu var.
Bu suali soranlar, genellikle SP'nin bundan sonraki durumunu merak edenlerdir. Çünkü 10 senedir Milli Görüş'ten ayrılıp bugün iktidar olanların, yani AK Parti'de toplanan siyasilerin zaten bu çizgiyle aralarına derin bir mesafe koyduklarını düşünmektedirler.
Kuşkusuz hem AK Parti hem yeni kurulan HAS Parti kendilerine özgü bir siyasi çizgi geliştirmiş bulunuyorlar. AK Partililer, daha kuruluş aşamasında "Milli Görüş gömleğini çıkardıklarını" açıklamışlardı. Bu doğrudur. Bir kopuş yaşandı. Ne var ki söz konusu kopuş hangi seviyede vuku buldu? Bu soru önemlidir. Partileri insana benzetecek olursak, insan gömlekten ibaret değildir. Bedeni ve ruhu da vardır.
"Gömlek" adını verdiğimiz nesne, gerçekte aktüel politikalar, kavramlar, yaklaşım tarzı ve siyasi mücadelede kullanılan yöntemleri ima eder. Politik stratejiler bedene, asli idealler ise ruha karşılıktır. Ben en temelde yani siyasetin ruhu olarak gördüğüm idealler çerçevesinde AK Parti ve HAS Parti'yi kitlelerin vicdanında meşru ve makbul kılan ideallerin Milli Görüş ideallerinin ta kendisi olduğunu düşünüyorum. Söz konusu idealleri üç ana noktada toplayabiliriz:
1) Dinini ciddiye alan insanın siyasi, toplumsal ve kamusal alanlarda görünür olması; siyaset yapar ve kendi ülkesinin iktidarına meşru (kanuni) yoldan talip olurken dinini, asli referanslarını gizlemeye, baskı altına almaya, varoluşsal referanslarını inkâr etmeye zorlanmaması; buna kendisini mecbur edenlere karşı mücadele etmesi. Bu bir ölçüde sağlandı.
2) Bütün heterojen yapısı ve çoğulluğuyla "toplumsal merkez"in sosyal, kültürel, ticari, ekonomik ve politik varlığının bürokratik merkeze; siyasete, bürokrasiye ve kamu bütçesine el koyan küçük bir zümreye, imtiyazlı bir azınlığa karşı savunulması. Türkiye özelinde Anadolu'yu, geniş yoksul kesimleri ve orta sınıfıyla İstanbul'u ve Trakya'yı Ankara'nın bürokratik merkezine, geleneksel sistemin sert çekirdeğine karşı Milli Görüş ve ondan türeyen partiler savunmaktadır.
3) Türkiye'nin aktif rol alıp inisiyatif sahibi olduğu bölgesel entegrasyonun gerçekleştirilmesi. Erbakan'ın terminolojisinde bunun adı İslam Birliği, ilk büyük adımı D-8'lerdir. Bu Cemaleddin Efgani'den Mustafa Kemal'e ve bugün İslamcılara kadar uzanan nihai bir idealdir. Mustafa Kemal, günün birinde Müslüman kavimlerin şartlar tamam olursa bir araya gelip birleşeceklerini söylemişti.
Milli Görüş'ü, esasta bu üç ideale indirgemek mümkünse, Milli Görüş'ün değil sona erdiğini, tam aksine Türkiye'nin ve Ortadoğu'nun tam da bu mecrada akmak üzere dipten gelen bir nahda ile harekete geçtiğini söyleyebiliriz. Kimsenin kuşkusu olmasın, nahdanın kırdığı fay hatları zemin üzerinde Batı emperyalizminin ve postkoloniyalist yapıların sonunu getirecektir. Ortadoğu'da yaşanan toplumsal ve siyasi patlamaları -dışarıdan yapılmak istenen manipülasyonlara rağmen- bu ideallerin (İslamcılık ve Milli Görüş) beslediğini de söyleyebiliriz. Bunlar sadece "siyasi mücadele veren Müslümanlar"ın değil, "sosyal ve kültürel alanda var olma mücadelesi veren Müslümanlar"ın da idealleridir. Aydınlarımız Ortadoğu olaylarını yorumlamaya çalışırlarken, bir anda Batılılarla beraber paniğe kapıldılar, "Eyvah, acaba İslamcılar mı geliyor?" diye kaygıya düştüler. Allah'tan her zamanki gibi Batılı İslamologlar imdatlarına yetişti, mesela bu konudaki hatalı tespitleri ve taraflı gözlemleriyle öne çıkan Oliver Roy sahneye girdi ve "Postislamcılık" kavramıyla onları rahatlattı. Roy ve bizdeki öğrencileri, İslamcı gelenekten gelen parti ve grupların takip ettikleri politik yöntemlerine, günün aktüel diline ve moda yaklaşımlara bakıp İslamcılığın veya Milli Görüş'ün bittiğini ilan ettiler. Partiler gelip geçer, giyimde her gün moda değişir, piyasaya yeni gömlekler gelir. Aslolan bedenin sağlığı; ruhun enerjisini ve ideallerini büyük bir azimle devam ettirmesidir. Allah'ın dediği olur!
ZAMAN