Akif Emre, bugünkü yazısında Türkiye'de İslamcılığın modernizme bir tepki şeklinde doğuğunu ve böylelikle modernizmin olduğu tezini değerlendiriyor. Emre'ye göre böyle bir iddiada bulunabilmek için elde yeterli bir veri olmalı. Bu yönüyle Emre, söz konusu tezi dillendirenlere önemli sorular yöneltiyor:
Modernlik İslamcılığın Nesi Olur?
Akif Emre / Yeni Şafak
İslamcılığın modernizmin bir sonucu olduğu tespitinin sosyolojinin konusunu aşan bir temelde değerlendirilmesi gerekir. Her şeyden evvel İslamcılıktan neyin anlaşılması gerektiği sorusunu bir kenarda saklı tutarak Türkiye'deki İslami taleplerin bu ülke için ne anlama geldiği konusu hiç de geçiştirilesi bir mesele değildir.
Özellikle 28 Şubat sürecinde ve sonrasında yaşananlar bağlamında İslamcılığın modernliğin bir unsuru olmaklığına yaslanarak yapılacak çıkarsamalar İslamcılığın bu ülkede nevzuhur bir unsura indirgenmeye çalışıldığına da işaret eder. Oysa İslamcılığa Müslümanlığın, dolayısıyla bu toprakların içinde bulunduğu temel varoluşsal meydan okumalara karşı üretilmiş cevapların yekunu olarak bakmakta yarar var.
İslamcılığın ya da daha genel anlamda İslami hareketlerin modernleşmenin bir sonucu olduğu yönündeki iddia, dolaylı olarak modernleşmenin kaçınılmazlığını ve mutlak dönüştürücülüğünü pekiştirmekten başka bir işe yaramıyor. Aynı zamanda İslami düşünüş ve yaşayış tarz/lar/ının sekterliğine gönderme yaparak modern ve seküler olanı başat, belirleyici, hatta mutlaklaştırıcı bir konuma oturtmuş oluyor.
Modern toplumlar geleneksel toplumlar değildir. Ama en azından modern toplumlar geleneği olan bir sosyolojiye işaret eder. Geleneğin hiyerarşisine karşı çıkarken kendi geleneğini oluşturduğunu da söyleyebiliriz. İslamcılığı modernizmin ürünü görenlerin ayrıştıramadığı farklılık buna benzer. İslamcılık modernizme karşı olmakla beraber modernliğin doğurduğu sorunlara cevap arayışıdır. Zaten İslami düşünüş hayatiyetini, sürdürülebilir olmasını da bu ayrıcalıklı konumundan alıyor.
Modern dünyanın İslam medeniyetinde meydana getirdiği yıkım ve sarsıntılar karşısında modernlikle yüzleşmekten kaçınmadan kendini üretebilme tecrübesinin hasılası olarak okunabilir. Bu çerçevede gelenekle sorunlu, teknik anlamdaki İslamcılıkla gücünü gelenekten alıp modern dünyada var olarak onu dönüştürme çabasındaki İslamcılık bu ortak paydada birleşir.
Gelenek sahibi olmakla geleneksel olmak nasıl farklı ise modernliğe cevap geliştirmekle modernist olmak arasında da benzer türden bir ilişki vardır. Modernliğin hayatı kuşatan, yerleşik her değeri çürüten, sermayenin teknolojiyi yedeğine alarak alternatif hayat tarzlarını, insan tekinin varoluşsal konumunu tehdit eden, müteal olanı dışlayan bir toplum önermesine karşı inanca dayalı bir toplum modelini inşa çağrısını karıştırmamak gerek. Modern dünyada yaşayarak var olmayı; yaşadığı çağı dönüştürürken tekelciliğe karşı adaleti, paylaşımı, bireyselciliğe karşı dayanışmayı, insan haysiyetini, insanın özgürleşmesini önceleyen bir temel tasarım... 'Sosyolojikleştirilmiş' bir İslam görmek isteyenlerin modern dünyada yükselen İslamcılığın vahiy esaslı olmasını, tarihsel birikimi çoğaltarak gelenek ve tarih muhasebesi yapma cesareti göstermesini kavrayamadıkları gibi mutlak hakikat bilgisine sahip olmanın çağın dışına düşmeyi gerektirmediğini de anlamakta zorlanmaları tam da modern bir zihnin tezahürüdür.
İslamcılığın modern dünyada doğması ile modernizmin ürünü olması arasındaki farkı atlayanlar her şeyden önce bazı sorulara cevap vermek zorundalar. İslamcılığın, İslami duyarlılığın yükselişinin modernliğin sonucu olduğunu iddia edebilmek için en azından basit birkaç gerekçe gösterilmeli. Kaldı ki, pozitivist olmakla vahyin mutlaklığı savunulabilir mi? Ya da maddi medeniyetin tahakkümüne karşı bir cevap geliştirirken İslamcılığın beslendiği geleneği yok sayması mümkün müydü? En azından bunların tartışılıyor olmasıyla modernlikle hesaplaşmaya girildiği gerçeği göz ardı edilemez.