Suriye meselesi ile birlikte İslamcı camia içerisinde belirginleşen ve anti-emperyalizm söylemi ile savunulan 3. dünyacı yaklaşımlara yönelik Taraf gazetesi Ramazan Rasim’in yorumu:
Üçüncü Dünyacılık imanın kaçıncı şartıdır
Mısır’da İhvan-ı Müslimin’in gençleri Tahrir Meydanı’na çıkmadan İhvan’ın büyük ağabeylerinden izin istemişler. Önce buna sıcak bakmayan büyük ağabeyler düşünmüş taşınmış, biraz da küçümseyerek “eh yapın bari sıkılıp bırakırsınız zaten” diyerek izin vermiş.
Sonra o gençler meydanlara çıktı, dünyaya ilham oldu, modern zamanlar Firavun’unu devirdi. Şimdi o büyük ağabeyler o devrimin meyvelerini toplamak için birbirine düşmüş durumda.
Bugünlerde bazı İslamcı mütefekkirlerin güncel meselelerle ilgili değerlendirmelerine bakıyorum da aynı basiretsizliği görüyorum.
Önce büyük bir kibirle Arapların başlarındaki tağutlardan kurtulmasını tek bildikleri dış güçlere bağladılar. Bu coğrafyadan aktör çıkmaz, bir taş devriliyorsa mutlaka arkasında başka bir güç vardır gibi özetlenecek oryantalizmin Bernard Lewis’in bile aklına gelmemiş ileri bir aşamasından değerlendirmeler okuduk dindar kalemlerden. Kaddafi’ye mersiye yazanlar, devrim yapan halkları vatanlarına ihanetle suçlayanlar...
Derin ve az bilinen değerli İslam düşünürü Atasoy Müftüoğlu “Arap Baharı’nda neden antiemperyalizm yok” bile dedi. Kaddafi’de, Mübarek’te Saddam’da antiemperyalizm vardı da ne oldu hocam diye soran çıkmadı.
Son olarak değerli İslamcı düşünür, haliyle de herkese örnek Sezai Karakoç’un Suriye üzerine söylediklerini okudum. “İyi ki Sezai Karakoç var” başlıklı bir Ruşen Çakır yazısında diyeyim gerisini siz anlayın.
Esed bir yıldır protestolar için sokağa çıkan masum halkına ateş açıyor. Yaklaşık 7000 sivilin öldüğü söyleniyor. Siz hiç bu bir yıl içinde Sezai Karakoç’un çıkıp bir şey dediğini duydunuz mu? Ben duymadım. Şimdi bu zulme dur diyebilmek için hükümet elini taşın altına sokmaya çalışırken Diriliş Partisi’nin İstanbul İl Başkanlığı’nda basın toplantısı düzenlemiş.
(Tevazuu ve kanaatkârlığıyla meşhur bir büyük şair ve mütefekkirin niye böyle bir tabela partisinde ısrarcı olduğunu hiçbir zaman anlamadım, o ayrı.) Şöyle demiş Karakoç üstadımız:
“Şimdi Batı bize diyor ki, Suriye’de kötü bir yönetim var. Orada halk ile devlet arasında problem var, masum insanlar ölüyor. Bu işi siz halledin, siz çözün, insanların ölümünü seyir mi edeceksiniz? Şüphesiz Müslümanlar asla seyir etmez, ama bu meselenin çözümü silahla olmaz. O yönetimi uyaracak olan kılıç değil kalemdir. Çünkü kılıç ile girdiğiniz takdirde halk ile karşı karşıya gelecek ve siz yine masumları öldürmek zorunda kalacaksınız. İşte bu size kurulmuş bir tuzaktır.”
Sonra da şöyle diyor:
“Bugün Türkiye çok büyük bir tehdit ile karşı karşıyadır. Şimdiye kadar Müslümanların başına gelen zulümlerde hiçbir zaman Batı Türkiye’ye gel sen buna karış dememişti. Tam tersine kendisi işgal ettikten sonra, gel bize destek gücü ver demişti. Afganistan’da Bosna’da böyle oldu. Katliamlar olurken bizi sokmadılar, katliamlar oldu, bitti kendileri girdiler ve destek için çağırdılar.”
Önce Suriye’deki yönetiminin kötü olduğunu Batı’dan öğrendiyseniz çok yazık. Batı diyor diye şüpheyle bakıyorsanız daha da yazık.
İki paragraf arasındaki büyük tenakuzu gören gözler görmüştür.
“Katliamlar olurken bizi Bosna’ya sokmadılar”dan sonra Suriye’deki katliama müdahale mevzubahis olunca “Bu iş silahla olmaz kalemle olur bu bir tuzaktıra”a atlatan tenakuzdan bahsetmekteyim.
Sevgili üstadımız şunu mu diyor: “Müslüman Müslüman’a zulmederse ancak kalemle araya girilir, buna müdahale etmek Batı’nın tuzağına düşmektir ama gayrımüslim Müslüman’a zulmediyorsa önce biz girelim oraya.”
Peki, nedir bu büyük mütefekkiri böyle vahim bir tenakuza düşüren şey?
Kimse kusura bakmasın ama İslam’ın evrensel kavramlarıyla değil Soğuk Savaş döneminin eskimiş kavramlarıyla düşünmekte ısrar etmesidir. Yine kimse kusura bakmasın bu “Biz bize benzeriz” diyen Kemalizm’in İslamcasından başka bir şey değildir.
Diriliş Partisi’nin tüzüğünün girişinde demokrasiye bayağı bir çaktıktan sonra şöyle diyor üstat:
“Hiç kuşku duymuyoruz ki, bir gün, insanlığın gerçek mutluluk yönetimine kavuşturulması başarısı, demokrasi deneyimini de gözönünde tutmak suretiyle, engin geçmişinden öz, kök ve hız alan, milletimizin nasibi olacaktır.”
Niye üstadım? Niye bu bizim milletimizin nasibi olsun. Daha doğrusu olmak zorunda mı? Bizim milletimizi diğer milletlere üstün kılan nedir? Takvadan başka bizi ne üstün kılar?
Mübarek’in, Kaddafi’nin, Bin Ali’nin Esed’in iki lafından biriydi bu kendimize özgü sistem ve antiemperyalizm, ne oldu? Kültürel rölativizm ve Üçüncü Dünyacılık zulme perde yapıldı Ortadoğu’da.
Geçenlerde Harp Akademileri’nde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bunu şahane ifade etti: “Bu halk hareketleri, İslam’ın demokrasiyle uyumlu olmadığını iddia eden ‘siyasi oryantalistleri’ de, ‘biz başka bir kültüre aidiz’ kisvesi altında halklarını insan haklarından, demokrasiden ve cinsiyet eşitliğinden mahrum bırakan ‘kültürel rölativistleri’ de hayal kırıklığına uğratmıştır.”
Üstat Sezai Karakoç siz de bizi hayal kırıklığına uğratıyorsunuz. Ama korkarım şu değerlendirmeleriniz ezkaza Arapçaya çevrilirse o tevhidini savunduğunuz ümmeti hayal kırıklığına uğratacaksınız.
ramazanrasimtaraf@gmail.com
TARAF