Mustafa Öztürk’ün konuyla ilgili bugünkü Karar’da (17.06.17) yayınlanan yazısını ilginize sunuyoruz:
İslamcılık ve Muhafazakârlık
Yakın geçmişte ve günümüzde kimilerince “ölüm ilanı” verilen, kimilerince de en kısa sürede ölmesi gerektiği düşünülen İslamcılık, 1960’lı yıllardan itibaren Mevdûdî, Hasan el-Bennâ, Seyyid Kutub, Ali Şeriatî gibi müslüman düşünürlerin tercüme eserlerinden istifadeyle ümmetçilik ideali etrafında kurgulanan ve İslam’ın devlet, siyaset, ekonomi gibi alanlarda da söyleyecek sözü bulunduğuna bu sayede muttali olan Türkiye İslamcılığı olsa gerektir. 1970 yılında Milli Nizam Partisi ile başlayıp bugün AK Parti ile devam eden hareket birçok kimse tarafından Türkiye İslamcılığının siyasi sürümü olarak kabul edilir. Fakat hem Milli Görüş ve hem de AK Parti çizgisince benimsenen genel dinî söylem Mevdûdî, Seyyid Kutub, Şeriatî gibi fikir adamlarının anlatmaya çalıştıkları İslam ve İslamcılıktan ziyade, Necip Fazıl, M. Şevket Eygi gibi isimlerin dil ve ifade tarzlarında karşılık bulan ve her ne kadar retorikte “asr-ı saadet”, “ümmet” gibi dinî motifler belirgin olsa da temel gıdasını Selçuklu ve bilhassa Osmanlı’ya dair zengin tahayyüllerden alan bir millî muhafazakârlığa karşılık gelir. Merhum Necmettin Erbakan’ın Milli Nizam Partisi’nin tanıtım toplantısında (8 Şubat 1970) yaptığı konuşmada, “Açıkça ilan ediyorum ki bizim partimizin kurucuları Sultan Fatih Hazretleri, Sultan Yıldırım Hazretleri, Sultan Murad… Sultan Abdülhamid’dir” demesi bu konuda az çok fikir verir.
***
Cumhuriyet döneminde Kemalist merkezin öteden beri din ve dindar kitlelerle başı pek hoş olmadığından, Erbakan Hoca’nın liderlik ettiği siyasi hareket birçok yol kazası yaşadıktan sonra laik rejimle didişmenin faydadan ziyade zarar ürettiğini anlayınca mümkün mertebe rejimin sinir uçlarına dokunmamak ve bu konuda çok hassas davranmak durumunda kalmıştır. Özellikle 28 Şubat sürecinde Milli Görüş’ün derin yaralar alması bu siyasi hareketin kendini sorgulamasına yol açmıştır. Bu kritik sorgulama parti bünyesinde gelenekçi-yenilikçi ayrışmasını doğurmuş ve sonunda yenilikçi kanat bağımsızlığını ilan edip Adalet ve Kalkınma Partisi olarak siyaset sahnesindeki yerini almıştır. AK Parti dönemi birçokları tarafından İslamcılığın iktidarla imtihanı gibi algılanmıştır. Fakat İslamcılıkla ilgili en son tartışmalar bağlamında, AK Parti’nin yönetim kadrosuna yakın oldukları bilinen bazı yazarlar bunun yanlış bir algı olduğunu, çünkü Ak Parti’nin kuruluş günlerinden bu yana kendisini hiçbir zaman İslamcı bir parti olarak tanımlamadığı gibi İslamcılık düşüncesiyle de herhangi bir irtibatının bulunmadığını açıkça vurgulamışlardır.
Aynı camiaya mensup diğer bazı yazarlara göre ise AK Parti döneminde iktidar tecrübesini yaşayan eski İslamcılar bir kriz içerisine girerek İslamcılığı faydalı bir öteki olarak araçsallaştırmış ve reddedilmesi gereken bir olgu olarak görmüşlerdir. Bu iktidar tecrübesi geçmişte maruz kalınan engellemeler ve kısıtlamalardan kurtulmanın yolunu liberal ve demokratik söylemler etrafında şekillenen tezlerde aradığı ve bulduğu için, İslamcılık dilinde sessizleşme ve fakirleşme yaşanmış, İslâmî referanslar siyasal bir dil kaybına maruz kalmıştır. Her ne kadar İslamcı aktörlerin yaşantısında dinî unsurlar görünse de siyasal ve entelektüel dilde İslâmî referansların pek kullanılmaması ve bu dilin gittikçe suskunlaşması iktidar pratiğinin İslamcılığı zaafa uğrattığı kanaatine argüman oluşturmuştur.
Bu tespitlerin yabana atılmaması gerekir. Zira AK Parti’nin ilk zamanlarında Erdoğan’ın bireysel düzeyde İslam’ı referans gösterirken siyasî referans olarak da demokrasiyi telaffuz ettiği bilinmektedir. Yine aynı süreçte partinin muhafazakâr demokrat çizgiyi takip edecek bir parti olarak tanımlandığı da bilinmektedir. Bu tanımlama, bir değerlendirmeye göre jakoben Kemalist geleneğin mabetler ve vicdanlara hapsetmek istediği dinî görünürlüğü siyasal alandan çekerek bireysel ve toplumsal alanda kristalize etme gayretidir. Bu arada İslam depolitize edilerek dinin toplumsal alandaki görünürlüğü muhafazakârlığa yedirilmiştir. Dolayısıyla AK Parti’nin muhafazakârlık söylemi temelde siyasi meşruiyet kaygısıyla belirlenmiştir. AK Parti’nin muhafazakârlık söylemi Kemalist merkeze yönelik olarak, “Siyasal İslamcılıkla ilişkimiz yok” mesajı da içerir.
***
Muhafazakârlık, Cumhuriyet tarihindeki rolü itibariyle İslamcılığa meşru dil servisi verebilecek en işlevsel ve risksiz söylemdir. Çünkü bu söylem katı laikçi Cumhuriyet ideolojisi açısından İslamcılığın radikal talepler ve beklentilerinden vazgeçtiği teminatı anlamına gelirken, birçok İslamcının hâlâ İslamcı bir parti olarak görmek istediği AK Parti açısından da kendi varlığını riske etmeme stratejisini ifade etmektedir. Nitekim dinin muhafazakârlık düzeyinde toplumsallaştırılması hem geniş toplumsal tabanın dinî hürriyet havasını teneffüs etmesine, hem de “din devleti” korkularının giderilmesine önemli katkılar sağlamıştır. AK Parti’nin “yeni muhafazakâr demokratlığı”na ilişkin dikkat çekici bir analize göre geçmiş siyasi çizgisini sahiplenmeyen ve bu tutumu “değişim” diye ifade eden bir siyasi hareketin “muhafaza etme”yi temel değer olarak kodlayan muhafazakârlıkta karar kılmasının beraberinde getirdiği ironi herhalde Türk siyasetinin “sui generis”lerinden biri olmaya adaydır. Değişimden veya en azından mutedil tempoda olmayan hızlı değişimden haz duymamakla maruf olan muhafazakârlığın reel politik ve pratik düzlemde değişimi vaktiyle sembolleştiren bir siyasi partiye ideoloji olarak seçilmesi Kemalist obskürantizmin dayattığı sinikliğin bir tezahürü olsa gerektir.