İslamcılık anlamında İslamiyyin ifadesinin mevsuk olarak hicri 2.,3. asırda İmam Eş’ari’nin “Muhteliful İslamiyyin İhtilaful Musallin” kitabında kullanıldığı biliniyor.
20. asrın başlarında ise İslamcılık, Osmanlı kültürü ve siyasasında ‘vahiy temelli ıslah’ veya ‘devrim/inkılap’ bağlamında değil de, Müslimlerin gücünden yararlanma bağlamında Yusuf Akçura tarafından kullanılmıştır.
Cemaleddin Afgani öncülüğündeki Urvetu’l Vuska çizgisi ‘İttihad-ı İslam’ idealini öncelikle ümmeti zaruret-i hamse bağlamında korumak, kollamak, uyandırmak ve diriltmek için kullanmıştı. Aynı 17 Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan Ortadoğu Devrimler Süreci gibi, İttihad-ı İslam stratejisi de Hindistan’dan Cezayir’e, Tahran’dan İstanbul’a Saraybosna’ya kadar uzanmıştı.
İttihad-ı İslam stratejisi, istişari irtibatlar kuran muslihler için köklü dönüşüm-değişimdi; orijinal ifadesiyle ıslah projemizin bir parçasıydı.
Islah projiesi için önce Müslim kitleler yeniden Kur’an ve sahih sünnet’le bilinç olarak irtibatlandırılacaklardı; dayatan sorunlar karşısında içtihad cehdi güçlendirilecekti; itikadi-fikri-ibadi iç zaaflara ve ifsada karşı tavır alınacaktı; sömürgecilerle mücadele edilecekti; şura temellinde istibdada karşı çıkılacaktı.
Islah projesi de, onun yürütücüsü Urvetu’l Vuska da 19. asrın sonunda kapitalist sömürgeciler için kötülük odağı olarak gösterildi. Hareketin mecmuası olan Urvetu’l Vuska’nın Mısır, Hindistan gibi bölgelerde satımı ve taşınması para cezalarıyla yasaklandı. Afgani, Abduh gibi öncüler hapis ve sürgün cezalarına çarptırıldı.
Avrupa ve yeni yeni oluşan ABD emperyalizmi, ıslah projemizin bir parçası olan İttihad-ı İslam stratejisinden çok rahatsız oldular. Nasıl ki 1970’lerden itibaren İslam’ı bir bütün olarak kavrayan, bir dünya görüşü olarak algılayan ve tebliğ eden İslami akımlara ‘Siyasal İslam’ veya ‘İslami Radikalizm’ dedilerse; 19. asrın sonunda ve 20. asrın başında da İttihad-ı İslam akımına İslamofobiyi barındıracak şekilde ‘Pan-İslamizm’ dediler.
İttihad-ı İslam, tarihi ıslah projemizin bir parçasıydı. İslam’ı bütün olarak kavramak da Kur’ani bildirimleri parçalara ayırmadan bütün olarak hayata uygulamak azmi de tevhidi/İslami bilinçlenme sürecine dayanıyordu. Yani bir sürece...
Tabii ki tamamlanmamış süreçlerin iç hataları, acelecilikleri, ‘çam devirme’leri olur. Bisiklet sürmeyi düşüp kalkmadan öğrenmek mümkün değildir çünkü. Ama önemli olan bağcıyı dövmek değil, üzümü yemektir...
İslamcılık kavramın literel boyutundan ziyade muhtevasına ve aksiyon istikametine eleştiri getirenler genellikle dışarıdan bakanlardır. Ya emperyal hesapları olanlardır veya asabiyeleri aşamamış sığ veya hikmetsiz zihinlerdir ya da İslami aidiyetleri çözülmüş, devşirilmiş fitnecilerdir.
Türkiye’deki ve dünyadaki İslamcılık eleştirilerinde öncelikle eleştiri sunanın nerede durduğuna ve nereden baktığına bakmak gerekir. Ayrıca İslamcılıkla kastedilen, İslami duyarlılık mı; sünnetullah’ı gözetmeyen aceleci tepkiler mi; Müslümanları uyandırıp ıslah edecek mücadelenin tezahürü mü?
Karanlıklardan (zulûmattan) aydınlığa (nura) çıkaracak olan Kur’an’ın ve tanıklarının bütünsel İslam’i mücadele süreçlerinden ve kazanımlarından mı korkuluyor; yoksa bu tür güzellikler sürecinde hata yapmalarından mı?
Islah temelli hasen çabaları çoğaltmak mı amaç; yoksa kimliklere bulanmış gelenekçi, ulusalcı, küreselci, modernist veya işbirlikçi eklektik kimlik ve mevzileri muhafaza etmek mi?
Cemaleddin Afgani öncülüğündeki İttihad-ı İslam akımı ümmeti sömürgecilere karşı direnmeye ve vahiy ekseninde dirilmeye davet ediyordu. Ama İttihad Terakki Teşkilatı’nın İslamcılık tanımına dönüştürdüğü veya II. Abdülhamid Han’ın da kullandığı İttihad-ı İslam söylemi ise Müslümanların kalan gücünden yararlanarak Devlet-i Âli’yi kurtarmaya indirgenmişti. Tabii ki ikisinin ortak yanı savunmaydı. Ama birisi var kalma ve ıslahı, diğeri egemenliğini devam ettirmeyi önceliyordu.
Cumhuriyet Dönemi’nde İslamcılık, bilinen kadarıyla İslam’a ait kalma mücadelesinin adı oldu.
1970’li 80’li yıllardan itibaren İslamcılık, sahih köklerimizle bütünleşen bir gelecekti… Kafirler istemese de...