"İslamcılık Batılı emperyalist kuşatmaya karşı direnme biçimidir!"

Kısa bir süre önce yayın hayatına başlayan islamdüşüncesi.org, İslami camianın önde gelen isimleriyle yaptığı söyleşilere devam ediyor. Hamza Türkmen ile de "İslamcılık arayışı ve tartışmaları" üzerine 11 soruluk bir röportaj gerçekleştirildi.

Hamza Türkmen / İslam Düşüncesi

İslamcılığın en önemli fonksiyonu emperyalist kuşatmaya ve Batılı hayat tarzına direnmesidir

İslamcılıların düşünce, kültür ve sanat dünyasına katkıları nelerdir? Post-İslamcılık tartışmaları hakkında ne söylenebilir? Aksa Tufanı’nın İslamcılık üzerindeki etkileri nelerdir?  İslam Düşüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "İslamcılık" dosyasında Hamza Türkmen'e sorduk.  

1. İslamcılık tanımınız nedir? Farklı İslamcılık anlayışları mümkün müdür? Bu farklılıkların birbirine zıt hale gelmesi kabul edilebilir mi?

Türkiye Cumhuriyeti'nin başlangıcından itibaren Osmanlı'dan devralınan müslümanların dini birikimine aidiyet göstermeye çalışanlara türkçü, batıcı ve ulusalcı akım mensupları ilk önce itham olarak "gerici, yobaz, softa" derken; Tarık Zafer Tunaya gibi daha sonraki Kemalist akademisyenler "İslamcı" demeye başladı.   Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh öncülüğündeki Urvetu'l Vuska ıslah ekolünün "ıslah projesi" içinde yer tutan "İttihad-ı İslam" stratejisine de önce emperyalist Batılı monşerler bir öcü tanımı içinde "Panislamizm" dediler; onlara bağlı olarak "Üç Tarz-ı Siyaset" tasarımı peşinde olan İttihat Terakki Cemiyeti mensupları da pragmatik bir hesap ile müslümanların gücünden yararlanma işine “islamcılık" dediler. "İslamcılık" nitelemesini Türkiye'de 1945'te çok partili sisteme geçerken çıkmaya başlayan ve “milli dindarlık” tuzağına düşen İslami dergiler satın almaya başladılar. 1970'li yıllara geldiğimizde sağcı,  devletçi, milliyetçi hale gelen ve varolan müktesebatlarını da "şeriatçılık" olarak değerlendiren kesime "İslamcı" deniliyordu.

Özellikle 1956-1958 yılları arasında neşriyata başlayan Hilal Yayınları ve Hilal Mecmuası Türkiye'deki araştırmacı - tahkik ehli Müslüman okuyucuyu 19. yüzyılın son çeyreğinde tekrar mayalanan ıslah ve ihya çalışmalarının Mısır'da izini süren el-Menar Mecmuası, Hint kıtasında izini süren Tercüman-ı Kur'an Mecmuası, Cezayir'e izini süren eş-Şihab Mecmuası çevrelerinde yetişen Mevdudi, Kutup, bin Nebi gibi muelliflerin eserleri ve bu kaynaktan neşet eden İslami hareketlerin haberleriyle tanıştırdı. Yeni Türkiye’de ıslah ve ihya çalışmalarının izi süren ama Kemalist Türkçü kadro tarafından 3 Mart 1925 Takrir-i Sükûn kanunuyla trajik bir tarzda kapatılan Sebilürreşad Mecmuası'nın kurutulan havzası, ancak Hilal mecmuasından sora büyük ölçüde 1976’dan sonra Düşünce, Kriter ve Yeni Ölçü dergileriyle ve bu muhtevadaki eserlerin Türkçeye kazandırılmasıyla yeniden beslenmeye ve filiz vermeye başladı.

Türkiye'de kurutulmak istenen İslam'ın itikadî, siyasî, ibadî, ekonomik, ahlakî veya estetik boyutuyla bir bütün olarak ed-din ya da hayatın bütün alanlarını kuşatan ve hayat sonrası vaatlerde bulunan bir dünya görüşü olduğunu savunan Kur'anî ya da tevhidî uyanışımıza veya "bütüncül İslam" anlayışımıza bizler "İslami uyanış, İslami bilinçlenme süreci" veya "tevhidi uyanış süreci" dedik. Ama özellikle 28 Şubat Sürecinde egemen bürokrasi ve Kemalist aydınlar İslami bilinçlenme veya tevhidi uyanış sürecimize Cumhuriyet ideolojisinin ilk yıllardaki "gerici, yobaz, softa” nitelemelerini de yapıştırarak “siyasal islamcılık veya İslami radikalizm” dediler.

28 Şubat Sürecinde Gerçek Hayat dergisinin düzenlediği “İslamcılık Soruşturması”nda milli dindarlık anlayışının öncü isimlerinden Mehmet Şevket Ezgi “Önceden bize İslamcı diyorlardı, şimdi kökü dışarıda yeni akımlara İslamcı diyorlar” diye şikayette bulunmuştu. Ulusculuk konusunda Modernitenin de etkisinde kalan gelenekçi milli dindarlarımıza göre Sırat-ı Mustakim hatta Beyanu’l Hak ve Sebilürreşad mecmualarının beslendiği  ıslah ve ihya çalışmaları ya da “ıslah ekolü”, kökü dışarıda kabul ediliyordu. Vahyi bir kavram olmasa da  “İslamcılık” eğer “bütüncül İslam” ve “İslami bilinçlenme” veya “tevhidi uyanış süreci” yerine kullanılıyor ve bu çizgideki hakikat arayışını la-dini kesim veya melez kimlikliler tevhidi uyanışı suçlamak veya tehdit etmek için kullandığında bizler de bu kavramı ödünç olarak kullanmaya başladık.

2. İslamcılık modernliğin bir sonucumu yoksa kadim bir akım mıdır?

Türkiye’de Osmanlı çözülüşüne çare olarak gündeme getirilen “İttihad-ı İslam” projesini “Islamcılık” ile özdeşleştiren Sina Akşin, Mümtazer Türköne, İsmail Kara gibi akademisyenler onu İslami esaslara dayanan bütünsel bir tez olarak değil de sadece Batı’nın/Occedent’ın fiili ve kültürel yayılmacılığına bir tepki hareketi olarak doğduğu değerlendirmesini yaygınlaştırmışlardır.

Oysa İttihad-ı İslam projesi ümmeti istiklali ve öz değerleri adına yeniden uyandıracak; sözlü ve fiili cihadı yeniden canlandıracak tüm sıddıkların, şühedanın, salihlerin dünden geleceğe devam eden mesleğini, ıslah ve ihya değerlerini savunuyordu. Batı’dan gelen saldırı ve sömürge politikalarına karşı tepki gösterip tavır almak, iddia edildiği gibi günü birlik bir aksiyon değil, bütüncül İslam tasavvurunun bir parçası olarak Rabbimizin cihad emriyle ve gerektiğinde bu emrin kıtal safhasıyla da ilgili ibadi bir yükümlülüktür.

3. İslamcılar yerel otoriteler ve küresel hegemonya/emperyalizm karşısında nasıl bir tutum takınıyorlar?

“İslamcılık “denilen “tevhidi uyanış süreci” daha doğru bir ifadeyle “ıslah ekolü” veya “ıslah, ihya ve inşa projesi”nin Urvet’u Vuska ve onun ilkelerini savunan en başta Mısır’da el-Menar, Osmanlı ve Türkiye’de Sırat-ı Mustakim ve Sebilürreşad, Hint Kıtası’nda Tercümanu’l Kuran, Cezayir’de eş-Şihab, Tunus’ta Mecelletu’l Zeytinuyye mecmuaları ve çevreleri ilkin ümmeti cihad ve şura yolunda uyandırıp bilinçlendirecek ortalama 5 önemli ilkenin 3’ünü İslami kimlik üzerine inşa ettiler:

1. İslam’ı anlamada ve hayatlaştırmada temel kaynağımız Kur’an’a ve onun en güzel uygulaması olan Sünnet’e dönülmesi.

2. Ekonomide ve sosyal hayatta yeni problemler için, yeni şartlarda yoruma dayanan eski içtihadların yenilenmesi için içtihad çabalarını artırmak.

3. Dini kültürümüzü itikadi ve ameli bidat ve hurafelerden arındırmak.

Hakka yöneltecek ve onunla adalet yapacak bir ümmet zindeliği ya da eğilimi ile birlikte siyasi olarak iki ilke daha öne çıkıyordu:

4. Sömürgeciliğe karşı mücadele etmek.

5. İstibdat yönetimlerini değiştirip şura yönetimlerine yönelmek.

İslam’ın esaslarına dayanarak imani bir yenilenmeyi gerçekleştirmeye çalışan; var kalmak için sömürgecilerle mücadele etmeyi ve bu istikamette dayanışmayı geliştirmeyi önceleyen; yerel otoriteyi İslamlaştırmaya olmuyorsa sosyal-siyasal olarak yeniden inşaya yönelen çalışmalar dünden bugüne incelerek de olsa kalınlaşarak da olsa hatlarını sürdürüyorlar. Bu hattın raylarından uzaklaşanlar ise çözülüyorlar.

4. İslamcılık ve medeniyet tasavvuru arasında nasıl bir ilişki vardır?

Farklı İslamcılık tasavvurları içinde ya da İslami kimlik inşası içinde insanlığa örnek olacak bir yönetim, toplumsallaşma, ihtiyaçların karşılanması ve imkânların paylaşımı istikametinde evrendeki dengeyle uyumlu, adil ve ahlaklı bir hayat ve estetik bir yaşayışa veya sosyal tanıklığa ulaşmak fikri kaçınılmazdır ve ibadi bir görevdir. Ancak güvenlik ve imkân; imkânda adalet, huzur ve özgüven aşılayıcı özgün bir hedef olan tahsîniyata, zarûrat ve hâciyat aşamalarını aşarak ulaşılacağının bilincinde olunmalıdır.

Civilation anlamındaki Batı medeniyeti Modernite bağlamında haz, hız ve konfor hedefi içinde maddi imkânı ve şehirleşmeyi ifade eder. Bizim tahsîniyat veya umran anlayışımız ise hak temelinde bedevilikten medeniliğe hicreti ifade eder. “Yesrib’”n “Medine” olması maddi imkânların kutsanmasıyla değil; vahyi ve insani / fıtrî değerlerin sosyalleştirilmesiyle sağlanmıştır.

Değer yüklenen hadaret hakkı ve adaleti yaşama ve tanıklaştırma amaçlı hicret ile birlikte îmal ve inşa edilen ihtiyaçların bedii / estetik yanına lükse kaçmadan ulaşılmasıdır. 20. ve 21. yüzyıllarda kendi özgünlüğünden uzaklaşan ve temel değerlerini mahcur bırakan müslümanlar, maalesef ki muhafazakârlığı Batı medeniyeti içine sığınarak veya ne olduğu da amorf olan bir medeniyet seviyesine ulaşarak yaşamayı arzulayabiliyorlar.

Müslümanlar öncelikle vahye / özgünlüklerine dayanan bir hattı gündenleştirmeli; ulusculuktan, sekülerlikten, gelenekçi ve modern hurafecilikten arınmış bağımsız bir kimliğe ulaştıktan sonra ıslah, ihya ve inşa hamlesinin yöntem ve stratejisi üzerinde ortak paydalar oluşturmalıdırlar. Küresel medeniyetle ve onların araş-gereçleriyle yarışacak bir yabancılaşmaya geçit vermemelidirler. Kendi özgün medeniyetlerini zaruret ve haciyat aşamalarındaki çabaları, ıslah ve ihya mücadeleleri içinde nasıl kurabileceklerini uygulamalı olarak tasarlamalıdırlar.

5. İslamcıların düşünce, kültür ve sanat dünyasına katkıları nelerdir?

Bu sorunun gerçekçi cevabı yukarıda işaret ettiğimiz gibi elbisesini / kimliğini temizleyip rucz’dan yani itikadî, kültürel, siyasi, ekonomik her türlü kirden arınmış, Kur’anî ölçüleri hayatının eksenine almış ve Resulullah (s) gibi Kur’an ahlakını yaşamada bilinç seviyesine varmış müminlerin, muslihlerin ve şühedanın varlığı söz konusu olduğunda, sosyal bir model oluşturabildiklerinde verilebilir.

İslamcılık, İslam’ı fikri ve ameli boyutuyla bir bütün olarak görenler için kullandılan ödünç bir kavramdır. İslamcılık, ümmet yapısının uluslama anaforundaki çözülme süreciyle birlikte Garplılaşma temayülüne karşı tavır alma ve İslamî bütünü müslim kitlelere yeniden anlatarak bir İslamlaşma sürecini de ifade eder. Tabii ki bu sürecin kültür ve sanat alanına da bediiyat olarak ilgisi vardır ve bu alanda da bütüne ek olacak parçalar halinde bazı ürünleri oluşmuştur ya da “kervan yolda düzülür” hesabı ile oluşmaktadır da. Ama henüz zarûrat ve hâciyat merhalelerini aşma sürecindeki bir yürüyüşten tahsîniyat döneminde olması gereken gelişmişlik ve kalite de beklenmemelidir.

6. İslamcılık düşüncesi küreselleşen dünyada etkin ve kurtuluş reçetesi olabilecek bir fırsat yakalayabilir mi? Yaşadığımız bu iki binli yıllarda hangi temel zaafiyetleri göstermekte ve bunlardan nasıl kurtulabilir?

Vakıamız küresel kapitalizmin ve seküler ulus devletlerin vesayeti altında yaşadığımızdır. Bu cahili kuşatmayı aşmak için öncelikle Kur’an-ı mübini merkeze alan ve Muhammed (a)’ın zamanı aşkın korunmuş uygulamalarını örneklendiren ve irdelenmesi gereken uygulamalarını vahyin ışığında modern çağın kuşatması altında yeniden çözümleyip güncelleyebilen bir anlayışa sahip olmak gereklidir.

Bütün müminlerin küresel egemenlerin zulmünü, sömrüsünü, şirk felsefelerini ve tuğyan ifade eden her türlü vesayeti aşacak bir hazırlığa, birikim ve donanıma ihtiyacı bulunmaktadır. Böyle bir ihtiyacı karşılamadan veya donanımı olmadan fayda için yürütülen politik çabalarla belki bazı rahatlamalar elde edilebilir ama İslami bir çözüm inşa edilemez. İslami kimliğini arındırma çabası gösteren tevhid eksenli bütün İslami çalışmalar ve hareketlerin en büyük eksikliği ise  Rabbimizin Kitab-ı Kerim’inde buyurduğu üzere “Korku ve güvene dair bir haber / olay duyduklarında bunu istinbat etmesi için onlardan olan ulu’l-emr’e” yani şura heyetlerine getirmek konusundaki nakısalarıdır.

Ayrı ayrı İslami öbekler ve çalışmalar sınırlı istişari çabaları dışında, fikri ve siyasi ortak içtihadı meseleler için ne birlikte şura işleyişlerini  ve gereklerini tanımlayıp izhar edebilmişlerdir, ne de içtihadı problemlerini götürecekleri bir “ulu’l-emr” heyetleri oluşturabilmişlerdir. Bu zaaf, fikri ve ameli alanda tevhidi bir perspektife sahip olduktan sonra Islami hareketlerin veya İslamcıların en önemli eksiklerini ifade etmektedir. Ve maalesef ki büyük ölçüde “ulema, ulu’l el-bab” ve “rasihun” ya da İslamcılar “şura” ve “ulu’l-emr” ile ilgili vacip ve farz olan bu hükmü asırlara varan uzun bir dönem gündemlerine ciddi biçimde almamış veya alamamışlardır.

Mezhepçi ve tasavvufçu parçalanmalar ve küffar karşısında mağlubiyetler sonucunda dağılmış bir ümmet coğrafyasında İslami uyanış, direniş ve bilinçlenme  cehdi için hepimizin örnek aldığı ve övünç duyduğu ıslah ve mücadele örnekleri vardır. Günümüzdeki İslami toparlanışlarda da fikri ve ameli doğal liderlerin fonksiyonu devam etmektedir. Ama bu kişilerin bireysel azimleri basiret ve şura ehli elemanlar yetiştirip bağlayıcı şura kararları süreçlerine yönelmedikçe de çabalar tıkanmakta veya süreklilik sağlayamamaktadır. Fikri ve ameli planda gayretlerini takdir ettiğimiz öncüler, bir müddet sonra tek liderlik ve üstatlık kültüne dönüşebilmektedirler. Başlangıç veya oluşum aşamasındaki bu zaaf artık İslami mücadele süreçlerinde başat bir konu olarak görülmeli ve hikmetli yaklaşımlarla aşılmalıdır.

7. İslamcılığın etkin olduğu ve olamadığı alanlar nelerdir?

İslami hareketlerin veya İslamcılığın en önemli fonksiyonu emperyalist kuşatmaya ve Batılı hayat tarzına direnmeleri ve müslümanlar olarak var kalmaya çalışmaları, bu doğrultuda İslami duyarlılığı yükseltmeleridir.

Tebliğci ve mücadeleci müminler, müslümanların yeniden İslamlaşmasını sağlayarak bu düzeyde geliştirilebilecek kitleleşme aşaması karşısında önlerine çıkan yasakçı kanunlara ve ekonomik ayartmalara karşı özgün kalarak alternatif geliştirme konusunda henüz mer’i sistemi aşacak bir düzeye ulaşamadılar. Sosyal medyada yaygınlaştırılan algı yönetimlerine ve fahşanın yaygınlaştırılmasına karşı, kapitalist sermayedarların ellerinde tuttukları iletişim araçlarına gerekli ve yeterli cevabı verecek birikim ve kadro imkanlarını henüz yeterince oluşturamadılar.

8. İslamcıların ortak özellikleri nelerdir? Bu ortak noktalar üzerinden bir imkan/fırsat oluşturulabilir mi? 

İhlas kaygılı İslami çalışmaların hepsi Allah’ın razı olacağı bir düşünce ve amel gayreti içindedirler. Nefsi ve dünyevi sapmaları aşma iradesi göstermeleri şarttır. İslami duyarlılıklarını irtibatlandırma, İslami mücadele çabalarıyla dayanışmalarını artırma ve kendi aralarında “tearuf”u yani birbirinin görüş ve tezlerini dinleyerek müzakerelerini geliştirme azmini taşımalıdırlar. Zaten müminlerin taşıması gereken bu özelliklere sarınılırsa zaten vahdet şartlarına yönelen birlikte bir hareket ekolünü örgütlemek mümkün olabilir.

İslami eğitim, tebliğ ve şahitlik gayreti gösteren ve dağılmış İslami potansiyelimizi bir arada tutarak önemli fonksiyon gören İslami çevre, yapı, cemaat veya örgütlerin ortak potansiyeli ana hatlar itibariyle usul’d-din metodolojisinde, yöntemde, durum değerlendirmesi ve stratejilerde ekolleşebilirse ulu’l-emr farziyetini ve ameli vahdet eksikliğimizi de aşmış olabiliriz.

9. İslamcılara yöneltilen başlıca ithamlar nelerdir?

İslamcı ifadesi şahid, musalli, muslih, sıddık, şüheda, cihad ehli anlamında İslam’ı itikadî ve siyasî olarak bir bütün olarak savunan ve yaşayanlar için kullanılan ödünç bir kavramdır. İslamcılık ifadesini pratik anlatım için zaman zaman kullansak da bu kavramı Kur’an’da geçen bir kavram olmadığı için veya İslam’ı bir ideolojiye dönüştürdüğü iddiasıyla terk edenler olmaktadır.

Kur’an’da mücahid, dünya görüşü, İslami yönetim veya devlet, Ramazan ve Kurban bayramı, namaz, oruç , müslüman gibi kavram ve terkipler de geçmiyor ama özü vahye dayanan İslami cehd ve kurum olarak bu adlandırma veya terkipler anlatım kolaylığı sağladığı için veya vahyi kavramların yerine kullanılabiliyor.

Muhtevası Napolyon Bonapart’tan Karl Marks’a kadar tartışılan Grekçe kökenli ideoloji kelimesi, son iki yüzyılda daha ziyade hayat algısıyla ilgili beşeri bir yorum veya dünya görüşü şeklinde kavramlaşmıştır. Sadece aklı ve yaratılmış eşyayı esas aldığında beşeri dünya görüşü olur. Eğer Allah’tan insanlığa iletilen ve korunmuş olan Kur’an vakıasından kalkarak aklı ve yaratılmış olan vakıa ve olayları yorumluyorsa İslami bir dünya görüşü olur. Önemli olan asıllar ve değişkenler konusunda İslami dünya görüşünün vahiyle mutabakat halinde ve tutarlı olup olmadığıdır.

Biz müslümanlar tek anlama gelen muhkem ayetler dışında Kur’an’ın tümünü anlarken algımız ve Kur’an’dan anladıklarımızla vakıa arasında bağ kurarken yaptığımız yorumlar, tefsir veya içtihadlar doğrudan Kur’an değil, öncüllerimiz içinde Kur’an’dan zaman ve mekan şartları içinde algıladığımızdır. Yani İslami algımızın çoğu yorumdur.  Dünkü İslam’ı anlama biçimi olan mezhepler gibi, bugün de küresel vesayet altında yaşayan müslimlerin İslami / tevhidi bütünlüğü algılama ve İslam’ı yeniden sosyalleştirme yorumu da vahiy-vakıa temelli genel bir görüş veya ideolojidir. Kur’an’ı anlama ve vahiy-vakıa arasında bağ kurma konusunda da “taklitçi-gelenekçi dini anlayış ekolü”nü ve “akılcı-modernist dini anlama ekolü”nü aşan en önemli usulî yorum sıddıkların, şühedanın, salihlerin takip ettiği en önemli çizgi de “ıslah, ihya ve inşa ekolü”dür. Tabii ki ana dini eğilimleri yönlendiren bu ekollar arasında da geçişler ve ittifaklar olabilmektedir.

Negatif yaklaşımların arkasında ya yorumunu veya kelâmî görüşünü mutlaklaştıran bir sığlık söz konusudur; ya Kur’an itikadından kopan bir yabancılaşma söz konusudur; ya da İslam’ın itikadî ve siyasî  bütünlüğünü kabul etmeyen liberal bilinemezciliğe veya dünyayı mutlaklaştırmaya ya da materyalist bilimciliğe öykünmeye  eğilimler söz konusudur.

Tabii ki İslamcılık da İslami algılama ve uygulama konusu da beşeri bir yorumdur. İstediği kadar ilahi vahye dayansın; her beşeri yorum da sınırlı insan aklıyla oluşmaktadır ve hatadan âri değildir. Dolayısıyla salih müslimler de veya İslamcılar da eleştirilebilir. Ancak eleştiriler öncelikle vahiy ve vakıa ile çelişmemelidir; eğer çelişiyorsa bu tarz şaz eleştiriler fıtrat ve vahiyden bir yabancılaşmayı ifade ettiği unutulmamalıdır.

10. Post-İslamcılık tartışmaları hakkında neler dersiniz?

20. yüzyılın son çeyreğinde küresel baronlar ve oryantalist akademisyenler müslümanları sömürüye müsait halde bırakmak için geliştirdikleri projeye “Ilımlı İslam” adını verdiler. Rahmetli Seyyid Kutup ise 1950’lerde Batı’nın bu projenin ön hazırlığını “Amerikancı İslam” ifadesiyle vasıflandırmıştı. Yine “Ilımlı İslam” projesi doğrultusunda oryantalist ilahiyatçılar Allah’ın vahyi/hitabı ve korunmuş bir metin olan Kur’an-ı Kerim’in bazı keşf ve ilham sızıntılarına dayanarak Resul  (s) ve Osman (r) tarafından telif ediliğini iddia ederek İslam’ın temel kaynağına saldırmışlar ve tahrif etmeye çalışmışlardır.

Post-İslam kavramının zemini önce “Siyasal İslam’ın bittiği” veya “İslamcılığın öldüğü” tezleriyle Fransız Oliver Roy gibi Batı paradigmasının / Modernitenin akademisyenleri tarafından hazırlandı. Daha sonra İslam’ın itikadî ve siyasî bütünlüğü inancından veya pratiğinden, biraz da mezhepçi Şia ulusculuğuna nefretini İslam’a yamayarak İslami bütünlükten kopan İranlı akademisyen Asaf Bayat gibi Garpzedeleşenler İslamcılığın çatışmacı dedikleri hakkı ve hakikati sadece vahye göre savunma anlayışını göreceli olduğu iddiasıyla ihmal etmeyi, devlet olma ve cihad kavramlarından vazgeçmeyi önerdiler. Bu, “radikal” denilen İslami tutumdan vazgeçerek veya eski alışkanlıkları ihmal ederek karşıtıyla barışık yaşayıp demokrasiyle ve laiklerle bir arada olabilme eğilimine post-islamcılık dediler.

Post-İslamcılık aslında Seyyid Kutub’un işaret ettiği Amerikancı İslam’ın farklı bir yüzüydü. Karşıtına sığınan bu melez kimlikli sosyolojik müslümanlar ne demokrasiyi bildikleri kadar Kur’an’ın “şûra” ve “ulu’l-emr” emirlerini irdelemişlerdi; ne de taassup ve asabiye tutumuna karşı sığındıkları laikliği irdeledikleri kadar “Lekum dinikum veliyedin” hükmünün ne ifade ettiği üzerinde uygulamalı bir çalıma yapmışlardı. İslami özgünlüğü irdeleyip kavramadan karşıtlarının tezviratına tabi olmuşlardı. Yani gelenekçiliğin mukallitliğinden Modernitenin mukallitliğine evrilmişlerdi ki biz buna beyin göçü diyoruz.

11. Aksa Tufanı’nın İslamcılık üzerindeki etkileri hakkında neler düşünüyorsunuz?

1967 Savaşı’nda siyonist rejim tarafından işgal edilen Gazze’de faaliyet gösteren İhvan-ı Müslimin ve 1987’de I. İntifada’yı başlattıktan sonra da Hamas adını alan Filistin İslami mücadelesi işgalci rejimi kabul etmedikleri ve merhaleci bağımsızlık mücadelesini sürekli devam ettirdikleri için hiçbir zaman İsrail’in varlığını onaylamadılar ve bu işgalci yapay devlet adını kullanmadılar. Bugün Amerika ve Avrupa kampüslerinde ve meydanlarında adaletten yana vicdan sahibi insanların kullandığı “Nehirden Denize Özgür Filistin” sloganı da Filistin İslami hareketinin bu tutum ve iradesinden beslenmektedir.

Arap devrimlerinden / Ortadoğu intifadalarından ve Türkiye’de vesayetten kurtulma mücadelesi veren AK Parti hareketinin veya Erdoğan misyonunun savunmaya başladığı 1400 yıllık tarih söyleminden 2200 yıllık sanal Türk tarih algısına ve kalpaklı Atatürk savunuculuğuna savrulduktan sonra İslami kesimlerde yogun bir moral bozukluğu ve içe kapanma başlamıştı. Hamas, arkasına ABD, İngiltere, Fransa, Almanya,  İtalya desteğini alan işgalci siyonist rejimine karşı fikri ve askeri eğitim, mühendislik çalışmaları, kendi imkanlarıyla silah üretimi, tıbbi organizasyon, yardım çalışmaları ve basın birimi ile ciddi bir hazırlıktan sonra işgali ve siyonist saldırıları durdurmak üzere 7 Ekim’de başlattığı Aksa Tufanı Operasyonu mevzii de olsa dev bir orduyu ve koalisyon güçlerini yendi ve bölgeyle ilgili Mossad arşivlerini ele geçirdi. Herkesi etkileyen bu operasyon müslümanları sevindirip duyarlılıkları açısından dirilten ve düşmanı müşkil duruma düşüren bir gelişme oldu. 7 Ekim 2023 Operasyonu, AK Partinin çözülme sürecindeki boşvermişliğini bile toparlayıcı oldu.

Batı’da Filistin’e özgürlük isteyen, Gazze direnişini destekleyen; soy kırıma ve kapitalist demagojiye ve sömürüye karşı çıkan akademik kadrolardan, üniversite öğrencilerinden, entellektüellerden tün adalet arayışındaki Amerikalı ve Avrupalı vicdan sahibi insanlar bizlere iki batı kavramı olduğunu gösterdiler. Birincisi dünden bugüne ekini ve nesli ifsad eden, sömüren, köleleştiren, soykırım yapan Batı yani Occident veya Modernite’ye yani Batı / Occident paradigmasına göre davranan müşrik, zalim ve emperyalist bir dünya görüşünü ifade eden özne olan Batı. İkincisi sadece dünya haritasında bir coğrafyanın adı. Ve o coğrafyada hak ve adalet arayışında ve emperyalizme karşı vicdan sahibi insanlarında olduğu gerçeği de ön plana çıktı.

Aksa Tufanı Operasyonu biz müslimlere, muslihuna veya İslamcılara iki önemli vazifeyi gösterdi: Birincisi; ulus, ırk, bölge asabiyelerini aşıp Gazzeli, Hamaslı ve El Kassamlı kardeşlerimiz ile ümmet dayanışmasını eylemlerimizle, yardımlarımızla, dualarımızla desteklemek ve bu mücadelenin haberlerini dünya gündemine ulaştırabilmek. Ikincisi; Gazze’de ve Batı Şeria’da yaşanan zulme karşı tavır alan insanlara ve özellikle batılı üniversite gençliğine ve akademisyenlere El Kassam direnişçilerinin bilgi ve imanını oluşturan ve onlara güç katan İslam hakikatini bütüncül olarak sunup felsefik veya stratejik farklı sorularını layıkıyla cevaplayabilecek bir donanıma erişebilmek.

Röportaj Haberleri

Suudi Arabistan'da İslam, sekülerleşme ve Bin Selman reformları
“Filistin özgürleşmediği sürece, bu travma asla geçmeyecek”
Netflix abonelerine yalnızca eğlence değil "politik görüşlerini" de satıyor
Nazmul İslam: Bangladeş’te devrim bir süreç esas mesele şimdi başlıyor!
"Sinvar’ın yolunu sürdüreceğiz"