Alper Görmüş / Serbestiyet.com
On dört, on beş yıldır kendi doğal salınımında sürüp giden, sadece gerilimin merkezinde yer alan aktörlerin farkında olduğu bir süreç neden ve nasıl çatışmalı, tasfiye talepli bir görünüme bürünüverdi? AK Parti’nin eski devlet bürokrasisi ile girdiği yeni ilişkiler hesaba katılmadan bu soruya ikna edici bir cevap verilebilir mi?
İslamcıların ya da İslamcılığın Adalet ve Kalkınma Partisi’nden (AK Parti) tasfiyesi bahsi açıldığında akla ilk Pelikancılığın ve Pelikancıların gelmesi normal; fakat talebi dile getirenlerden hareketle talep sahiplerinin sadece Pelikancılardan ibaret olduğu da düşünülmemelidir.
Kendilerini İslamcılık genel çerçevesi içinde gören bazı yazarların, tasfiye talebine AK Parti’den güçlü bir tepkinin gelmemesinden yola çıkarak yazdıkları, onların, tasfiye talebinin AK Parti içinde hatırı sayılır sayıda müşterisinin olduğuna dair ciddi bir endişe taşıdıklarını gösteriyor.
Bu çerçevede, bu yazının ilk bölümünde (Serbestiyet, 27 Nisan), Akit yazarı Kenan Alpay’ın sözlerini aktarmıştım:
“‘Siyasal-radikal İslamcı manyakların tasfiyesi’ yönündeki çağrılara hali hazırda siyaset cephesinden hemen hiçbir anlamlı tepkinin gelmemesi dikkatlerden kaçmamalı...”
Ahmet Taşgetiren de sonraki günlerde (Star, 27 Nisan) tartışmaya neden dahil olduğunu izah ederken benzer bir endişeyi dile getiriyordu:
“(...) Bu kadar uzun girişi neden yaptım? Şu sıralar sırtını ‘Reis’e dayadığı izlenimi veren bir grubun ‘İslamcılara karşı savaş’ tamtamları çaldığı ve henüz Ak Parti cenahından herhangi bir cevap gelmediği için bu tamtamların oradan da onaylandığı gibi bir izlenim doğduğu için.”
Taşgetiren, biraz önce okuduğum bugünkü (30 Nisan) yazısında endişesinin daha da derinleştiğini kayda geçiriyordu:
“Üzerime insanlar gelsin, konuşalım, tartışalım. Soytarılar gelmesin, onun bunun iti - köpeği gelmesin. Tetikçilerle işim yok. Benim Tayyip Erdoğan'la ya da Ak Parti ile arama nereden geldikleri ve şimdi nerede durdukları belli olmayan adamlar girmesin. İş o hale geldiyse zaten ortada ciddi bir problem var demektir. ‘Ak Parti'nin İslamcıları tasfiye edip etmemesi’ diye bir tartışma başlığı açılmışsa ipin ucu kaçmaya başlamış demektir.
“TV ekranlarında tetikçilerin Ak Parti adına ahkam kestiği bir ortamda iş ciddiye alınmıyorsa, ipin ucu kaçmaya başlamış demektir.”
Devlet bu tartışmanın neresinde?
İslamcı yazarlarca dile getirilen bu endişelerin bir vehimden ibaret olduğu söylenemez: AK Parti lafzen “İslamcı” bir parti olduğunu kesinlikle reddediyor. Öte yandan AK Parti’de “dindarlık” genel çerçevesi içinde buluşan, fakat İslam’ın toplumdaki ve devletteki kapsayıcılığı hususunda ayrışan bakışların olduğunu hepimiz biliyoruz.
AK Parti kurucularından Murat Mercan, partinin iktidara gelmesinden kısa bir süre sonra Ruşen Çakır’a verdiği bir söyleşide, AK Parti’nin, “halkın kendileri gibi İslamcı değil sadece dindar olduğunun farkına varan” (eski) İslamcılar tarafından kurulduğunu, dolayısıyla AK Parti’nin İslamcı bir parti olmadığını söylemişti.
Buradan da anlaşılabileceği gibi, AK Parti’de dindarlığını İslamcılık yoğunluğunda yaşamayanlarla İslamcılar arasında en başından beri bir gerilim vardı.
Peki, bu gerilim neden son birkaç yılda alevlendi ve nihayet İslamcıların AK Parti’den tasfiyesini talep etme noktasına geliverdi? On dört, on beş yıldır kendi doğal salınımında sürüp giden, sadece gerilimin merkezinde yer alan aktörlerin farkında olduğu bir süreç neden ve nasıl çatışmalı, tasfiye talepli bir görünüme bürünüverdi?
Başka bir soru: İslamcıların endişesi haklıysa, yani kendilerinin tasfiyesi yönünde ciddi bir hazırlık varsa, AK Parti, onlardan doğacak boşluğu doldurabilecek yeni bir ittifak bulmadan İslamcılarla yollarını ayırabilir mi?
Tartışmaya katılanlardan Yeni Şafak yazarı Akif Emre’nin şu satırları, bütün bu soruların cevabını içinde taşıyan bir anahtar gibi:
“Bugünlerde kaba bir şekilde gündeme gelen İslamcıların tasfiyesi anlamındaki söylemler, yeni dönem siyasetinin ne yönde şekilleneceğinin işaretleri olarak okunmalıdır. Burada tasfiyesi söz konusu olan İslamcılardan çok İslamcılık olarak tanımlanan uygulama ve siyasetin tasfiyesi de kastediliyor olabilir. Muhtemeldir ki devlet denilen aygıt kendi mecrasında stratejik tercihleri doğrultusunda, İslamcıların muhafazakarlaştığı, muhafazakarların sistemle barışma kıvamına geldiği siyasal ortamı yeterli görmüş olabilir. Geriye kalan ise yeterince uyum sağlayamayan muhalif tiplerin tasfiyesi ya da piyasa şartlarına entegre edilmesidir.”
İslamcılar mühim mi, değil mi?
Yanlış anlamıyorsam, Akif Emre, a) AK Parti’nin zaten zaman içinde İslamcılığı muhafazakarlığa inkılab ettirerek devletin de hoşlanıp onayladığı bir sonuç elde ettiğini, b) dolayısıyla AK Parti içinde tasfiye edilecek İslamcılardan söz edildiğinde, “yeterince uyum sağlayamayan” küçük bir azınlığın anlaşılması gerektiğini, c) devletin işte bu küçük azınlığın tasfiyesini talep ettiğini söylüyor.
Kanaatimce, AK Parti’deki İslamcıların (İslamcılığın) tasfiyesi tartışmaları, AK Parti’nin Gülen Cemaati’ni tasfiye etmek amacıyla giriştiği kavgada yanında müttefik olarak bulduğu eski devlet güçlerinin taleplerinden bağımsız olarak ele alınamaz. Dolayısıyla, Akif Emre’nin tartışmalara “devlet” boyutunu ilave etmesi gayet yerinde... AK Parti, önceki yazılarımda sözünü ettiğim zorunlulukla karşı karşıya kalmayıp da eski devletin bürokratik mekanizmalarının yardımına ihtiyaç duymasaydı, muhtemelen bu tartışma yine eski düşük salınımlı biçimiyle devam edecekti. Fakat her ittifakın bir bedeli var: Süreç böyle giderse, AK Parti bu bedeli, başlangıcından beri kendisini destekleyen İslamcılardan mahrum kalmasıyla ödeyecek.
AK Parti içindeki İslamcılar on beş yıl önceki İslamcılar değilse, onlar çoktan muhafazakârlaşıp törpülendiyse fazla bir mesele yok. Fakat öyle değilse, onların partiyi terk etmesi partide başka fay hatlarını harekete geçirecekse mesele büyük demektir.