İslamcılığı yargılamanın dayanılmaz hafifliği ya da İslamcılık neden gereklidir?

Ali Haydar Beşer, İslamcılık eleştirilerinin hangi sorunlu zeminden yapıldığına dikkat çekerken İslamcılık düşüncesinin gerekliliğini ifade etmeye çalışıyor.

Ali Haydar Beşer / İlke Analiz

İslamcılığı yargılamanın dayanılmaz hafifliği ya da İslamcılık neden gereklidir?

İslamcılık hakkında yapılan konuşmalarda veya yazılan yazılarda, konuşmanın veya yazının önemli bir kısmı İslamcılığın tanımıyla ilgili meseleler hakkında olur. Tanımıyla ve ne olduğuyla uğraşmaktan asıl mevzulara giriş yapmak zorlaşır. Aslında İslamcılığın Batı literatüründeki kullanımında pek bir kafa karışıklığı yoktur. Var olan farklılıkların arasında mahiyet değil derece farkı vardır. İslamcılık dendiğinde her halükarda politik niteliğine gönderme yapılır. Siyasal parti, grup veya hareketler, onların yöntemsel yaklaşımları ve farklılıkları, siyasal düşünce ve teorileri, fundamentalizm, radikallik, terör gibi meseleler merkezdedir ve bunlar arasında, tercih edilen kavramsal örgü bakımından yakınlık vardır.

Türkçe tartışmalara baktığımızda ise İslamcılığın ne olduğu ile ilgili ciddi bir kafa karışıklığının olduğu görülür. Buradaki farklılıklar artık bir mahiyet farkına dönüşür. Bunun önemli bir sebebi konuya bakışta mesafenin ortadan kalkması, kendi toplumsal gerçekliğinin bir parçası olarak meseleye bakma zorunluluğudur. Burada da devreye farkında olunsun veya olunmasın ideolojik konumlanma, perspektif, kavramsal örgü, önyargılar/önkabuller, sosyo-kültürel arka plan gibi meseleler girmektedir. Bunun sonucunda ise artık İslamcılığa bakışta bir derece farkı değil, bakılan şeyin farklılaşmasının neticesi olarak mahiyet farkı ortaya çıkar.

İslamcılığa, önceden verili bir tanımı esas alarak, sadece o tanıma uyan kişileri/eylemleri/oluşumları açıklamak için kullanılan özsel anlama sahip bir kavram olarak bakmak yerine hayatın içerisinde canlı olarak akan tarihsel bir sosyal olgu ve hareket olarak bakıldığında, İslamcılık aslında kendi sınırlarını ifşa eder. Elbette ki bu sınırlar, önceki kadar net değildir, oldukça belirsizleşir. Fakat her halükârda Batı literatüründe çizilen sınırlardan çok daha büyük bir nesne alanına gönderme yapar. Bu açıdan bakıldığında kavramı sahiplensin veya sahiplenmesin İslamcılığın yapılaşmasına, yeniden yeniden biçimlenişine, dolayısıyla en alt düzlemde onun varlığını devam ettirmesine katkı sunan herkes İslamcıdır. İslamcıların kendilerini tanımlamasının gücü dolayısıyladır ki, söz konusu literatürde kastedilen anlam “İslamcılık” ile yeterince belirgin kılınamadığı için “siyasal İslam” kavramı türetilmek durumunda kalınmıştır. Bu anlamıyla “oryantalizm” kavramının serencamıyla tersinden bir benzeşme olduğu söylenebilir. Bu yüzden “-cılık” ekinin iticiliği, karşıtları tarafından üretilmiş olması gibi gerekçeler üzerinden İslamcılık kavramının kendisiyle bir cedelleşme içerisine girmek anlamsızdır.

Hele “müslümanım demek bana yeter” gibi bir argümanla kullanımdan kaçınmak, “evden dışarıya çıkmadan yaşıyorum” demekle eşdeğerdir. Çünkü İslamcılık, evden dışarıya adım atmakla başlar ve bazen dışarıda “müslümanım” diyebilmenin tek mümkün yolu haline gelir. Mesela Osmanlı’da nüfusun önemli bir kısmını gayrimüslimlerin oluşturduğu düşünüldüğünde, “müslümanım” denildiğinde bu söz sosyal, hukuki, siyasal birçok içerime tekabül edebilirdi. Fakat bugün Türkiye’de “müslümanım” demek bağlamına göre bir boş gösterene dönüşebilir. Onun için İslamcılık sosyal hayat içerisinde, kamusal hayatta, özel veya devlet içerisindeki çalışma hayatında, eğitimde, ticarette, akademide vs. ötekiyle muhatap olunduğunda ortaya çıkar. Dolayısıyla sosyolojik olarak bakıldığında göçle, kentleşmeyle, sosyo-ekonomik durumla ve siyasetle çeşitli ilişki biçimleri kurulabilir. Hiç kuşkusuz İslamcılık sadece bir kimlik meselesi değildir, ama bahsedilen olgular kimliğin önemli bir yerde durduğunu da göstermektedir. Bu yazının amacı İslamcılığın ne olup ne olmadığını, oldukça kategorik ve en dış dairede (genel) kalmaya çalışarak berraklaştırmaya çalışmaktır.

“İslamcılık sosyal hayat içerisinde, kamusal hayatta, özel veya devlet içerisindeki çalışma hayatında, eğitimde, ticarette, akademide vs. ötekiyle muhatap olunduğunda ortaya çıkar.”

İslamcılığın iki kanadı: İzzet arayışı ve ıslah

İslamcılık, İslam’ın toplumsal, siyasal ve düşünsel hayatta belirleyiciliğini, yönlendiriciliğini, meşrulaştırıcılığını kaybetmesiyle ortaya çıkmıştır. Bunu yeniden temin etmek, İslam’ın etkileme gücünü alt sıralardan ilk sıraya yükseltmek arzusundadır. Diğer bir söyleyişle İslam’ı bağımsız değişken kılma gayretindedir. Formülasyonun bir tarafında İslam, diğer tarafında bütün alanlarıyla hayat yer alır. İslamcılık, bunu bütünüyle veya bir kısmıyla gerçekleştirmeye çalışan gayretlerin, yöntemlerin, oluşumların ve düşüncelerin ortak adıdır. Bunu yapmaya çalışmak, aynı zamanda ötekiyle ilişkiye girmek anlamına gelir. Ötekiyle girilen ilişkide ortaya çıkabilecek her bir durum İslamcılıkta da görülebilir. Yani tarihsel ve beşerî olmasının doğal sonucu olarak İslamcılık ötekiyle ittifak, işbirliği, anlaşma, kayıtsızlık, kısmi mücadele, topyekun mücadele, strateji, taktik, muhafaza, hücum, kavga, savaş gibi hepsi de en genel anlamıyla siyasetin içerisinde değerlendirilebilecek ilişki biçimleri geliştirir. Bunların tamamına birden izzet arayışı denebilir.

Bir arayış olması; henüz bulunamadığını, oturmuşluk ve durağanlığın olmadığını, sağa sola bakınmaların olduğunu, kimi zaman telaşın, aceleciliğin, kırıp dökmelerin ve sığlığın olduğunu çağrıştırır. Ama aynı zamanda canlı olduğu, hareket halinde olduğu, emek ve güç sarfettiği, her yanlışın dahi tecrübî bir değeri olduğu gibi hususları da çağrıştırır. İzzet arayışı, İslamcılığın dışa bakan yüzüdür, yani ötekiyle/düşmanla girdiği ilişkide ortaya çıkar. Bu anlamıyla İslamcılık sürekli minderde kalmanın adıdır. Sorumluluk hissetmek, inisiyatif almak ve minderden çekilmemek, havlu atmamak demektir. “Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturacağız” diyenlerden olmama telaşı demektir. Hira’dan şehre inmek, özünde iyi olsa da nesne/belirlenen olmaktan, iyi ve özne/belirleyen olma durumuna geçmeye çalışmaktır. İçerisinde yaşanılan sosyal ve siyasal bağlamda müslümanların, daha genel olarak da ümmetin maslahatını birincil olarak hesaba katmak demektir.

İslamcılığın içeriye, yani dostlarına bakan yüzü ise ıslah kavramıyla özetlenebilir. Bu, İslamcılığın diğer kanadını oluşturur. Din olarak İslam’ın ilkeleri, hedefleri ve normları ile Müslümanların bireysel, toplumsal ve siyasal olarak mevcut durumları arasındaki açılan mesafeyi kapatmaya çalışır. Mevcut durumu zorunlu, zaten olması ve korunması gereken bir şey olarak değil İslam’a referansla düzeltilmesi gereken bir şey olarak görür. Yani İslamcılığın bir toplumsal/siyasal dönüşüm talebi vardır. Islah, tecdid ve ihyayı da kapsar. Fazlalıkları ayıklamak, yük oluşturanları atmak, özü yüceltmek, düşeni kaldırmak, düzeltmek ve tamir etmektir. Kor’u meydana çıkarmak ve ateşi gürleştirmek için küllere üfleme ameliyesidir. İslam’ı sürekli olarak yeniden kavramak, imanı sürekli tahkik süzgecinden geçirerek canlı tutmak, eyleme sürekli bilinci eklemeye çalışmak, durmaktan ve donmaktan korkmak demektir.

“Mevcut durumu zorunlu, zaten olması ve korunması gereken bir şey olarak değil İslam’a referansla düzeltilmesi gereken bir şey olarak görür. Yani İslamcılığın bir toplumsal/siyasal dönüşüm talebi vardır.”

İslamcılığın bu iki kanadı birbirini besler ve dengeler. Bu denge düşmanla savaştayken (izzet arayışı), safları düzenlemek (ıslah) çabasıdır. Diğer taraftan, izzet arayışı direksiyonu (amacı, istikameti) iken ıslah gaz pedalı (aracı, yöntemi) gibidir. İslamcılığın başarısını da bu ikisi arasında kuracağı dengenin niteliği belirler. İslamcılığın diğer bütün özellikleri bu iki özelliğinin altına yerleştirilebilir:

Metin-tarih-bağlam analizi

Başka bir açıdan yine kategorik ve “ideal tip”leştirme olarak İslamcılığın ne olmadığını ortaya koymak da onun tebellür etmesini kolaylaştıracaktır. Burada metin-tarih-bağlam analizi ismini verdiğim bir yöntem iş görebilir. Metinden kasıt başta Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’tir. Tarih, 15 asırlık İslam tarihi ve en genel anlamda Gelenektir. Bağlam ise, şu andaki mevcut sosyal ve siyasal durumu sembolize eder. Farklı yaklaşımları bu üçü arasında kurdukları ilişki ile açıklayabiliriz.

Buna göre Selefîlik, metin-yönelimlidir. Metne yüklediği aşırı önem onu, tarihi alabildiğine silikleştirmeye götürür ve şu andaki bağlam ile ilişkilendirmekte neredeyse imkansız hale sokarak, derinliği ve bütünlüğü olmayan bir kavrayışa sebep olur. Bu üç sütun arasında sürekli ve sağlıklı bir seyahate engel olur. (Müslüman) Modernistler, bugünkü dünyada Müslümanların içerisine düştükleri durumdan kurtulmanın yolunun Batı tarzı yeni bir düşünüşle, geliştirecekleri gelecek perspektifi yoluyla mümkün olacağını düşünürler. Bunun için de metin sütununu tamamen silikleştirerek tarih sütununun altına yerleştirirler. Tarih ise muhayyel gelecekteki cennet için kurtulunması gereken bir yüktür. Referans noktasını metin ve tarihin tamamen dışında Batı modernliğine kaydırırlar. Açıktır ki Gelenekçiler ise, tarih-yönelimlidir. Tarihin önemini o kadar artırırlar ki gelenek metin gibi bir otorite haline dönüşür. Yani Modernistler, metni tarihin altına yerleştirirken Gelenekçiler tarihi metnin altına koyarlar. Otorite haline gelen ve alabildiğine genişleyen bu metin ise müslümanların bağlamdaki sorunlarını çözmek için çok hantal kalır. İçerisine girildiğinde tekrar bugüne dönülemeyecek kadar karmaşık ve derin hale gelir. Geri dönülse bile bugünün sorunları farklılaşmış olur.

İslamcılık ise, bağlam-yönelimlidir. Temel derdi müslümanların mevcut problemlerini metinden hareketle, tarihi büyük ölçüde ihmal etse de kategorik olarak reddetmeden çözmektir. İslam’ı şimdileştirmenin yollarını aramaktır. Yani Selefilerden farklı olarak bugünkü dünyayı daha derin kavramaya çalışarak, metni ve tarihi çözüm için yardıma çağırır. Modernistlerden farklı olarak, metnin (Kur’an ve Sünnet) otoritesini tartışmaya açmaz. İslam’ın normlarını tarih üstü tutarak, onların bugün nasıl uygulamaya sokulabileceği üzerinde durur. Gelenekçilerden farklı olarak, tarihi otorite haline getirmeden metin-tarih-bağlam arasındaki gidiş gelişleri kolaylaştırmaya çalışır. Tam da bu özelliği dolayısıyla İslamcılık kimi zaman pragmatik olmakla suçlanır.

En yakın rakip: Muhafazakarlık

İslamcılığı zihinlerde biraz daha berraklaştırmanın yolu İslamcılığın en yakın ötekisi olan muhafazakarlık ile arasındaki ayrışmayı kavramaktır. Yakından uzağa doğru İslamcılığın ötekilerini muhafazakarlık/milliyetçilik –Kemalizm/sekülarizm – küresel dünya sistemi/kapitalizm olarak kodlamak mümkündür. Yine kategorik ve “ideal tip” olarak en yakın ötekisi olan muhafazakarlık ile farklılıklarının bazıları şöyle formüle edilebilir:

  • Muhafazakarlık kültüre ve medeniyete meftundur; İslamcılık kültür ve medeniyet üreten ruha. Bunun Türkiye’de en güzel örneği Yahya Kemal ve Mehmed Âkif’tir.
  • Muhafazakarlık sorumluluğu topluma ve devlete yükleyerek kendisine konforlu bir alan oluşturur; İslamcılık sorumluluk almayı ve sürekli cehdi önemser.
  • Muhafazakarlık şekli yüceltir; İslamcılık özü ve bilinci.
  • Muhafazakarlık diğer memleketlerdeki Müslümanlar ile kendisini ayrıştıran noktalara; İslamcılık onlarla ortaklaşan noktalara vurgu yapar.
  • Muhafazakarlık nizamı, itaati, devleti önceler; İslamcılık İslam’ın ilke ve normlarına uygunluğu.
  • Muhafazakarlık belirli kişileri, kurumları tartışmaya açmak istemeyecek kadar değerli görür; İslamcılık sorgulama ve eleştirelliği önemser.
  • Muhafazakarlık dini, kültürün önemli bir unsuru olduğu için önemser; İslamcılık dini, toplumu şekillendirici ve yönlendirici bir güç olarak görür.
  • Muhafazakarlığın doğal paydaşı milliyetçiliktir; İslamcılığın ümmet.
  • Muhafazakarlık yerel olanın etrafına duvar örmek ister; İslamcılık evrensel olana pencereler açmak.
  • Muhafazakarlık siyasal yelpazede sağda konumlanır; İslamcılık verili siyasal yelpazeyi kendisi için açıklayıcı görmez.
  • Muhafazakarlık kamusal hayatta dinin formel düzeyde görünür olmasından hoşlanır; İslamcılık özde yönlendirici güce bakar.
  • Muhafazakarlık statükoyu korumak ister; İslamcılık sistem sorgulaması yapar.
  • Muhafazakarlık çoğunluğa dayanır ve güvenliği orada görür; İslamcılık İslam’ın normları ile mesafeyi kapatmaya çalışır ve çatışmayı göze alır.
  • Muhafazakarlık İslamcılığı modernist olarak görür; İslamcılık modern olanı yönetmeyi mevcut halden kurtuluşun yolu olarak görür.

Elbette bunlara daha birçok nokta eklenebilir. Detaya girildikçe tartışmalı ve gri alanlar da artar. İslamcılığın ne olmadığına dair bu söylenenler hiç kuşkusuz gerçek hayatta bu netlikte değildir. Birbirine geçmeler, farklı melezlikler, kesişim alanları her bir farklı nokta için mümkündür ve vardır. Bu yazıda, birçok detayı gözden kaçırma pahasına oldukça kategorik bakılmış ve “ideal tip”leştirme yapılmıştır. Zira yazının amacı, İslamcılık dendiğinde üzerine basılabilecek ve oradan hareket edilecek bir zemin oluşturmaktır.


Ali Haydar Beşer, 1983 İstanbul-Fatih doğumlu. İlkokulu Fatih’te, ortaokul ve liseyi Sakarya Anadolu Lisesi’nde tamamladı. 2004’te Adnan Menderes Üniversitesi Nazilli İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümünden mezun oldu. 2009 yılında Kırklareli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümünde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başladı. Yüksek lisansını 2011’de Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Tarihi Anabilim Dalında tamamladı. Görevlendirmeyle 2009-2012 tarihleri arasında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Araştırma Görevlisi olarak, 2015-2016’da University of Illinois at Urbana-Champaign’de (ABD) misafir araştırmacı olarak bulundu. Doktorasını Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı’nda 2020’de tamamladı. Evli ve üç çocuk babasıdır.

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!
ABD, Suriye'deki askeri birliğini geri çekecek mi?
Suriye Devrimi'nde kazananlar ve kaybedenler