İslamcılığı "terörizm" ile ilişkilendirerek susturma gayreti...

Sümeyye Sakarya, İslamcılığı mahkum etme biçimlerini incelemeyi sürdürüyor.

Sümeyye Sakarya / Tezkire

İslamcılar Zombi mi 3: Varoluşsal tehdit

Eğer karşınızdakiler sizi yemeye, yani öldürmeye programlanmış ve üstüne bir de iradeleri ve dilleri olmadığı için oturup konuşamayacağınız yaratıklar olsaydı ne yapardınız? Tabii ki sayısı 11 Eylül’den sonra hızla artan zombi filmlerinden de gördüğünüz gibi, silah namına bulduğunuz ilk şeye sarılıp saldırırdınız. Zira yeryüzündekilerin, hatta yerin altındakilerin, insan ve zombi olmak üzere, birbirine varoluşsal tehdit oluşturan iki gruba bölündüğü bir noktada, yaşamanın tek yolu öldürmek olurdu. Nitekim 11 Eylül sonrasında, Teröre Karşı Savaş kapsamında başlayan işgallerin ve savaşların arka planında, bir açıklama olarak en çok şahit olduğumuz sözlerden birisi de, Romero’nun filminde de duyduğumuz, “Biz teröristlerle müzakere etmeyiz” (we do not negotiate with terrorists) oldu. Irak’tan Afganistan’a, Ebu Gureyb’den Guantanamo’ya, terör iddiasıyla sınır dışı edilenlerden benzer “korkularla” vizesi reddedilen Muhammedlere ve Usamelere kadar, “müzakere edilemeyecek teröristler”, insanların güvende yaşayabilmesi için, durumlarına uygun görülen silahlarla “insanların” alanına müdahale edemeyecek hale getirildi. Peki, terörist ilan etmenin, yani insana karşı varoluşsal bir tehdit, baş düşman, ilan ederek zombileştirmenin İslamcılıkla, özellikle de post-İslamcılıkla ilişkisi neydi?

Bu sorunun cevabı Müslümandan teröriste giden denklik zincirinde saklı, zira hem bu zincir hem de zincirdeki isimlendirmeler, post-İslamcılık okumalarının seferber edilmesiyle inşa ediliyor. Öncelikle ılımlı-radikal Müslüman/İslam ikiliği kurularak, radikal Müslümanların tamamı İslamcı şemsiyesi altına alınıyor. Sonra, ılımlı-radikal İslamcı ayrımı üzerinden de radikal İslamcılar, başta el-Kaide olmak üzere, silahla bir şekilde ilişkisi olmuş veya olma ihtimali olan silahlı gruplar başlığı altında tasnif ediliyor. Bu silahlı grupların da tamamı, silahla olan veya olma ihtimali olan ilişkisinin arka planına ve ölçüsüne bakılmaksızın terörist şemsiyesi altına toplanıyor. Müslümandan teröriste uzanan bu zincir her ne kadar uzun ve aşamalı gibi görünse de, aslında post-İslamcılık ve benzeri okumalardan beslenen bir söylem sayesinde çok hızlı ve doğal, neredeyse direkt bir şekilde oluyor. Çünkü bu okumalar, zikredilen kelimelerin ve ikiliklerin aslında çizilmesi çok da kolay olmayan sınırlarını çizmeyi mümkün kılıyor. Sınırları çizmek çok kolay değil, çünkü verili, evrensel, iki artı iki dört şeklinde net olabilecek kategorilerden değil, insana dair, inşa edilmiş, duruma göre kriteri değişen kategorilerden bahsediyoruz.

Sonuçta devletlerin orduları da silahlı, ama “silahlı” olma kriteri burada işlemiyor ve onlara terörist denmiyor. Daha ilginci, Amerika’da insanlar kafasına estiği gibi silahlanabiliyor, hatta okulları tarayıp çocukları öldürebiliyor. Ancak anaakım söylemde silahlı Amerikalılar terörist, silahlı saldırılar da terör eylemi olarak adlandırılmazken bazen Müslüman olduğu düşünülen bir “sakallının” sadece bir açıklaması, terör eylemi olarak adlandırılabiliyor ve Teröre Karşı Savaş kapsamında cezalandırılabiliyor. Düşünülen diyorum çünkü söylemin hedefinin Müslüman olması da her zaman şart olmuyor, hatta hedefin ne olup olmadığından ziyade, belirleyici olan söylemin, söyle aracılığıyla hedef alanın onun hakkında düşündüğü, inandığı şey. Mesela, 11 Eylül’ün intikamını almak için Müslümanları (kendi tabiriyle havlu-kafalar, towel-heads) öldürmeye karara veren Frank Silva Roque’un, 15 Eylül 2001’de öldürdüğü Balbir Singh Sodhi, aslında bir Sih. Ancak Sodhi bir Sih erkeği olarak türban taktığı için ve Roque de Müslüman erkekleri türban takma üzerinden tanımladığı için, 11 Eylül sonrası İslamofobinin ilk kurbanı bir Sih olmuş oluyor.

Fakat sadece Müslüman olan ve olmayan arasında değil, iki Müslüman arasında da benzer çıkmazlarla karşı karşıya kalıyoruz. Üzerinde bazı işaretleri taşıyanlar, bazı kelimeleri kullananlar diğerlerinden daha radikal görülüyor ve böylece de terörist bloğuna ekleniyor. Sakallı bir Müslümanı sakalsızdan, başörtülüyü başörtüsüzden, namaz kılanı kılmayandan, şeriat isteyeni istemeyenden, içki içmeyeni içenden, hilafet isteyeni istemeyenden daha radikal kılan ve terörist yapan ne? Dediğim gibi bu soruların hiçbirinin her zaman geçerli bir cevabı yok. Başörtüsü bazen bir radikallik dolayısıyla da İslamcılık ve teröristlik göstergesi iken bazen de değil. Ancak bu sorular cevaplanmak zorunda, zira terörizmi, teröristi, radikali, ılımlıyı, İslamcıyı ve Müslümanı tanımlamadan, onlara karşı nasıl davranacağınızı bilemezsiniz. Havlu-kafa şeklinde de olsa bir tanımınız yoksa, 11 Eylül’ün intikamını nasıl ve kimden alacaksınız? En önemlisi de, eğer bu tanımlamaları yapamazsınız Teröre Karşı Savaşı ilan etseniz de uygulayamaz, uygulasanız da meşrulaştıramazsınız. Kimin zombi, kimin insan olduğunu tanımlayamazsınız, başta kendiniz, yanlış varlıkların ölümüne sebebiyet verebilirsiniz. Bu, bazen bir insanı zombi zannedip öldürmek şeklinde olsa da, tıpkı Balbir Singh Sodhi’nin durumunda olduğu gibi, bazen de zombiyi insan zannederek öldürmemeniz ve sonucunda da onun sizi öldürmesi şeklinde olur. Dolayısıyla da, sadece politikalarınızı uygulamak için değil, varoluşunuz ve güvenliğiniz için de bu soruları cevaplamanız gerekir.

Teröre Karşı Savaş politikalarının oluşturulması ve uygulanmasında başta ABD, devletler ve kendi alanlarında - iş verenden eğitimciye - güç sahipleri bu sorulara anaakım İslamcılık literatürünün açtığı yoldan cevap vermiş ve böylece de İslamcılar terörist ilan edilerek zombileştirilimiş. Bunun en bariz örneklerinden birisi ise Teröre Karşı Savaş politikalarını belirleyen düşünce kuruluşlarının (think-tanklerden) akademiyle aralarındaki sınırların yok olduğunu gösteren İslamcılık raporları. Ancak, bu şekildeki zombileştirme akademiyle veya think-tanklerle sınırlı değil. İslamcılığın sonu, ılımlı-radikal İslam, iyi-kötü Müslüman söylemine dahil olan herkes, ister etkili bir gazeteci olsun ister beraber saf tuttuğu Müslümanı radikallikle suçlayarak disipline etmeye çalışan sıradan bir “ev Müslümanı”[1], bu söylemin normalleşmesini sağlayarak Müslümandan teröriste aşama aşama kurulan zincire hizmet etmiş oluyor. Bu zincirin kurulmasında literatürdeki iddiaların Müslümanların teröristleştirilmesine nasıl zemin hazırladığı, yani yukarıda bir kısmı sıralanan sorulara ne cevaplar verdiği ve bu cevapların Teröre Karşı Savaş politikalarını tam olarak nasıl meşrulaştırdığı ve şekillendirdiği de bir sonraki yazıya kalsın.


[1] “Ev Müslümanı”, “ev zencisi” kavramına referansla üretilmiş bir terimdir.

Yorum Analiz Haberleri

"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango
Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye