Ergün Yıldırım, Yeni Şafak gazetesindeki yazısında İslamcılığa yerli oryantalistler tarafından getirilen eleştirileri yorumluyor:
İslamcılık, Türkiye’nin en önemli fikriyatıdır. Çünkü coğrafyasına asırlarca yön vermiş, ihya etmiş ve ufuk kazandırmış İslam’dan ilham alarak çağı yorumlamaya çalışan bir akım. Batıcılıkla toplumun üzerine beton dökmeye çalışanlara karşı, Necip Fazıl Kısakürek ve Said-i Nursi gibi düşünür ve alimlerle en büyük meydan okumayı yapmıştır. İslam’ı modern zamanlarda da yaşatma mücadelesini vermiştir. İslam ilerlemeye engeldir, İslam bilimle çatışır, İslam geride kaldı gibi iftiralara karşı hayatı pahasına mücadele etmiştir. Tarihine, coğrafyasına, vatanına ve zamanına karşı mesuliyet içinde olmuştur. Müslüman toplumu batıcılığın çizmeleri altında ezip geçen kadro ve projelere karşı itirazda bulunmuştur.
Şimdi İslamcılık yeni iftiralarla sanık sandalyesine oturtuluyor. Yerli oryantalizmle yapılıyor bu. Yine batı epistemolojisi ve sosyal teorisiyle yargılanıyor. Elbette İslamcılık eleştirilir. İslamcılık da çeşitli zaaflara sahip. Bir takım tıkanıklıkları ve yanlışlıkları var. Özellikle Ortadoğu’nun ateşe atıldığı, emperyalizmin yeniden üzerimize çullandığı ve Türkiye’de iktidarda etkili olduğu bir dönemde ciddi sorunları bulunmakta. Hatta adına “soğuk savaş İslamcılık” diyerek ciddi manada eleştiren yazılar bu köşede yayınladım. Yeniden emperyal vizyona ve özgüvene sahip Osmanlı İslamcılık fikriyatıyla irtibat kurmalıyız diyorum. Buna da “İstanbul İslamcılığı” adını veriyorum.
Bugün Türkiye’de yüz yüze kaldığımız İslamcılık eleştirileri, eleştiriden öte ciddi manada haricilik ve oryantalizm kokuyor. Nitekim bu toplumun gerçekliğinden ve alt-üst toplumsal yapısından kopuk bir biçimde meseleye bakılıyor. Bu topluma yabancı bir bilinçle İslamcılık itham ve iftiralara uğruyor. Bu son kritiklerde kullanılan dil bunu ele veriyor. İslamcıların sohbet kültüründen yazılı kültüre geçemedikleri iddia ediliyor. Sohbet kültürü köysel ve geleneksel, yazılı kültür de şehirli olarak tanımlanıyor. Aslında sözlü kültür pür gelenek, yazılı kültürle pür modern kast ediliyor. Araştırmacı Ong’un sözlü ve yazılı kültür ayırımına dayalı teorisinden hareket ediliyor. Bu teoriden ben de zamanından çok yararlandım ama ciddi mahsurları var. Bir defa Kur’an, Hz. Muhammed’den itibaren yazılmaya başlanmıştır. Bu dinin en temel kitabı İncil gibi sözlü değil, yazılıdır. İslam toplumları kütüphanelerle dolu şehirlere sahip. Yazılı kültür modern anlamda toplumda hâkim olmasa da, okumuş insanlarında yaygın. Sohbet büyük bir gelenek. Modernitenin terapilerden geçilmeyen iyileştirme yöntemi nedir? Peki ya dünya çapında kurulan lobiler ve kulüplerin toplantıları… Bir ilahiyatçının yaptığı gibi, sohbet kültürünü büyük sosyolog Weber’in adını anarak otoriterlikle birleştirmek büyük bir cehalet. Çünkü Weber, patrimonyal kavramını politik statüyü tanımlamak için kullanır. Dini aktörleri ise peygamberler ve ruhbanlar mukayesesiyle açıklar.
Cemaat ve mahalle bağlamını sadece İslamcılarla tanımlamak doğru değil. Bu ülkede bütün aydınlar bir cemaattir ve bir mahalleleri var. Hatta en katı cemaat ve mahalle modern laikçi cemaat ve mahalle aydınları. Hala PKK şiddetini terk eden tavırları alamıyorlar. Hala İslam’a karşı kolektivistler. Hala köyden gelen insanlara bu defa da “sözlü kültürden gelip şehirli kültüre geçemeyen” sözleriyle efendiliklerini sürdürmek istiyorlar. En demokrat sosyalistlerin “cemaatle” birleşerek gerektiğinde ordu göreve gelmeli dediklerini unutuyorlar. Türkiye’nin toplumsal yapısı ve devlet örgütlenme gerçekliğini hesaba katmadan İslamcılık fikriyatını post-modern oryantalist tutumla açıklanıyor.
Boğaziçi, ODTÜ gibi Türkiye’nin seçkin bilim ortamlarına İslamcıları sokmayan, üniversitede İslamcıların İslamcılığı konuşmasını irtica gören( bunu şahsen yaşadım bir sol aydınlar üniversitesinde) bir bilincin kendine biçtiği efendilik karşısında, İslamcıları her zaman koruyan tek sığınak mahalle ve cemaat olmuştur. “Feodal bilgi “ ve “mumyacılık” olarak yapılan suçlamalar tam bir oryantalist dil. “Modern nesnel bilgi ile uyuşmayan” görüşleri biçimindeki ifade ise ilerlemeci, moderniteyi mutlaklaştırarak İslamcılara bakışın bir ifadesi. Sözlü kültür her zaman önemlidir. Cemaat her zaman önemlidir. Mahalle her zaman önemlidir. Bunlar modernitenin gelenek karşıtı söylemi üzerinden okunarak açıklanamazlar. Mahalle, cemaat ve sohbet azaldıkça toplumlar yığınlaşır. Modernitenin O. Gasetta ve N. Topçu tarafından eleştirilen sürüleşme sorunu budur. Devletin, beyaz burjuvazinin, batıcı elitlerin bu topraklarda ürettikleri hegemonik ilişkiler ve efendilik bakışının bıraktığı “sosyal etkiyi” dikkate almadan İslamcıların yaşadıkları sorunları anlamanın imkanı yok.
İslamcılık tıkanıklar yaşadığı doğru. Ancak bunu modernliği mutlak doğru ve merkezde tutarak anlayamayız. Yapılan eleştiri biçimi oryantalizmdir. Çünkü modernliği mutlak, doğru ve merkez güç kabul ediyor. Onun bakışına ve onun bilme biçimlerine üstünlük veriyor. Eskiden “İslam terakkiye manidir” denirdi, şimdi de İslamcıların görüşleri “modern nesnel bilgiyle uyuşmuyor” deniyor.