Hangi ülke ve toplumu, hangi siyasi tarih veya toplumsal zemini kritik ediyor olursak olalım en temelde kendi düşünce ve ahlakımızı ortaya koyarız. Sahip olduğumuz ideallerin yaşadığımız gerçeklere, ahlakımızın fıtrata ve hukuka ne kadar uyumlu olduğunu bu türden kritik endişelerle hayatın her safhasında test etme imkânı buluruz. Fertler ve toplumlar kadar kurumlar da bu testlerden geçerken kimileri ahlaken ve siyaseten kazananlar kimileri de kaybedenler tarafına düşer.
Despotizm-demokrasi, seçim-dikta, sivil-asker karşıtlığı üzerinden bir dizi ideal yöntem ve yönetim öngören laik-batıcı siyasi perspektifin ne kadar tutarlı ve ahlaklı olduğunu ölçmek için ne yapalım? İsterseniz fazla uzaklara ve derinlere gitmeden Taksim Gezi Parkı üzerinden Erdoğan’ı ve Tahrir Meydanı’ndaki gösterilerden yola çıkarak Mursi’yi devirmeye kalkışan siyasi söylem ve hareketin bariz vasfı ve öncelikli hedefine bir bakalım.
Hürriyet’ten el-Ahram’a Akreditasyon
Mısır halkının son 70 yılının karartılmasında Nasır, Sedat ve Mübarek gibi despotların kontrolündeki yargı, sermaye, istihbarat gibi unsurlar kadar el-Ahram gibi yayın organlarının da payı büyüktür. Türkiye’de darbe sürecinin hazırlanmasında Hürriyet ve Cumhuriyet gibi gazeteler neyse Mısır’da da el Ahram aynı rolü oynuyor. Öyle ki Türkiye’de örneğini mebzul miktarda gördüğümüz Genelkurmay’ın yarı resmi sözcüsü gibi ordunun darbe planlarını büyük bir ustalıkla psikolojik harekât unsuru olarak kamuoyunu taşıma görevi Mısır’da da merkez medyanın uhdesinde yürütülüyor.
Mesela Türkiye’de çok defa gördüğümüz Meclis’in üstünde uçurulan savaş uçakları, anayasanın askıya alınması, meclis ve siyasi partilerin kapatılması, kurulması planlanan özel mahkemeler, yasaklı siyasilerin listesi gibi haberler el-Ahram gibi gazeteler aracılığıyla bir korku filmi havasında Mısır’da da senaryolaştırılıyor. El-Ahram’ın haber ve yorumlarının Türkçe tercümelerini okuyanlar hayret edilecek kadar Cumhuriyet ve Hürriyet’in 27 Mayıs’tan 27 Nisan’a kadar darbe süreçlerinin meşrulaştırılmasında sergiledikleri rezilliği görmekte hiç zorlanmayacaklar. Öyle bir rezillik ki halka karşı savaş açan bir askeri cuntanın sözcülüğüne soyunmuş laik-Batıcı basının Türkiye’den Mısır’a uzanan çirkin karakterini sergiliyor.
Gezi Parkı özelinde sergilenen muhalefet tarzının açıkça despotizme dönüşü arzulayan, askeri müdahaleye davetiye çıkarıcı vasfını kazandıran aktör ve çevreler kimlerden müteşekkildi? Sıfatı ve sınıfı ne olursa olsun liberal, sosyalist, ulusalcı gibi farklı ideolojik kimlikleri haiz laik-Batıcı aktör ve kurumların baskın karakteri çevrecilik ve şehircilik kamuflajıyla saklanabilir gibi değildi. Taksim’de çevre ve şehircilik duyarlılığı adına sergilenen vandallık, küfürbazlık ve ahlaksızlık siyaset ve toplum üzerinde sergilenen vesayeti daha güçlü kılma hatta perçinleme girişimiydi.
Sokak ve meydanlarda sergilenen saldırganlıklar, yakıp yıkmalara eşlik eden küfür ve hakaretleri demokratik tepki adına alkışlayanların İslam’a ve Müslümanlara ait temel hakların askeri cuntalar tarafından gasp edilmesine davetiye çıkarmak olduğunu kim saklayabilir ki? Seçimin sonuçlarını seçimin galiplerine göre yorumlayanlar açıkça laik-Batıcı bir dayatmanın, halka rağmen iktidar kurmanın peşinde koşuyorlar.
Darbeyi Alkışlamak Teamüldendir
Siyaseti ve seçimi değil de sokaktaki gürültülü tehditleri ve şiddete eşlik eden şantajları merkeze alan bir yöntemi ve örgütlenme biçimini “orantısız zekâ, yaratıcı siyaset, y kuşağı” filan yeni moda söylemlerle övenlere hiç ama hiç güvenilmez.
Suriye’deki katil rejimi ayakta tutmak için her türlü aracı seferber edenlerin Taksim’deki dayanışması da Tahrir’deki darbecilere selam duruşu da gözler önünde olmuştur ve tarihe kaydedilmiştir. İslam ve İslami hareketin Müslüman halklar adına talep ettiği hak ve özgürlüklere blokaj koyarken sadece askeri-stratejik gerekçeler öne çıkmıyor Bunlara eşlik eden laik-liberal değerleri de gözden kaçırmamak lazım.
Mısır’da Mübarek cuntasının devrilmesinin akabinde üst üste yapılan seçimlerden İslami hareketlerin ezici bir zaferle çıkmasını sadece Mısır’daki ulusalcı, liberal ve sosyalist siyasiler hazmedememiş değil. Bu ezici zafer sadece Mısır’ın Batıcı-laik sınıflarını çileden çıkarmıyor.
Türkiye’deki gazete ve televizyonlarda Mısır’daki Müslüman Kardeşler ve Selefilerin askeri darbeyle devrilmesi için tertiplenen provokatif sokak eylemlerinin nasıl övüldüğüne bir bakalım. Sadece Ergenekon-Balyoz cuntalarıyla isimleri özdeşleşmiş ulusalcı-Kemalist sınıfların değil en az onlar kadar liberallerin de Mursi’ye verilen muhtıra karşısında ne kadar da sevinip heyecanlandıklarını göreceğiz.
Batıcı-laik sınıfların tamamında İslamcı bir iktidarı, ABD ve AB’nin hoşuna gitmeyen bir seçimi darbe yoluyla boşa çıkarmayı meşru kılan bir perspektif hâkimdir. Batıcı-laik zihinlere, kalplere, dillere, örgütlere sirayet etmiş bu ölümcül ve öldürücü hastalıktan acilen kurtulmak lazım.