Bu ülkede İslam’a düşmanlıklarını göstermek için fırsat kollayan geniş bir çevre var. Görünürde birçoğu İslam’ın kendisine değil de İslami kimliğiyle tanınan belli kesimlerin, yapıların, örgütlerin yaptıkları yanlışlara karşı çıktıkları iddiasındalar. Suret-i haktan gözükerek toplumu bu yapılara karşı uyarmayı amaçladıklarını, din istismarını teşhir etme çabası içerisinde olduklarını ileri sürmekteler.
Oysa gerek bu çevrelerin kimlikleri, mazileri gerekse de söylem ve tutumları düşmanlıklarının Müslümanların değerlerine, İslami kimliğe, hatta doğrudan İslam’a yöneldiğini açıkça ortaya koymaktadır.
İçlerindeki kini, düşmanlığı kusmak için her gün bir gerekçe, bir vesile bulmakta zorluk çekmiyorlar. Sebepler değişiyor ama hadiseleri köpürtme, kampanyaya dönüştürme, buradan kalkarak Müslümanları ve hayat tarzlarını mahkûm etme ve aynı zamanda da müfsid, bâtıl anlayışlarını sevimli gösterme çabaları değişmiyor.
Bu ülkede her gün haramlarla örülmüş, yoz hayatlar yaşayan insanların düştükleri berbat hallere ilişkin birçok gelişme cereyan ediyor. Kumar, içki ve uyuşturucu bağımlılığı derinleşiyor; zina, aldatma ve beraberinde gelen cinayet ve intihar vakaları yaşanıyor.
Tüm bu tabloya rağmen sistematik biçimde ahlaki ve manevi çürümeyi teşvik ediyorlar. Gençlerin bataklığa sürüklenmesine yol açan hayat tarzını savunuyorlar. Alkol bağımlılığı yuvaları karartıyor ama içki içmeyi bir özgürlük alanı olarak kutsuyorlar. Ama aynı çevreler bir cemaate ait yurtta kalan bir gencin intiharı üzerinden de kıyameti kopartabiliyorlar.
Meselenin Temeli: Dünya Görüşü Farklılaşması
Hiç kuşkusuz bu kavga özünde bir hayat tarzı kavgasıdır. Hayatı Rabbu’l-Âlemin’in belirlediği kurallar çerçevesinde yaşamayı kabul edenlerle bâtıl ideolojilerini, putlarını, nefislerini ilah edinenlerin uzlaşmazlığını, çatışmasını yansıtır.
Kâinatı yoktan var eden Rabbu’l-Âlemin’e secde etmeyi, O’nun hükmüne boyun eğmeyi kabullenemeyenler, azgınlaşan, tuğyan içinde rabliklerini ilan eden ve neticesine katlanacak zavallılardır. Bu dünyada hayatları bir anlam taşımadığı gibi, ahirette asıl hüsranla karşılaşacak olanlar da bunlardır.
Rabbimiz ne yaparsak yapalım bize dost olmayacaklarını ve içlerindeki kinin sönmeyeceğini, ağızlarından saçtıkları kinin ve düşmanlığın daha büyüğünü içlerinde sakladıklarını bize haber vermiştir:
“Ey iman edenler! Sizden olmayanlardan sırdaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların kinleri konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz size ayetleri açıkladık.” (Âl-i İmran, 118)
Zaman zaman akıllara şu tür sorular takılır: Acaba bu çevrelerin dillendirdikleri eleştirilerde, bulundukları ithamlarda haklılık payı yok mudur? Acaba İslami kimliği ile bilinen kimi çevrelerin ya da şahısların hataları bahse konu olumsuzluklara yol açmıyor mu? Bu durumda bu çevrelere sahip çıkmak bizleri de yanlışa ortak etmez mi?
Onlar Müslümanların Yanlışlarından Değil, İslam’ın Kendisinden Rahatsızlar!
Şüphesiz İslami iddialarla faaliyet yürüten her çevreyi, atılan her adımı, yapılan edilenleri olumlamak, sahiplenmek mümkün değildir. Ne yazık ki Müslümanlar tarafından Allah’ın dini adına pek çok yanlışa imza atılmaktadır. Elbette bunlara karşı çıkmak, bu yanlışlardan teberri etmek durumundayız.
Ne var ki sorunun temelinde yatan şeyin bazı Müslümanların yanlışları olduğu düşüncesi doğru değildir. Bahsi geçen örnekte olduğu gibi tartışılan şey şu cemaatin veya bir başka grubun okulunda ya da yurdunda kalan gençler üzerinde baskı kurması; şu veya bu yapının İslam anlayışının darlığı veya genişliği; sahih ya da eklektik oluşu değildir.
Onlar İslam’ın rengini verdiği her şeyden, hatta kokusundan bile rahatsızdırlar. İslami anlayışın, değerlerin, fikir ve pratiklerin tümünün tasfiyesini, en azından görünür olmaktan çıkmasını savunmaktadırlar. Nitekim tekil bir hadiseden kalkarak “Tüm cemaat-tarikat yurtları kapatılsın!” şeklinde bir taleple öne çıkmaları ne yapmak istediklerini, neyi hedeflediklerini açıkça ortaya koymaktadır.
Futbol takımı taraftarları arasında kavga çıktığında stadyumların kapatılması talep edilmiyor. İçkili mekânlarda insanlar birbirini öldürdüğünde içkili yerlerin kapatılması talep edilmiyor. Kumar yüzünden aileler dağıldığında at yarışlarına son verilmesi istenmiyor. Ama bir öğrenci intihar ettiği için yüzlerce, binlerce yurdun kapatılması talep edilebiliyor. Çünkü hedefleri net!
Dolayısıyla meseleyi şu veya bu yapıya, cemaate, gruba indirgemeksizin genel manada inancımıza, kimliğimize yönelik sistematik bir saldırı olarak görmek ve tavır almak aklın, mantığın gereğidir. Durumu doğru tespit edelim: Bunların düşmanlığı bazı yanlışlara ve dayatmalara, sahih İslami değerlerimizle de bağdaşmadığı düşünülen kimi aşırılıklara, ölçüsüzlüklere has değildir.
Nasıl Derin Bir Düşmanlık İçinde Olduklarını İyi Biliyoruz!
Bugün yurtları baskıcı oldukları iddiasıyla hedef tahtasına koyanlar, dün başörtüsünü, Kur’an kurslarını, imam hatip okullarını toptan düşmanlaştıranlardır. Okullarda mescit talebi gibi en basit, sıradan bir hakkı engellemek için ellerinden geleni yapanlardır. Kalorifer dairesinde namaz kılmak zorunda bırakılmış gençleri suç işlemişler gibi afişe edenlerdir. İHL öğrencilerine yönelik katsayı zulmünü bilimsellik adına utanmadan savunanlardır.
Biz bunları iyi tanıyoruz! Bugün şartlar kendileri için biraz zorlaştığından maskeyle karşımıza çıkmaları, dinle ve dindarlarla bir sorunları olmadığını beyan etmelerinin bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Yarın şartlar değişse hiç tereddütsüz aynı zulümleri icra etmekten çekinmezler. Çünkü ideolojik tutumlarını değiştirmiş değillerdir. Değişen sadece politikalarıdır, söylemleridir.
Bu çevrelerde zerre miktarı tutarlılık yoktur. Ensar Vakfının adının karıştığı çirkin bir hadiseyi sürekli öne çıkartanlar, yıllardır gündemde tutanlar her türlü sapıklığı alenen savunuyorlar. İntihar eden genç üzerinden yurt baskısını, aile baskısını öne çıkartanlar toplumu kuşatan ifsad atmosferini hiç sorun görmüyor, bilakis savunuyorlar.
Bu noktada iki hususun bu söylemi güçlendirdiğini görmek gerekiyor.
Muhasebe Yapmak İle Karşıtına Yaranmak Aynı Şey Değildir!
15 Temmuz sonrası yükseltilen cemaat karşıtlığı laik-Kemalist çevrelerin elini bir hayli güçlendirmiştir. İlaveten ‘İslami mahalle’de sıkça karşılamaya başladığımız ve özeleştiri, itiraz vb. gerekçelerle öne çıkartılan hesaplaşma tutumu yine bu çevrelerin pozisyonunu takviye etmektedir.
İslami camianın içinden birileri belki başta iyi niyetle ama son derece basiretsiz bir tutumla İslam düşmanlarına malzeme verecek ve Müslümanların da boynunu eğecek şekilde sürekli biçimde mahallemizin eksiklerine, yanlışlarına vurgu yapıyorlar. Sadece bugünle de kalmayıp tarihe de giderek hiç durmadan İslami müktesebatla, İslami hareketlerin fikir, söylem ve eylemleriyle hesaplaşıyor; adeta İslam ümmetiyle didişiyorlar.
“Bütün suç bizde, zaten bizden bir şey olmaz, bizim bu tür zaaflarımız olmasa başımıza bunlar gelmezdi!” türünden söylemler İslam düşmanlarının, zalimlerin suçlarını hafifletme, hatta temize çıkartma sonucunu doğuruyor. Onlar açıkçası izzeti yanlış yerde arıyorlar!
“Onlar, mü'minleri bırakıp kâfirleri dost edinen kimselerdir. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Hâlbuki bütün izzet ve şeref Allah'a aittir.” (Nisa, 139)
Sorsanız “İslam’ı yanlış algı ve ithamlardan arındırmak istiyoruz” derler. Peki, öyle mi oluyor? Gerçekten de muhatap aldıklarınız, aferin kapmaya çalıştıklarınız sizin söyleminize, tutumunuza bakıp hakikati kabul mü ediyorlar?
Müslümanlar kimi dost, kimi düşman edindiklerine iyi bakmak durumundadırlar. Resulullah’ın (s) şu buyruğu tüm ilişkilerimizde esas almamız gereken ölçüyü belirlemektedir: “Kişi dostunun dini üzeredir. Bu yüzden her biriniz kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin.” (Tırmizi, Zühd, 45)
Asla Zulümlerini Sorgulamıyorlar!
Tekrar soralım: Tarikatların yanlışlarına, hurafelerine, aşırılıklarına karşı tutumunuz muhataplarınızda bir makuliyet, vicdan muhasebesini de getiriyor mu? Atalarının despot uygulamalarını, bu topluma zorla, baskıyla dönüştürme programı dayatmasını reddetmelerini getiriyor mu?
Ne gezer! Bilakis resmî ideoloji putuna bağlılıklarını artırıyor ve ümmete daha da fanatik biçimde düşmanlık serdetmelerini getiriyor.
İnsanlıktan nasipsiz oldukları muhacirler konusundaki tutumlarıyla net biçimde anlaşılmıyor mu? Esed gibi bir canavara sempati duymaları kim olduklarını, ne istediklerini açık biçimde ortaya koymuyor mu?
Bir gencin intiharı olayını herkes için bir insanlık testine dönüştürenlerin birçoğu sistematik biçimde bir halkın katledilmesini, işkenceye uğratılmasını, ırzlarının, namuslarının çiğnenmesini hiç de sorun eder gibi gözükmüyorlar, bilakis tüm bu suçları işleyenleri savunabiliyorlar.
Yanlış Hedefler ve Öncelikler Belirlemek Asıl Zulüm Odaklarını Gözden Kaçırmaktır!
Tam bu noktada sormak gerekiyor: Geleneksel cemaatleri ve tarikatları sahih olmayan bir din anlayışını benimsedikleri için eleştirenler, onların eğitim yöntem ve programlarını yerden yere vuranlar neden cahili-tağuti bir eğitim sisteminin tüm halka dayatılmasına itiraz etmiyorlar? Nasıl oluyor da nesillerin küfür ideolojisiyle yetiştirilmesinden pek de rahatsız gözükmüyorlar?
Varsayalım ki tarikatlar hurafe ve bidatleri yaygınlaştırdıkları için reddedilmeli! Peki, asıl zulüm odağı olan Kemalist ideolojiye öncelikle karşı çıkılması gerekmiyor mu? Bu zulümle çok daha açık, yaygın, sistematik bir şekilde mücadele edilmeli değil mi? Şeriat aynı anda iki mefsedetle karşı karşıya kalındığında öncelikle büyük olanın def’i için çaba sarf etmeyi emretmiyor mu?
Belli ki açık küfür, tuğyan ve zulüm artık bazılarının gözünde gelenekçi çevrelerin birtakım eksiklerinden, hatalarından bile daha önemsiz, basit bir tehlike arz eder hale gelmiş! İşte bu bakış açısı tam manasıyla bir basiretsizliktir, hedefi şaşırmaktır. Hedefini şaşıranların ise kime hizmet edeceğini, nerelere savrulacağını öngörmek mümkün değildir.
Rabbimiz bizi izzetin Allah’ın, Resul’ünün ve müminlerin yanında olduğu bilincinden asla uzaklaştırmasın!