İslâm bugüne kadar bilinen ve uygulanan siyasî sistemlerden birini isim vererek ve tanımlayarak öngörmemiş, emretmemiştir. Ancak bu, her siyasî sistemin İslâm'a uygun düşeceği mânâsına da gelmez. İslâm'ın ortaya koyduğu, iman edenleri bağladığı esaslar, kurallar, amaçlar siyasî sistemlerin de İslâm'a uygun ve meşrû olup olmadıklarını belirlemede yol göstericidir, belirleyicidir. İslâmî siyaset sisteminin ve devletin yapısında, her biri Kur'ân'da defalarca zikredilen ve Kur'ânî anlamları da belli olan şu unsurlar vardır: Tevhîd, itâat, hilâfet, bey'at, şûrâ, emir bi'l-ma'rûf nehiy ani'l-münker, velâyet, mülk, hüküm, adâlet, ehliyet ve emanet. Bunları ihtivâ eden sistemler İslâmîdir.
İslâm devleti veya İslâmî devletin terim olarak farkı oturmuş değildir, bunları ayrı mânâlarda kullanan kimselerin maksatlarını açıklamaları gerekir. Nisbeten oturmuş olan iki terim, İslâm ülkesi devleti ile İslâm devleti veya İslâmî devlettir. Bunlardan birincisi halkının çoğu Müslüman olan, Müslüman nüfusun hâkim bulunduğu devleti ifade etmektedir; böyle bir devletin İslâmî tanımlamasına uyması da, uymaması da vâkî olmaktadır. İslâm devleti veya İslâmî devletten maksat ise devletin temel referansının İslâm olduğu bir yapıdır. Eğer İslam ülkesi (halkının çoğu Müslüman olan bir ülke) kamusal alanı (herkese ait, herkesi bağlayan alanı) İslam'ın emir, yasak, tavsiye ve tercihlerine göre düzenliyorsa burada iki terim (İslam ülkesi ve İslâmî devlet) örtüşmüş olur. Eğer demokrasi laiklik ilkesinden ayrılmayacaksa, devlet bütün dinler ve inançlar karşısında eşit mesafede olacaksa, herhangi bir din kuralı devletin düzenine kaynak olmayacaksa bu demokrasinin İslam ile bağdaşacağı hükmü/değerlendirmesi doğru olmaz. Böyle bir devlet İslâmî olmamakla beraber Müslümanların problem çıkarmadan onun vatandaşı olabilmeleri ve farklı olanlarla birlikte yaşayabilmelerinin vazgeçilmez şartı, a) Gerektiğinde makul ölçülerde kayıpla da olsa islamî devleti kurma imkanının bulunmaması, b)"başkalarının hak ve özgürlüklerine, açık ve kesin olarak zarar vermediği sürece" inançların ve din hayatının özgür olmasıdır, kamusal ve özel alanlarda bireylerin dine uygun davranmalarının engellenmemesidir; Türkiye'nin böyle bir demokrasi anlayışı ve uygulamasına ihtiyacı vardır.
Aynı ihtiyacın diğer İslam ülkeleri için de var olduğu söylenemez. Bugün şeriatla yönetildiği iddia edilen, gerçekte ise şeriata aykırı saltanat ve dikta rejimleri ile yönetilen ülkelerde, adına demokrasi demek mümkün ise şöyle bir siyasi sisteme ihtiyaç vardır: Yöneticiler mutlaka seçimle iktidara gelecek ve yine millet iradesi ile iktidardan düşeceklerdir. Halkın iradesi mümkün ise doğrudan, değil ise yine onların seçecekleri temsilcileri vasıtasıyla belirlenir. Halkın iradesi veya yöneticinin tasarrufları İslam'ın değişmez hükümleri ile çatışamaz; çatıştığı halde halkın iradesi egemen olursa o devlet "İslâmî" niteliğini yitirmiş olur.
Peki İslamî devlette farklı inanç ve din sahiplerinin durumları (hak ve özgürlükleri) nasıl olur?
Böyle bir devlette hiçbir kimse Müslüman olmaya zorlanmaz, gayr-i Müslimler kamil manada din özgürlüğünden yararlanırlar. Müslümanlar, herkese açık yerlerde İslam'a aykırı davranışlarda bulunamazlar. Müslüman olmayanlar ise ancak kamu düzenine aykırılık, ülkenin bağımsızlık ve bütünlüğüne zarar verme gibi sebeplerle özgürlük kısıtlanmasına tâbi olurlar; böyle bir sebep bulunmadıkça İslam'a aykırı diye inanç ve davranışlarına müdahale edilemez.
Adına İslâmî dediğimiz bu devlet rejimi (buna "İslamî demokrasi", "teo-demokrasi" diyenler de oluyor) halen laik olmayan İslam ülkelerinde uygulansa, bu ülke halklarının çağdaşlaşmalarına, kalkınmalarına, dünyaya farklı bir medeniyet ve hayat tarzı örneği sunmalarına engel olmaz, aksine buna uygun bir zemin teşkil eder.
İslam ülkelerine demokrasi götürme bahanesiyle oraları işgal eden sömürgeci Batı'nın maksadı, meşru olmayan emellerine mani olan İslam'ı Müslümanların hayatlarından uzaklaştırmaktır.
Konuya devam edeceğim.
YENİ ŞAFAK