Mahmut Ay / Yeni Şafak
Şeriat İslâm’ın neyi olur?
Aslında bugün, -son yazımda belirttiğim gibi- “Türkiye’de Diyanet Algısı” üzerinde yazacaktım. Ancak geçtiğimiz günlerde kendilerini “İlâhiyatçılar” olarak tanımlayan on dört kişi tarafından “Şeriat İslâm Değildir” başlıklı bir bildiri yayımlanınca, bazı dostlarımın da talebi üzerine bu konuda bir yazı yazmayı uygun gördüm.
Bu yazım, mezkûr bildiriye reddiye olmadığı için; bilimsel ve mantıksal açıdan oldukça sorunlu görünen o metnin muhtevasının tahlilini yapmayacağım. Konuyla ilgili görüşlerimi serdedip, onun muhtevasına sadece bir iki konuda atıf yapacağım.
Şeriat-İslâm ilişkisine dair özetle şunlar söylenebilir:
1. İslâm’ın temel iki kaynağı olan Kur’an ve Sünnet’i; kim hangi niyetle, hangi akılla ve hangi yöntemle okursa okusun, şu hususu çok net bir şekilde görecektir: Bu din; inanç esasları, ibadetler, ahlâkî öğretiler ve hukukî düzenlemeleri içeren; dolayısıyla hayatı tüm boyutlarıyla kuşatan bir dindir. Hz. Peygamber’in (sav) risâletinin Mekke döneminde; genellikle inanç, ibadet ve ahlâk esasları üzerinde durulmuş, Medine döneminde ise bu esaslar üzerine hukukî düzenlemeler; yani şeriatın ilke ve yasaları bina edilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de yer alan hukuka/şeriata dair yaklaşık üç yüz âyetin tamamına yakını Medine döneminde nâzil olmuştur. Buradan çıkan sonuç şudur: İslâm; inanç, ibadet ve ahlâk temelleri üzerine kurulmuştur. Ancak bu temellerin üzerine bazı hukuki düzenlemeler de eklenmiştir. Dolayısıyla İslâm’ı; inanç, ibadet, ahlâk ve hukukun bütünü olarak görmek gerekir.
2. Şeriat, Kur’an ve Sünnet’e dayalı olarak inşa edilen bir hukuk sistemidir. Kutsal bir kaynağa dayanmakla birlikte; kanunların vaz edilmesi, yorumlanması, ve uygulanması itibariyle beşerîdir. Dolayısıyla bir Müslüman açısından Kur’an ve Sünnet’te yer alan hükümlerin doğruluğu tartışılamaz; fakat bunların kanunlaştırılmış halleri, neticede beşerin eli ve aklı değdiği için tartışılabilir.
3. “Şeriat, İslâm değildir.” önermesinden maksat; “İslâm, hukuka indirgenmemeli; yalnızca ondan ibaret sayılmamalı ya da hukuk İslâm’ın en önemli boyutu olarak algılanmamalı” ise, buna katılmamak mümkün değildir. Ancak bununla; İslâm’ın hukuka dair düzenlemelerinin tamamının, doğduğu dönemin şartlarına göre teşekkül ettiği, dolayısıyla bugün hukukî bir düzenleme yapılmak istenildiğinde İslâm’ın söyleyecek bir sözünün olamayacağı kastediliyorsa; İslâm’ın kaynaklarına, tarihine ve günümüzdeki Müslüman toplumlarda câri olan hukuka birazcık âşinalığı olan bir kimsenin bunu onaylamayacağı açıktır.
4. Kur’an ve Sünnet’teki hukukî düzenlemelerin tamamının, indiği döneme ait tarihsel çözümler olduğunu söylemek, vakıaya uymamaktadır. Çünkü 20. asra kadar, Müslümanların tamamı her çağda ve coğrafyada bu hukuku uygulamışlardır. 19. asrın sonlarına kadar, İslâm hukukunun Kur’an’ın nazil olduğu döneme ait tarihsel bir olgu olup mevcut şartlarda uygulanamayacağına dair neredeyse hiçbir tartışma yoktur. Bugün dahi, Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerin ekseriyetinde aile hukuku, İslâm hukukuna göre düzenlenmiş olup Müslümanlar tarafından gönül rahatlığıyla uygulanmaktadır.
5. İslâm hukuku, yoruma ve içtihada kapalı donuk bir hukuk sistemi değildir. Bilakis asırlar boyunca, çeşitli yorum ve içtihatlarla oldukça dinamik ve esnek bir yapıya sahip olagelmiştir. Hz. Ömer’in içtihatlarına bakıldığında, içtihat dairesinin ne kadar geniş olduğu görülecektir. Dolayısıyla içtihat müessesesi uygun bir şekilde işletildiği takdirde İslâm hukuku, çağdaş toplumlar için de rahatlıkla uygulanabilecek hukuki düzenlemelere kaynaklık edebilecek bir potansiyele sahiptir. Nitekim mezkûr metne imza atanlar da, şeriata dayalı kaide ve kanunlardan oluşan Mecelle’nin “ezmanın teğayyürü ile ahkâmın tebeddülü (zamanın değişmesiyle hükümlerin farklılaşması) inkâr olunamaz.” kaidesine atıf yapmışlardır. Demek ki, şeriat, zamana uygun şekilde güncellenebilecek bir yapıya sahiptir.
6. İslâm’ın temel kaynağı olan Kur’an’da yer alan hukukla ilgili âyetlerin sonunda, bunların “Allah’ın koyduğu sınırlar (hududullah)” olduğunun belirtilmesi, yine Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlere yönelik ağır ifadeler, bu hükümleri bir çırpıda tarihin çöplüğüne atıvermenin, -bu Kitab’a inananlar nezdinde- büyük bir vebal olarak algılanması gerektiğini göstermektedir.
7. Mezkûr bildiride helâl ve haram kavramları ahlâk alanına ait kavramlar gibi sunulmuştur. Bununla “şeriat olmadan da helâl ve haramlardan söz edilebilir.” denilmek istenmiştir. Hâlbuki helâl ve haram kavramları hukuk yani şeriat alanına ait kavramlardır. Meselâ Kur’an’da domuz etinin haram kılındığından bahsedilir (Nahl 16/115). Hangi ahlâk anlayışına göre domuz eti haramdır?
8. Kur’an’da ve hadislerde yer alan inanç ve ahlâkla ilgili ilke ve hükümleri “evrensel din” kabul edip, hukukla ilgili ilke ve hükümleri “tarihsel şeriat” kabul etmenin ölçütü nedir? Kim, hangi yetkiyle, hangi ölçü ve delile göre Kur’an’da yer alan hükümleri tarihsel olan ve evrensel olan diye ayırabilir? Mesela hukukla ilgili âyetler tarihsel ise; inanç, ahlâk ve ibadetlerle ilgili hükümlerin de tarihsel olduğu söylenemez mi? Nitekim bunu söyleyenler vardır. O zaman da elimizde din adına ne kalacaktır?
9. Hukukla ilgili her ayet ve hadis tarihsel midir? Mesela içki içmeyi, zina etmeyi yasaklayan ayetler de tarihsel midir? Eğer tarihsel ise, bu konuda çağın şartlarına uygun yeni bir dinî hükmü kim, hangi yetkiye dayanarak belirleyecektir? Eğer tarihsel değilse, diğerlerinin tarihsel olduğunun ölçütü nedir? Görülüğü gibi mesele, “Hukukla ilgili nasslar tarihseldir. Şeriat, İslâm’ın tarihte kalmış hükümleridir.” demekle çözülecek kadar basit değildir.
10. İslâm şeriatıyla alay edenler tarafından vülgarize edilen meselelerin pek çoğu aslında, İslâm hukukunun klasik içtihat yöntemine göre halledilmiştir. Mesela onların dillerine en çok doladıkları mesele, küçüklerin evlendirilmesidir. Hâlbuki bu mesele, 1917’de şeriata göre yazılmış olan Hukuk-ı Aile Kararnamesi’nde halledilmiştir. Buna göre kızlar 17, erkekler 18 yaşından önce evlendirilemezler.
11. Batı medeniyetinin bir ürünü olan moderniteyi/sekülerliği ölçü almak suretiyle, şeriatı “insan onuruna yakışmayan hükümler yığını”ndan ibaret gösterenler, aynı modernitenin mesela zina ve LGBT konusunda empoze ettiklerini kabul ediyorlarsa, bunu İslâm’ın ahlâk ilkeleriyle nasıl bağdaştıracaklardır? Eğer uygun görmüyorlarsa, methiyeler düzdükleri modernlik/sekülerlik bunu teşvik ettiği için, kendileriyle çelişkiye düşmüş olmayacaklar mıdır?