İslam Sadece İslam’dır!

“Kur’an İslam’ı”, “İndirilen İslam” gibi isimlendirmeleri ve İslam’ın sınırlarını ele aldığı bugünkü yazısında Faruk Beşer, “Allah bu dini sadece İslâm olarak isimlendirmiş ve onu doğru yaşayabilmemiz için bize bildirmiştir.” diyor.

İslam Nereye Kadar İslam’dır?

Faruk Beşer / Yeni Şafak

Geçen hafta Özgür-Der’in davetlisi olarak İslâm denen vakıanın sınırlarını konuştuk. İzleyebildiğim kadarıyla Özgür-Der değerli düşünce ve eylem adamı Hamza Türkmen desteğinde hem düzenli seminerlerle hem internet siteleriyle, güzel hizmetler yapıyor.

Ne kadar becerebildim bilmiyorum ama konunun önemine binaen orada anlattıklarımı özetlemek istiyorum.

Dinimiz İslâm ki, Hz. Âdem’den beri değişmeyen sabit dinin adıdır, nereye kadar İslâm’dır? Onu Kuran İslâm’ı, Sünnet İslâm’ı, indirilen İslâm, uydurulan İslâm gibi kendileri uydurma sözlerle anlatabilir miyiz?

Önce şunu bilmeliyiz; Allah bu dini sadece İslâm olarak isimlendirmiş ve onu doğru yaşayabilmemiz için bize bildirmiştir ki, Kuran-ı Kerim sırasıyla bütün insanlar, sonra takva ehli müminler, sonra da ihsan ehli müminler için bir hidayet rehberidir. Yani insanların iman çizgisinde dereceleri yükseldikçe Kuranıkerim’den anlayacakları da artar. Kısaca onu anlama yaşama ile ilgilidir. Ve Kuranıkerim İslâm’ın özüdür, esasıdır, sabitesidir, usulü’d-dindir.

Bunun yanında Kuran-ı Kerim’deki yüzden fazla ayeti kerime bizi Resulüllah’a uymaya, onu örnek almaya, onun verdiği hükmü itiraz etmeden gönülden kabullenmeye çağırır, ona itaat edenin Allah’a itaat etmiş olacağını söyler. Demek ki, Resulüllah’ın örnek hayatı, yani Sünnet de İslâm’a dahildir. O halde Sünnet İslâm’ı isimlendirmesi uygun olmayacağı gibi, Kuran İslâm’ı isimlendirmesi de uygun olmaz, olursa bidat olmuş olur.

Üçüncü olarak Kuran-ı Kerim bizi ulü’l-emr’e itaate davet eder. Ulü’l-emr, Şeriati bilen ve doğru uygulayan yönetimdir. Eğer yönetenler işi bilmiyorlar, ya da Allah’ın istediği gibi uygulamıyor veya uygulayamıyorlarsa o zaman Ulü’l-emr âlimler ekseriyetidir. Buna Cumhur, Sevad-ı azam, ya da manevi tevatür de denebilir. Ama tek kişilik ulü’l-emr olmaz. Çünkü zaten ‘ulü’ kelimesi çoğuldur ve böyle kullanılması bizzat Allah’ın tercihidir. Tek kişinin ilmine ve uygulamasına dayanan gruplar cemaat olamazlar, fırkalaşırlar. İslâm’ın bizden istediği şey bu sevad-ı azam etrafında tek bir cemaat olmamızdır. Bu sebeple İslâm’da cemaatler yoktur, bir el-Cemaat vardır bir de fırkalar. Bir topluluk, mektep ya da meşrep olmaktan çıkıp fırka olmuşsa o artık Allah’ın dininden uzaklaştırır. Bunu da Allah söylüyor. Demek ki, bu sözü edilen âlimler topluluğuna itaat de Allah’ın emridir ve o da İslâm bütünü içerisindedir.

Dördüncü olarak Kuran-ı Kerim bizden anlayamadığımız konularda istinbat, yani derin manaları çıkarabilme gücüne ulaşmış âlimlere, keza ehl-i zikre, yani hem Kitabı ve peygamberi bilen hem de bildiğiyle amel eden âlimlere sormamızı ister. Kuranıkerim’de zor konuların zikredildiği yerlerde Allah (cc) ilimde derinleşmiş ve durulmuş âlimlerden (rasihûn), aklıselime sahip, bilgili ve önyargısız âlimlerden (ulü’l-elbâb) söz eder. Demek ki böylelerinin içtihatları da Allah’ın gönderdiği İslâm’ın anlaşılması dâhilindedir. Yani Allah her bir meseleyi tek tek açıklamamış, genel ve sabit hükümler koymuş, ama boş bırakılan alanlarda İslâm’ın ne olduğunu kimlerin açıklayabileceğini de bildirmiş. Ne var ki, bu açıklama ve içtihatlara İslâm değil de, İslâmî olan denmesi edeben daha güzel olabilir. Ama bunlar İslâm değildir denemez.

İslâm’ın hükümleri iki türlüdür: Birincisi aklın gücünü aşan, böyle olduğu için de üzerinde içtihat edilemeyecek olan ‘taabbudi’, yani safi ibadet olarak görülüp öyle inanılması ve uygulanması gereken hükümler. İkincisi de zamana ve zemine bağlı olarak işte o aklıselime, o sözünü ettiğimiz ulemanın içtihatlarına bırakılan hükümler. Usulü’d-din denen birinci kısımdaki hükümler sabitedir ve insanoğlunun orada yapacağı her türlü değiştirme, ekleme ve çıkarma bidat diye isimlenir ve bütün bidatler dalalettir. İkinci kısım hükümler ise değişkendir ve ‘zamanların değişmesiyle hükümlerin değişmesi de tabiidir’. Görüldüğü gibi, bunların hepsi ‘İslâm’ bütünü içerisinde yer alır.

Bunun dışındaki anlayışlar olsa olsa ideolojik İslâm olur. İdeolojik İslâm fırka İslâm’ıdır; bir kişinin kendi anlayışına göre ürettiği bilgilerle farklı bir anlayış ortaya koyması ve kendi anlayışını esas alarak Kuran-ı Kerim’i bu anlayışa, ideaya, göre yorumlaması ile oluşur. Artık anlamanın esasını o bir kişinin çizdiği sınırlar belirler, sevenleri ve bağlıları onun söylediklerinin yegâne hakikat olduğuna sorgulamadan inanırlar ve Kuran ve Sünnet bu ideayı destekleyecek şekilde esnetilip yorumlanır. Bir ideadan kaynaklandığı için böyle bir fırka anlayışına ideolojik İslâm diyoruz. Aslında buna İslâm denmez, ama böyle olanlar da kendilerini İslâm içerisinde, hatta ‘hakiki İslâm, öz İslâm’ gördükleri için böyle diyoruz.

İslam Düşüncesi Haberleri

Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı
Yaratılış gayesinden uzaklaşan insan huzurlu olamaz!
Öncelikli hedef neden tağuti otoritedir? Ve asabiye gündemleri geri itilmelidir!