Graham E. Fuller, İslam dünyasının, özellikle de Türkiye'nin jeopolitiğine duyduğu yakın ilgiyle bizde de iyi tanınan bir Amerikalı yazar.
"Siyasal İslam'ın Geleceği" (The Future of Political Islam, 1999), "Yeni Türkiye Cumhuriyeti" (The New Turkish Republic, 2008) ve son olarak "İslamsız Dünya" (A World Without Islam, 2010) adlı kitapları neredeyse yayımlanır yayımlanmaz Türkçeye çevrildi. ABD istihbarat örgütü CIA'de uzun yıllar analist olarak görev yapan, 1986-88 yılları arasında Ulusal İstihbarat Konseyi başkan yardımcılığına kadar yükselen Fuller, daha sonraki yıllarda kaleme aldığı makale ve kitaplarla dikkat çekmekte.
İyi bir okuru olarak, "İslamsız Dünya" adlı kitabın Fuller'ın başyapıtı olduğunu söyleyebilirim. Denebilir ki bu kitap, esas olarak, ABD'de Yeni Muhafazakar (Neocon) ve onlarla yakından ilişkili olan İsrail Lobisi'ne dahil çevreler tarafından temsil edilen ve George W. Bush döneminde Beyaz Saray'a hakim olan dünya görüşünün ya da zihniyetin yıkıcı bir eleştirisini içermektedir. Ne var ki söz konusu dünya görüşü kesinlikle ABD ile sınırlı değildir; Batı'ya yayıldığı gibi, paydaşlarına Müslüman çoğunluklu ülkelerde de rastlanmaktadır.
Kitabın başlıca tezlerini şu noktalarda toplamak mümkün olabilir: Bugün Batı dünyası İslam inancını, başta Ortadoğu olmak üzere İslam dünyası ile arasındaki çatışmayı açıklayan temel etken olarak görmekte. Oysa eğer İslam hiç olmasaydı da, Batı ile Ortadoğu arasındaki ilişkiler bugün olduğundan pek farklı olmayacaktı. Zira Batı ile Doğu arasındaki jeopolitik gerginliklerin kökenleri çok eskilere, İslam, hatta Hıristiyanlık öncesi tarihe kadar uzanır.
Batılıların dikkatlerini gerginliklerin nedeni olarak İslam dini yerine, Ortadoğu halklarının Batı'nın izlediği politikalara yönelttiği eleştiriler üzerinde toplamaları gerekir. Bu eleştiriler, Batı'nın izlediği doğal kaynaklarla, petrolle ilgili politikalar, Batı'nın bölge siyasetine müdahaleleri, Batı-destekli askerî darbeler, Batı-yanlısı diktatörlere verilen destek ve Filistin sorununda İsrail'e verilen kayıtsız şartsız destek üzerinde odaklanıyor. Filistin sorununun İslam'dan kaynaklanmadığı, Batılıların Yahudilere reva gördükleri zulüm ve katliamların bir sonucu olduğu açık bir gerçektir.
Gerginliklere ve çatışmalara ABD'nin izlediği politikaların yol açmış olabileceği üzerinde pek az durulması büyük bir paradoks. Zira ABD bir yandan kendisini yegane süper devlet olarak görürken, öte yandan dünyada oynadığı rolün büyüklüğünü görmezden geliyor. Milliyetçiliğin en güçlü tezahürlerini sergileyen ABD'nin, milliyetçiliğin başka ülkelerdeki tezahürlerine bu denli vurdum duymaz olması anlaşılır bir durum değil.
Tarihte yaşanan ve din kaynaklı gibi görünen çatışmalara, gerçekte iktidar ve güç mücadeleleri neden olmuştur. Tek tanrılı dinlerin üzerinde anlaştıkları hususlar, anlaşamadıkları hususlara nazaran çok daha fazladır. Çatışan dinler değil, devletlerdir. Siyasetle ilişkilendiğinde manevi yönünü yitiren dinler, ne yazık ki pek çok yer ve durumda toprak, egemenlik, siyasi kontrol amacıyla verilen mücadelelerde bir araç olarak kullanılmaktadır.
Laik düşünce, dinî inançları nefretin, şiddetin ve savaşların nedeni olarak görme eğiliminde. Oysa insanlık için gerçek tehlike, dinî inançlar değil, bağnaz düşüncelerdir. Başta iki dünya savaşı, Franco, Mussolini, Hitler, Lenin, Stalin, Mao ve Pol Pot olmak üzere 20. yüzyılda yaşanan felaketlerin dinle hemen hiçbir ilgisi yoktur. Yüzmilyonlarca insan bağnaz fikirler üzerine kurulu laik, hatta ateist rejimlerin kurbanı olmuştur.
Batı ile Doğu ya da Müslümanlar dünyası, daha doğrusu Batı-dışı dünya arasındaki gerginliklerin temel nedenleri, dinlerin farklı yorumları ve dinler ile siyaset arasındaki ilişki konularıyla ilgilenenler için çok zengin bilgi ve tahlilleri içeren kitabı okurlarıma hararetle tavsiye ediyorum.
Kurban Bayramı'nı kutlar, saygılar sunarım.
ZAMAN