Sevgili Yusuf Kaplan, “Medîne, bizatihî Peygamberimiz'in vücudu ve mekânı; medeniyet ise, "medîne"nin yansıması ve yansıtıcısı olan peygamberî şuurun vücut buldurduğu ümmet-i merhûme'nin muhsin şahsiyeti inşa etmekle yükümlü olduğu vicdanı ve imkânıdır… İslâm medeniyetinin kaynağı, fıkıh değil; âlemlere rahmet olarak gönderilen Kerem Sahibi Elçi (sav) ve onun sünnet-i seniyyesidir” diyor.
Ben bir fıkıh mensubu olarak bundan alınmış değilim, ama düşünceye katılmıyorum ve Kaplan'ın bütün yazdıklarında fıkıh yaptığını iddia ediyorum.
Öyleyse önce “Fıkıh nedir?” sorusunun cevabında anlaşalım.
Fıkıh Kur'an-ı Kerim'in ve Peygamberimiz'in sünnet-i seniyyesinin, “İslam insanını inşa etmek üzere” anlaşılması, anlatılması ve hayata geçirilmesi faaliyetidir. Araya fıkıh (anlama, anlatma, yorumlama, uygulama yollarını gösterme faaliyeti) girmedikçe Kur'an ve sünnet kaynakları orada durur, kendiliğinden veya bir başka yoldan işlevini yerine getiremez.
Elbette yalnızca inanmak ve anlamak yetmez; sünnet-i seniyyeyi İslamî hayatın tek ve en mükemmel örneği olarak hayata sokmak (amel) için bir de eğitime (irşâd, te'dîb) ihtiyaç vardır. Râşid halifeler, Sevgili Peygamberimiz'in hem siyasi ve sosyal liderliğine hem de ümmeti eğitme ehliyetine varis olmuşlardı. Hilafet saltanata dönüşünce irşad faaliyeti/ehliyeti fukahâya intikal etti. Burada “fukahâ”dan maksadımız “ilmî, irfânî ve vicdânî fıkhı” temsil eden alimlerdir. Zaman içinde fıkhın bu üç unsurunun bir alimde, bir mürşidde toplanması bakımından aksaklılar olmuş, tekke ve medrese ayrımı ortaya çıkmış olsa bile yine de orada ve burada yapılan, geniş manasıyla fıkıhtır.
Sünnet-i seniyyeyi fıkhın karşısına koymak, sünnet ile fıkıh arasındaki olmazsa olmaz ilişkiyi kale almamak kabul edilemez. Unutmayalım ki, fıkhın temel kaynakları (edillesi) Kur'an'dır, Sünnett'tir ve bunlara raci olan icmadır, kıyastır.
Hz. Peygamber'in (s.a.) yaşadığı devir şartlarında, özellikle İslam'ı tebliğ ettiği toplumun, başta dil olmak üzere kültürünü göz önüne alarak ortaya koyduğu medeniyet unsurları ile, diğer medeniyetlerle boy ölçüşecek ve onlara üstün örneğini sunacak “İslam Medeniyeti”ni inşa fıkıhsız olmaz.
Fıkıh, sünnet-i seniyyenin, her çağda, her müminde ete kemiğe bürünmüş şeklidir.
YENİ ŞAFAK