Ramazan Yazçiçek
İslâm, Laiklik ve Sekülarizm Ekseninde Devlet
Giriş
Modern dünyanın yaşadığı düşünsel bunalımın nedenlerini bilmek için moderniteyi anlamak gerekir. Bu süreçte, öncelikle antik aydınlanma, aydınlanma, reformlar ve Rönesans kaynaklı talepleri bilmekte fayda vardır. Modernizm, Rasyonalizm, Hümanizm, bireyselleşme, küreselleşme; ateist ve de deist taleplidir. İslâm dışı bir düşüncenin felsefî arka planı ve dayandığı referansları bilinmeden reddedilmesi, kalıcı ve inandırıcı olmayacaktır. Sekülarizm eleştirileri dahi bugün çoğu kez dünyacı bir bakıştan kalkılarak yapılmaktadır. Kabul ve retlerin referanslarının bilinmemesi, takip edilen yöntemin doku uyumsuzluğu, çoğu kez çelişik durumların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Bilginin kaynağı sorunu, referans sorunu hallolmamış bir yaklaşımın kendi içinde itminanı sağladığı söylenebilir mi?
Bilinmelidir ki bütün kavramlar kendi felsefî zemininde doğar ve gelişir. Kavramlar, başka yere tarafsız olarak taşınmaz, aksine kendi kasıtları doğrultusunda değiştirip dönüştürmeyi hedeflerler. Kavramların dönüştürücü etkisinin farkında olan sistemler kavramsal alandan başlattıkları deformasyonun etkilerini sosyal hayata taşıyarak sürdürmek isterler. Nitekim bu müdahalenin birçok kavram üzerinden yapıldığını görmek mümkündür. Bu sebepten İslâm’a ait kavramları Seküler aklın kuşatması altında okumak ve anlamlı sonuçlara varmak mümkün olmadığı gibi modern kavramların da uhrevî iman zemininden kalkılarak doğru tanımlanması mümkün değildir.
İslâm ile Laikliğin biraradalığını düşünmek her ikisinin de doğasını bilmemektir. Zira ikisi arasındaki fark, kaynak, amaç ve ilkeler itibariyle toplama tekabül eden bir farktır. Birincisi Kur’an’a dayanır yani vahyidir diğer bir ifadeyle ilahî dünya görüşünü insanlığa yaşam tarzı olarak sunar. Diğeri ise beşerî olup pozitivist bir zeminden kalkarak insanlığa bir dünya görüşü telkin eder. Kur’an’ın eksen kavramı olan İslâm, vahyin belirleyiciliğinde anlamını bulmuş, beyan da mübeyyin olan Resul (sav)’e bırakılmıştır. Laiklik ve Sekülarizme gelince, bunlar aydınlanmacı, pozitivist zeminde doğmuş, pragmatist, makyavelist karakterli modern kavramlardır. Dolayısıyla ilgili kavramlar kendi felsefelerinin çocuklarıdır ve öz zeminlerinde değerlendirilmeleri gerekir.
İslâm
Vahiy, insanlığın hayatına yön veren, ezber bozan bir mesajdır. Kur’an’da farklı dinlerin olduğuna dikkat çekilmekte İslâm’ın dışındaki dinlerin mevcudiyeti prensip olarak kabul edilmektedir. Kur’an’da, Allah (cc.)’nün seçip beğendiği dinin ed-din olan “İslâm” olduğu belirtilmektedir. Dinlerin birbirine benzeyen çokça yönlerinin olması, bu benzerliklerin hakikat tanımlamasında sonuca götürücü olmasını gerektirmez. Yine Kur’an’da din terimine yüklenen genel anlamın yanında terimin bir de özel anlamı vardır ki bu, insanın bütün yaşamında takip ettiği asıl yol, hayat tarzı, benimseyip takip etmesi için konulan esasları gösterir. Bu yolun adı, İslâm’dır.1 İslâm dini, akıl sahiplerini kendi iradeleri ile Resûlullah (sav.)’in getirdiklerini kabule çağıran, insan yaşamını topyekûn düzene koymayı amaçlayan ilâhi kanundur.2
Kur’an insan yaşamının bütün safhalarıyla ilgilenir ve tümüne dair söz söyleyerek inanılmasını ister. Bu, ed-din olarak İslâm’ın yaşam tarzı olduğu tanımıyla da örtüşen bir durumdur. Enfûs (içe dair/nefs), afâk (dışa dair), maddî-mânevî hülasa dünya-ahiret bütün zaman ve zemin, eylemsel her bir iş-oluş denilebilecek konular, yaşam tarzının içinde yer alır.
Birçok kavram zaman içerisinde anlam kaymasına uğramıştır. ‘İslâm’ kavramı da bu bozulmadan payına düşeni almıştır. Müslümanların tarihi ile İslâm’ın tarihi farkının atlandığı durumlarda oluşan tahrifat ve tahribatın faturası çoğu kez İslâm’a kesilmiştir. Bu haksız yaklaşım birçok müsteşrik tarafından yapıldığı gibi modernist yaklaşımların esiri olanlar tarafından da yapılmaktadır. Elde edilen bakiye, Batının kutsala açtığı savaşın yerli versiyonu şeklinde uygulamaya konulmuştur. Çoğu kez Modernizm ile Mistisizm’in ironik uyumuyla gerçekleşen bu durum, ‘hakikatin neliği’ sorusunu anlamsızlaştırmış, ‘değerin buharlaşması’na sebep olmuştur. İslâm ve İslâm’ın müdahale alanı üzerinde tahrifata kalkışma, ya gaybî iman hakikatlerinin usçu (akılcı) zeminde reddine gidilerek yapılmış ya da nasların aşırı (gulât/heretik) yoruma tabi tutulmasıyla gerçekleşmiştir.
‘Yaşam tarzı’ anlamında ed-din olan İslâm, günlük hayatımıza ne kadar yön veriyor? Söylemlerimiz ne kadar İslâm ile örtüşüyor? İslâm ki, dinlerin en iyisi olan anlamında değil, kendisinden başka hak din olmayandır. Vahiy referans zemininden kalkıldığında, yaşam biçimimiz, ed-din/İslâm’ın ne kadar yakın ya da uzağına düşüyor? Burada dine yüklediğimiz mana, dinin, modern sorunları çözüp çözemeyeceği kanaatimizi de ele vermektedir. Ve yine nezdimizde anlamını bulan din, insan, toplum, siyaset/devlet noktasında her an ve her yerde bir dünya inşa etmeye talip ve yeter midir? Din, çağı şekillendirmeye muktedir midir? Bu iddiaya dair tasavvurumuz ne denli vahye dayanıyor? Bu sorulara verilecek samimi cevaplar, kanaatimizce dinin doğru anlaşılmasına ve günlük hayatımızın İslâmîliğine dair sahici muhasebe imkânı yapmamızı da sağlayacaktır.
Vahyin hedefi yaşamın sadece sınırlı alanlarına müdahale etmek değildir. Yine vahyin hedefi ahiret, öbür dünya ve ölümden sonraki hayat ile ilgili mahdut inançlar vaz eden anlamında dinler arasında en iyisinin İslâm olduğunu bildirmek de değildir. Keza Kur’an’da İslâm, insanların toplam yaşantılarına söyleyecek sözü olan, zaman ve mekânın sınırlı anlarına değil bütün boyutlarına dair emir ve yasaklar cihetiyle prensipler vaz eden, her devirde ve bütün insanlar için fıtrî, gerçek, tek hak din olarak tanıtılır. Yine Kur’an’da İslâm, bireysel ve toplumsal talepleriyle birlikte her dönemde toplum kurallarını yeniden düzenleyecek potansiyele sahip, Allah tarafından kabul olunacak tek hak din olarak sunulur. Dinin hayat tarzı olması da bu anlamdadır.
Dine ait kabullerin yaşama taşınması anlamında İslâm’ın, sosyal, siyasal, hukukî alana müdahale etmeyen bir telakki üzerinden yürütülmesi, sonraki birçok meseleye bakışa renk vermiştir. Bu tür söylemler, din ile ideolojik kabullerin seremonisi denilebilecek çoğulcu (plüralist) paradigmayı geliştirmiştir. Gelinen noktada İslâm, dinler arası diyalog faaliyetlerinin elinde tüketim nesnesi haline getirilmiştir. İslâm’ın siyasalına rıza göstermeyenler, İslâm’a kendi siyasal kasıtlarını giydirmeye çalışmışlardır. Oluşturulan yapay düşüncelere ‘İslâmîdir’ denilmek suretiyle İslâm dışı siyasallara kapı aralanmıştır. Bu durum tam da küresel hegemon iradenin ilkelerden, siyasaldan soyutlanmış, sekülarize olmuş, özgün olanı küresel olan lehine dönüştürmüş yeni bir din talebine karşılık gelmektedir.