İslam kardeşliği

Ali Bulaç

Türk ve Kürt milliyetçilerinin "Bize İslam kardeşliğinden bahsetmeyin, kardeşlik sorunu çözmüyor" dediği bir dönemden geçiyoruz.

Biz tam aksine, "kardeşlik"ten bahsetmeye ve arada her ne sorun varsa bu zeminde çözülebileceğini söylemeye devam edeceğiz.

"Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz." (49/Hucurat, 9-10)

İlke olarak Müslümanlar kardeştir, bir beden gibidirler; küçük ölçekte cemaat, evrensel ölçekte ümmet bilinciyle hareket ederler. Aralarındaki sahici ilişki kardeşliğin dışında başka hiçbir bağla tesis edilemez. Kardeşliği de iman tesis eder. Kardeşler arasında çatışmalar vuku buluyorsa, hakikatte iman artık fonksiyon göremez hale gelmiş demektir. Bu da hem istenmeyen hem aslında -prensipte- beklenmeyen bir durumdur.

Kurtubi, mü'minlerin "nesep"te değil, dinde ve birbirlerine karşı haklarının hürmetinin sağlanıp korunmasında kardeşler olduğunu söyler. "Din kardeşliği" soy ve ırk (nesep) kardeşliğinden daha sağlamdır. Çünkü nesep kardeşliği, din konusunda ayrılık ortaya çıktığında sona erer, yani aynı anne ve babadan doğan kardeşlerden biri dinden çıkacak olursa, geride kalanların kardeşi olmaktan çıkar.

Ayette geçen "ihve" kelimesiyle ilgili olarak Razi de önemli bir nükteye dikkat çeker: Kelime "eh" kelimesinin çoğuludur. Burada yüce Allah, Müslümanlar arasındaki bağın, nesep kardeşliği gibi kuvvetli olduğuna ve İslam'ın adeta bir baba gibi olduğuna işaret etmek üzere "Mü'minler ancak kardeştirler" buyurmuştur. İki Müslüman topluluk arasındaki ihtilaf, bir ailenin iki kardeşi arasındaki ihtilaf gibidir. "Takva" ihtilafı çözecek davanın zeminidir. Yani müdahil güç Allah'tan sakınıp korkarak ve kardeşlerden birini haksızca tutmayarak barışı tesis edecektir. Kim haklı ise onun hakkı teslim edilecek, zalime yaptırım uygulanacaktır. Benim kanaatime göre, bir avukat, müvekkilinin kesin olarak haksız olduğunu biliyorsa onu mağdura karşı savunamaz, caiz değildir.

İbn Haldun bu ilişkiyi "nesep" ve "sebep" kardeşliği olmak üzere formüle etmiştir. "Nesep kardeşliği" aynı anne ve babadan olan kardeşler için söz konusudur, "sebep kardeşliği" bir sebebe, manevi bir bağa (din) dayalı olarak kardeş olanları ifade eder. Arap şairi şöyle der:

"Ebi el İslamü la eba liy sivahu/İza'f-taharu bi Kays'in ev Semiymi (Onlar Kays veya Semim soyundan(ız) diye övündüklerinde (derim ki:) Benim babam İslam'dır, başka babam da yoktur."

Mevlânâ Celaleddin de şöyle der: "Ey maderu peder tu/ Çiz tu neseb ne didem (Ey annem ve babam olan Sen! Sen'den başka nesep bilmiyorum."

Müslümanlar arasındaki iman kardeşliği hukuki zeminden yoksun soyut bir ilişkiden ibaret değildir. Nasıl bir babanın vefatıyla mirası kardeşler arasında belli bir hukuka göre taksim ediliyorsa, "Müslüman kardeşler" arasındaki ilişki de belli bir hukuk zemininde düzenlenir. Bu bireysel düzeyde öyle olduğu gibi cemaat, topluluk, etnik, mezhebi vs. düzeylerde de öyledir. Hukuk ve yargı sisteminin baktığı her dava, hakikatte ya "insanlıktan" yani Âdem ve Havva'dan veya dinden olan "kardeşler arasındaki ihtilaflar"dan kaynaklanmıyor mu? Kur'an ve Sünnet, kardeşliğin bir hukuk zemininde kurulduğunu, kardeşlerden birinin haksızlık yapması durumunda, haksızın derhal Müslümanlardan oluşan/oluşturulması gereken bir gücün müdahalesiyle -yaptırım gücü olan hakemler heyetince- yola getirilmesi gerektiğini emretmektedir. Müslümanlar barışı, kardeşlik ve dayanışmayı tesis etmeyecek olurlarsa, kardeşlikleri sahici olmayacağından kendilerini dış düşmana karşı koruyacak mukavemet güçleri de kalmaz. İnkâra, ahlaki dejenerasyona, hak ve hukuk ihlallerine karşı mücadele edemezler. Bu da onların Allah'ın azabına müstahak olmalarına sebep olur.

"Mü'minler bir tek bedene benzer. Bedenin bir organı rahatsız olursa diğerleri uykusuzluk ve ateş ile onun rahatsızlığını duyar." (Müsned, II, 159) "Her Müslüman'ın diğerine kanı, malı ve namusu haramdır." (Müslim, Birr, 32)

ZAMAN