İlahiyatçı Nureddin Yıldız "Erkek tesettürü var mı?", "Tesettürüne dikkat etmek isteyen bir erkek nasıl giyinmelidir?", "Batı kültürüne ait kıyafetlere nasıl yaklaşmalıyız?" gibi sorulara şöyle cevap veriyor:
Tesettür kavramı mevzubahis olduğunda, toplumda oluşan ilk algı “kadın tesettürü” oluyor. Erkek tesettürü hakkında kelam etmeye kalktığımızda “Erkeğin tesettürü göz kapaklarıdır” gibi bir kolaycılığa kaçılıyor. Bu minvalde; İslam’da “erkek tesettürü” var mıdır? Varsa ölçüsü nedir?
Tesettür, “avreti kapatmak” demektir. Kadının da avreti vardır, erkeğin de. Avretin varlığı konusunda erkekle kadının bir farkı yoktur. Avret mahallinin ölçüsü konusunda erkekle kadının farkı vardır. Kadında el, yüz ve ayak kısmı hariç, geri kalan kısımlar avrettir. Erkek de ise çok standart bir ölçü var. Diz kapağından göbek deliğine kadar olan kısım avrettir. Erkeğin avreti hususunda ise icma vardır. Yani aykırı hiçbir görüş yok. Erkeğin de avretinin bulunduğu icma konusu, ayrıntıya girildiğinde farklıdır. Bazı âlimler, “Kalçalar ve hizasındaki ön kısım avrettir” demişlerdir. Sembolik bir rakamla ifade edecek olursak da ümmetin yüzde 95’i “Diz kapağı ve göbek arası avrettir” demiştir. Dolayısıyla bir bayan göğüslerini nasıl örtüyorsa, baldırlarını nasıl örtmesi gerekiyorsa, erkeğin de bu avret dediğimiz bölgeyi örtmesi farzdır. Bunda hiçbir sıkıntı yok. Bu filan görüş, falan âlimin içtihadı değildir. Kaynakları hadis-i şerifler olan naslarla sabittir.
“İNSANLAR, KENDİLERİNİ CEZALANDIRIYORLAR”
Adem -aleyhisselâm- ve Havva annemiz, cennette şeytanın tuzağına düşmeleri üzerine elbiselerinden anında tecrit oldular. Deyim yerindeyse, Allah onları setr-i avretlerini açarak cezalandırdı. Kur’ân’ı Kerim bu gelişen sonucu anlatırken, “İkisinin de avretleri ortaya çıktı” diyor. Avret sadece kadın konusu olsaydı “Havva’nın avreti ortaya çıktı” der, Adem –aleyhisselâm-‘ı zikretmezdi. Erkeklerin de avreti var. Bu ayete bir dipnot gibi açıklama getirebiliriz. Demek ki insanoğlunun başına gelebilecek en büyük ceza avretinin açılmasıdır. Cennette başımıza bu gelmişti. Sonra insanoğlu modernleşti ve kendi kendine o cezayı getirdi. Açılırken, avreti teşhir ederken, Allah’ın ilk vurduğu cezayı yine kendine vurmuş oldu.
Özetleyecek olursak; erkeğin avreti var, örtünmesi farz ve açılması haramdır. Erkeğe karşı da kadına karşı da haramdır. Eğer bir avret bölgesi varsa bu avret sadece kadına karşı değildir. Kendi hemcinsi olan erkeğe karşı da avreti vardır. Fıkhın genel kuralı budur. Ama bu avret niçin yasaktır? İkinci bir insanın cinselliğini kışkırtmamak için. Avretten dolayı cazibe merkezi olan yalnızca kadın değildir. Erkekte de aynı şey söz konusu. Bir insan, cazibe “98 yaşında buruşmuş bir erkekte olmaz” diyebilir ama kural “98 yaşındakiler hariç” diye konmaz hiçbir zaman. Allah’ın şeriatında, kural konduğu zaman, istisnalar hariç umumen konur.
Erkeğin avreti filan boyutta haramdır dedik. Neden? cazibe oranı olmasın diye. Bu cazibe, tamamen tüysüz olmak veya bedendeki bazı hormon farklılıklarından dolayı, kadın bedenine benzer nitelikte riskler bulunduğu için avretin boyutunu değiştirir. Fıkhımızda buna “emred” ismi veriliyor. (Emred: henüz tüyü bitmemiş sakalı gelmemiş olan genç veya hormonal bozukluklardan dolayı vücudunda tüy bitmeyen kişiler.)
Bu durumda avret, diz kapağından aşağıya doğru iner, göğüslere doğru çıkar. Neden? Çünkü mevcut avret dediğimiz bölgedeki risk yukarılarda da var, aşağılarda da var. Bu istisnai bir durum fakat fıkıh buna dikkat etmektedir.
TESETTÜRE UYGUN KIYAFET BOL MU OLMALIDIR?
Bu soruya cevap çok basittir: Avretliğini gidererek. Örneğin; bir insan yapışık bir şort giydiğinde yalnızca avretine renk vermiş olur. Vücudu, deri renginden başka bir renge bürünmüş olur yalnızca.
Erkek tesettürü için bol giyinme gerekliliği bu sebepten mi?
Bol demeyelim. Bol dediğimizde kaç santim diye soracaklar. Kadınlar için de aynı şey söz konusu. Şeriatımızın “Şortun şöyle olacak, pantolonun böyle olacak!” gibi bir dayatması yok. Kur’ân’ı Kerim “Gözlerden korunun!” diyor. Üstelik giydiğin kıyafet seni daha cazip hale getiriyorsa göze battın demektir.
Allah muhafaza buyursun, cinsel sapık durumunda olan erkeğin erkeğe ilgi duyduğu hastalığa müptela olmuş bir insanın, bahsettiğim şortla bir erkeği gördüğünü bir düşünün. Onu çıplak görmesinden daha çok etkilenecektir belki de. “Yahu bu kadar sapık mı bu toplum? Bu kadar tedbire ne gerek var?” diyemeyiz.
Katil bir kişiyse bile herkes canını korumak zorundadır. Tıpkı onun gibi bir kişinin bile bir mü’mine bu gözle bakma ihtimali varsa, şeriat “Tedbir alacaksın, tesettür yapacaksın” diyor. Hatta bunu o kadar aşağıya indiriyor ki temyiz çağından küçük çocuklara da uygulatıyor. Temyiz yaşı, yedi yaş sonrasıdır. Şeriatımızın uleması 7 yaş diyor ama biz şimdi onu da kaldırıyoruz. Çünkü beş yaşındaki çocuk on yaşında gibi görünebiliyor. Annesi – babası, abisi, ablası dışındakinin, yani yabancının, karşısındakinin cinselliğini dikkate alacağı boyuta gelince, cinselliği öldürecek kıyafete bürüneceğiz, diyoruz. Tesettür de zaten “perdelemek “ demektir. Alttan bir şey hissettiren hiçbir kıyafet İslami değildir. Pantolon da buna dahil, şalvar da. Kadın için de böyledir, erkek için de. Neye avret diyorsan sorun da o.
KIYAFET VE KİMLİK
Efendim, bir de kıyafetin kimliği yansıtma aracı olduğuna şahit oluyoruz. Sizin bu konudaki değerlendirmeniz nedir?
Bu mevzu, bu asırda çok mühim. Toplumlar kıyafetlerinden kimlik gösteriyorlar, gösterirler. Niye batılılar İslam ile ilgili bir şey anlatacakları zaman sarıklı resmi çiziyorlar? Niye Osmanlı deyince pala bıyık akla geliyor? Barbaros Hayreddin Paşa’yı pazıları kuvvetli bir adam olarak lanse ediyorlar mesela. Kıyafette de tıraş tarzında da bu böyle. Binaenaleyh yüzde yüz batılı, Müslüman olmayan bir değeri yansıtan bir kıyafet, simgeleştiği takdirde, tesettür için yeterli olsa bile Müslüman onu giymemelidir.
BİR ANI: “BU KIYAFETLE OTELİMİZE GİREMEZSİNİZ!”
Okuyucularımızın da dikkatini çekeceğine inandığım çok basit bir örnek vereyim. 90’lı yılların birinde, Suudi Arabistan’dan çok zengin bir misafir geldi. Arkadaşım, “Beni otele götür” dedi. Ben de “Nereye gideceksin?” diye sordum. Nereye gideceğini söyledi ve Taksim’de çok lüks bir otele gittik. Arkadaşımın üzerinde Arap entarisi vardı. İçeriye girerken, resepsiyonda birisi bizi durdurdu ve “Bu kıyafetle otelimize girmeyin” dedi. Müşteri olarak girdiğimizi ve işçi olmadığımızı söyledim. “Müşteri de olsanız bu şekilde giremezsiniz, burada bekleyin” dedi. “Sen ne diyorsun, karşındaki adam 100 tane otobüs satın almaya gelmiş Türkiye’ye, bir servet bırakacak. Ben bu sözü tercüme bile etmemeliyim” dedim. Zaten böyle bir yere niye geldik diye tereddüt ediyordum ben. Arkadaşımı da alıp otelden çıkacakken “Kardeşim bu durum size mahsus değil, kot pantolonlu da almıyoruz otelimize” dedi.
Derken durdum ve “Kot pantolonlu insanları niye almıyorsunuz?” diye sordum. “Kot pantolon, Amerika’da çoban kıyafetidir. Sık sık yıkamak gerekmesin diye giyilen bir kıyafettir. Otelimizin müşterisi saygındır. Çoban görüntüsü veren bir kıyafeti görmek istemezler burada. Arkadaşınızın kıyafeti de bedevi kıyafetidir” dedi. Ben tabi fırsatı buldum, bu lanetli yerden kendimi de arkadaşımı da çıkardım. Çok müthiş bir örnektir bu. O zaman otele bile sokmuyorlardı kot pantolonluları. Sonra başka bir otelciye sordum bu durumu; “Otelcilikte kuraldır: Çok düşük kıyafetler simgeleştiği zaman, otellere alınmazlar” dedi.
Bir otelci küçük bir kıyafet mevzusunda dahi otelinin klasını düşünüyor. Müslüman da aynı hassasiyetle giymemeli. Ama bu çıplak hükmünde midir, değildir. Bunu takva, mücahitlik, daha derin bir şekilde düşünmek olarak algılayalım. Her halükârda bakıldığında avreti teşhir etmeyen bir kıyafet, İslami olarak emri yerine getirmiştir. Bunun ötesinde bir fazilet seviyesi vardır.
Erkek tesettürü için ruhsatın ötesinde takva diyebilir miyiz?
İsterseniz takva demeyelim. Çünkü takva elbiseye girdiğinde biz çok zorlanırız. Bir fazilet vardır, yani iyisini yapma mücadelesi vardır. Müslümanlar birbirlerine daha iyisini, faziletli olanı yapma konusunda baskı yapamazlar. Ama farzlar ve haramlar konusunda baskı yapabiliriz. Gençlere “Böyle çıplak gezemezsin aramızda” deriz. “Daha efdalini niye yapmadın?” diye bir kavga veremeyiz. Ancak teşvik edebiliriz.
Hocam bu teşvik noktasında, örneğin bir hanım tesettüre girdiğinde çevresindekilerin onu tebrik ettiğini görüyoruz. Acaba bir erkek de o kıyafetinden daha faziletli bir tesettüre girdiğinde “Ahmet kardeşim, tesettüre girmişsin Allah kabul etsin” tarzında bir teşvik yapılmalı mı?
Sünnet ettirilen çocuğa hediye verir gibi olur bu. Kabul edilebilir değil. Abartma olacağını zannediyorum. Bir de riyaya teşvik olur. Farzlarda tebrik etmek lazım ama farzların dışında yapmamak lazım. Öbür türlü insanlar alkışlanmak için yaparlar ki bu doğru bir hareket değil. Bir de bu toplumumuz hep çıplaklardan oluşuyor gibi bir algı ortaya çıkarır. Evet, erkeğin de tesettür problemi var ama afet düzeyinde değil. Fakat kadınınki afet düzeyinde. Çünkü çıplaklık şu an kadın üzerinden daha çok görülüyor.
“KIYAFETLERİ DİNİN EMİRLERİ GİBİ SUNAMAYIZ”
Efendim, yöresel kıyafetlerin de islamî kıyafet statüsünde kabullenildiğini gözlemliyoruz. Bu hususta ne dersiniz?
Yöresel kıyafetleri İslam’a mâl etmek de doğru değil. Mesela bugün Arap ülkelerinde giyilen “ridâ ve cellâbiye” denilen kıyafet, büyük oranda Efendimiz –sallallâhu aleyhi ve sellem-‘in giydiği kıyafetlerdir. Ama Efendimiz –sallallâhu aleyhi ve sellem- bu kıyafetin altına pijama ile şalvar arasında bir kıyafet de giyiyordu.
ŞALVAR İSLAM KIYAFETİ DEĞİL
Mesela bizim doğuda bir “şalvar” kıyafetimiz var. İyiliği-kötülüğü açısından dillendirmiyorum bunu ama o şalvar, İslam kıyafeti değildir. Siirt’ten öteki yörenin kıyafetidir, Diyarbakır’ın ötesinin kıyafetidir. O şalvara dikkat edin, bel bölümünde hiçbir genişlik yok. Dizlerden sonrası daracık. Diz kapağından aşağıya sarkan bir şalvar görüntüsü var. Nedendir onu da bilmiyorum.
Allah’ın getirmediği çizgileri getiremeyiz biz. Allah, “Şalvarın şekli budur, cübbenin şekli budur” buyurmadıysa; peygamberi buyurmadıysa; sahabe de “Peygamber Efendimiz bundan başkasını kabul etmezdi” demediyse ki kıyafet konusunda yok böyle bir şey, biz illaki “Özbekistan’da İmam Buhari dönemindeki Buhara kıyafetini esas alacağız” dersek, dine baskı yapmış oluruz.
O dönemde bu uygundu, Allah dostları bu kıyafetteydiler. Keşke hepimiz o kıyafeti giysek. Bunu bir fazilet, daha iyisi yani ‘ahsen’ dediğimiz şey olarak görebiliriz. Ama bir kıyafeti dinin emri haline getiremeyiz. Bu kıyafetimiz çok hassas bir konumda İslam’dan soğutma, itme, nefret ettirmeye sebep oluyorsa ona da dikkat etmeliyiz.
“HEYBETİNİ KORUYAMAMIŞ BİR SARIK!”
Çok basit bir misal:
Bir gün, Emin Saraç Hocam, Fatih Camii’nde “Koluma gir, ayaklarım ağrıyor” dedi. Onu evine götürüyordum. Malta Çarşısı’nda biri simit satıyordu. Başında koca bir sarık, üzerinde büyük bir cübbe ve büyük bir şalvar. Görsen, Molla Fenarî zannedersin. Ağzında da koca bir sigara. Bıyıkları sararmış. Emin Hocam dedi ki; “Bak oğlum! Şalvara, sarığa, cübbeye canımız kurban. Ama bu dumanın altındaki sarık beş kuruş etmez. Bu adamı hep burada görüyorum, selam da vermiyorum.” Heybeti korunamamış bir sarık…
Minibüsçü sarık sarmamalı örneğin. Çünkü sarık âlim kıyafetidir. Zaviyede şeyh kıyafetidir. Çöp toplamak elbette ayıp bir şey değil, rızık kapısı bu. Fakat birisinin cüppeyle, dışarıda çöp toplaması da bir fazilet olamaz. Cübbe, mihraba geçmenin şartı da değil ama sokakta simit satanın, elinde sigarayla cübbe giymesi de doğru değil. Geldiğimiz bu noktada dengeyi kullanmak zorundayız. Batı’dan kaç, aşırılıktan kaç! Şeriatın temel ölçülerine uy! Gerisini yapabildiğin kadar yap.
Efdaliyette, daha iyisi, daha takvalısı söz konusudur. Cübbe efdal olandır, ahsen olandır, hiçbir itirazımız yok. Cübbeli, şalvarlı, sarıklı diye içtihad yapacak düzeydeki bir âlimin rakibi gibi göremeyiz bir cahili. Nihayetinde elif cüzü bilmeyen bir adam, Kur’ân’ın derinliklerinde yüzen bir âlimle denk olamaz bir cübbeyle.
Tesettürün, farz-ı ayn olan kısmı var, üzerine konuşmak abes…
Sünnet olan bölümü var, peşinden koşalım…
Fazilet olan bölümü var, ona “Allah razı olsun!” diyelim…
Alimin cübbesini giymekten ziyade yaptığını yapmak daha yerinde olmaz mı?
Alimin ilmine değer hiçbir şey olamaz. Alim sarığını çıkarınca cahil mi olacak? Ya da o sarığı başka biri giyince âlim mi olacak? Mücevher ile taşı karşılaştırmak gibi olur bu. Nasreddin Hoca’ya birisi mektup getirmiş. Nasreddin Hoca bakmış ki yazı eğri büğrü okuyamamış. Adam da “Yazık kafandaki kavuğa yazık! Koca sarık sarıyorsun, bir yazıyı okuyamadın” demiş. Hoca da çıkarmış kavuğu, adamın kafasına koymuş, “Al bakalım, madem öyle, şimdi sen oku!” demiş. Sarık insana bir şey getirmiyor beraberinde.
Batı’ya ait bir kıyafet bile olsa, tesettüre uygunsa kullanabilir miyiz?
Eğer simge durumunda değilse, evet. Mesela Yunanların giydiği Grek kıyafeti var. Bu bir simge. Tesettüre uysa da kötü. Çünkü Roma kültürünü yansıtıyor. Şapka bir simgeydi geçmişte fakat şimdi ne kadar genelleştiyse de biz onun uğrunda şehit verdik.
Efendim, “Kadının tesettürü terk etmesi zinanın bu kadar meşrulaşmasına neden oluyor” yargısı sürekli konuşmalarda, sohbetlerde anlatılıyor. Peki, erkeğin tesettürü terk etmesi toplumu zinaya sürüklemek anlamında, kadınınkine eşdeğer bir zarar veriyor mu?
Eşdeğer olamaz. Çünkü kadının zararı ile erkeğin zararı aynı değil bu konuda. Ama erkeklerin sosyo-psikolojik dediğimiz boyutta gördüğü bir zarar var. Erkeğin, erkeğe bakışında haramlık düzeyi yükseliyor. Bir de erkeklerin kadınları haram bir şekilde görmesinin doğurduğu sonuçlar kadar, kızlaşmış erkekleri izleyen kadınlar da çok kötü bir şekilde etkileniyorlar bundan. Erkeğin gıdıklandığı bir gözü olduğu gibi, kadının da gıdıklanan bir gözü vardır. Ayet-i celile “Hem erkeklere, hem kadınlara söyle, gözlerini korusunlar!” buyuruyor. Demek ki iki tarafın da görülmesi sakıncalı yerleri var.
Aynı ayet-i kerimeye atıf yaparak “Erkeklerin tesettürü göz kapaklarıdır” diyorlar. Devamında ise aynı emrin kadınlar için de geçerli olduğunu görüyoruz. Eğer gerçekten böyleyse “Kadınların da tesettürü göz kapaklarıdır” deyip işin içinden sıyrılmak da mümkün olmaz mı?
Olur mu? “Ve ya’fezu furûcekum” yani “Organlarını korusunlar!” diyor ayet-i kerimede. Bu organ göz kapaklarıdır diyemezsin. Şu var: Kadında yüzde doksan beş ise kapalı tutulacak bölüm, erkekte yüzde beş. Eğer bir sıkıntı varsa o sıkıntı da oradan geliyor.
“MESULİYETİ KADINLARA YÜKLEMEK BEDAVACILIKTIR!”
Toplumun ahlak seviyesinin düşmesinde yalnızca kadınların tesettür problemi mi yatıyor?
Kadınları günah keçisi yapmanın bir manası yok. O kadınlara yol açan erkekler var bir defa. Babaları var, kocaları var. Mesuliyet var ortada. Kızını niçin ortaya çıkarıyor? Erkek, hanımının neden bu kadar gevşek davranmasına mani olmuyor? Evvela burada bir sıkıntı var. Mesuliyeti kadınlara yüklemek, bedavacılıktır.
NUREDDİN YILDIZ KİMDİR?
1961 yılında Trabzon’un Of ilçesinde doğdu. 8 yaşında hafız olan Nureddin Yıldız Hocaefendi Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde eğitime başladı. Bir yıl sonra Mekke’de bulunan Ümmü’l-Kura Üniversitesi’ne geçiş yaptı. Sekiz yıllık süre içerisinde Usul bölümünü bitirdi ve Hadis ilminde Şeyh Abdulfettah Ebu Gudde, Şeyh Ebü’l Hasen En’Nedvi ve Emin Saraç hocalardan icazet aldı. 1991 yılında Mekke’den İstanbul’a dönüş yaptı. İslam Fıkhı Ansiklopedisi ve Sosyal Bilim Ansiklopedisi’nin tercüme heyetinde de görev alan Hocaefendi birçok sivil toplum örgütünde kurucu ve aktif üye olarak görev almakta olup, halen Senabil Hizmet ve Kültür Vakfı Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Sosyal Doku Derneği Onursal Başkanlığı görevlerini devam ettirmektedir. Onlarca telif eseri olan Nurettin Yıldız Hocaefendi evli ve 4 çocuk babasıdır.
Röportaj: Furkan Emre Hasdemir – Ömer Faruk Yasin
Kaynak: İslamveihsan.com