İslam Dünyası’nda düşünce, tecdit ve anayasa sorunu

Yasin Aktay, Moritanyalı Prof. Muhtar el-Şankıti’nin Mehmet Görmez’in başkanlığını yaptığı İslam Düşünce Enstitüsü’ndeki derslerini inceliyor.

Yasin Aktay / Yeni Şafak

Muhtar el-Şankıti ile bir ufuk turu: İslam Dünyası’nda düşünce, tecdit ve anayasa sorunu

İslam dünyasında düşüncenin durumu ve seviyesinin siyasetin durumu ve seviyesinden çok farklı olduğunu söyleyebilir miyiz? Göründüğünden daha karmaşık bir sorudur bu. Mevcut siyasi durumun vahametinden yola çıkarak düşünceyi bundan sorumlu tutarak isteyen kendini rahatlatabilir, isteyen bundan Müslümanlar adına ilave bir kahır söylemi üretebilir. İslam düşüncesi elbette havada, boşlukta, siyasal ve tarihsel ortamlardan bağımsız olarak şekillenebilen bir düşünce değildir. Ama en az yüzyıldır Müslümanların siyasi açıdan bir temsilleri yok. Müslümanlar adına düşünen, hareket eden ve dünya siyaset sahnesinden Müslümanlar adına bir role talip olan bir siyasi aktör yok. I. Dünya Savaşı’nın dünya tarihine getirdiği en önemli sonuç bu ve bu sonuçla hala ne dünya ne de Müslümanlar tam anlamıyla yüzleşebilmiş değildir.

Bugün İslam düşüncesi adına ortaya konulan çabalar bu gerçekliği gözardı ederek muazzam medeniyet tasarımlarına giriştikçe ortaya tuhaf biraz da trajikomik bir manzara çıkıyor. Bu medeniyet hangi tarihte, hangi toplumsal koşullarda gerçekleşecek. Tarihin bir döneminde ortaya konmuş ideal örnekleri daha da idealize ederek günümüze, hatta geleceğe bir hedef olarak önermenin fazla bir anlamı olmuyor.

Bu hedeflere kim, nasıl bir insan topluluğu, nasıl bir niyet, nasıl bir sözleşme ve nasıl bir kalite ile yol alıp hangi somut mecralardan geçip ulaşacaktır? Kimse Müslümanlara anahtar teslimi bir medeniyet inşa ihalesi vermeyecektir. O yola direnenlerle, itiraz edip engellemeye çalışanlara karşı siyasetle, bazen savaşla, çatışarak, tartışarak ilerlenecek ama çok daha önemlisi o yola giderken, yolda o kalite ortaya konulacak. Yol menzilin kendisidir. Yola çıkarken yolda kendini kaybedenlerle, dostlarını yoldaşlarını unutanlarla, onlara karşı en insani davranış kalitelerini esirgeyenlerle ulaşılacak menzil de bir ham hayal haline gelmiş olur.

İslam düşüncesi, bir düşünce olmadan önce bir pratiktir, düşünceyle muvafık bir salih ameldir.

Son zamanlarda İslam düşüncesi alanında çok parlak çalışmalarıyla dikkatleri çeken çok değerli Müslüman düşünürlerden Moritanyalı Prof. Muhtar el-Şankıti’nin Ankara’da Prof. Mehmet Görmez’in başkanlığını yaptığı İslam Düşünce Enstitüsü’nde “Modern Dönemde Tecdit ve Sentezci İslam Düşünürleri” başlığı altında verdiği konferansı bu ön-mülahazalarımla dinliyordum.

Şankıti İslam dünyasının 1. Dünya Savaşı’nın sonunda maruz kalmış olduğu siyasi temsil yoksunluğunun farkında biri. Bunun İslam düşüncesinin muhtemel üretimlerine, üretilen düşüncenin münasebet durumuna da yeterince vakıf. Yaşadığımız dünyada sayıları iki milyara yaklaşan Müslümanlar bir gerçek olarak var ama bunların bir siyasi varlıkları yok. Bu durum Müslümanları yaşadığımız dünyanın neredeyse tamamında sivil veya muhalif veya azınlık hareketler kılıyor. Bir siyasi temsilleri olmadığı halde Müslümanların düşünce adına ortaya koydukları çabalar modern dünyayla rastgele ve çoğu kez münasebetten yoksun bir diyalog olarak gerçekleşiyor.

Şimdi bir de sosyal medya veya farklı medyaların da ortaya çıkardığı gürültünün etkisiyle bambaşka bir tablo görünüyor. Kimin algıları, kimin gerçekleri, kimin sözleriyle, düşüncesiyle nerede nasıl buluşuyor? Bu durum düşünce adına fırsatlar da çıkarıyor mudur ortaya? Tamamı olumsuz olamaz elbette. Ne de olsa her zorlukla beraber bir kolaylık vardır ve bütün gerçeklikler fırsatlarıyla birlikte gelir.

Şankıti tarih boyunca Müslümanların başkalarıyla bu tür karşılaşmalar yaşadığından yola çıkarak, Müslümanların bu karşılaşmalarda takip ettikleri Müslümanca sünnetin altını çizdi. İslam’da eşyanın aslı ibahattır. İslam’ın temel ilkeleriyle çelişmediği sürece farklı toplumlara, kültürlere ulaşan İslam onların kültürel özelliklerini terk etmelerini istememiştir. Bilakis sahip oldukları dinin özüyle çelişmeyen bütün özelliklerini İslam medeniyetinin bir parçası kılmıştır. Böylece İslam medeniyetinin genişleme özelliği bir pratik olarak tarih boyunca işlemiştir.

Ulaşılan her insan topluluğu İslam’a katılmakla kendi kültürünü, tarihini, özelliklerini İslam medeniyetinin içinde eritmemiş, onların üzerindeki pasları silerek İslam medeniyetinin toplamına dahil etmiştir. Bu dahil oluştan İslam medeniyetinin tahrif olabileceği endişesi ise zamanla illa ki baş göstermiştir. Bazen Müslüman olmadan önce sahip olunan kültürel özelliklerden gerçekten dine aykırı olanların da hiç sorgulanmadan alınması İslam medeniyetinde bir sapmaya yol açmıştır. Tecdit tarih boyunca tam da bu fazlalıkları işaret etmek, rutinleşen ve rutinleştiği için heyecanını kaybetmiş Müslümanlara imanın ve İslam’ın heyecanını hatırlatmak ve yaşatmak üzere tekrar tekrar yaşanmıştır.

Burada espri Müslümanların kendilerini kaybetmeden, kendi sabitelerini unutmadan başkalarından alabilmeleridir. Bu konuda dengeyi yürütme konusunda Müslümanların tarih boyunca ortaya koydukları performans başka hiçbir medeniyete görülmemiştir.

Müslümanlar Çin’den, Hint’ten, Afrika’dan, eski Yunan’dan bir şeyler alırken bu ilkeleri gözettiler ve yaşadılar. Hatta Eski Yunan’dan burhani aklı almaktan hiç çekinmeseler de, bu alanda aldıklarının bazı İslam filozoflarında oluşturduğu beğeni ve hayranlık Yunan filozoflarının aslında tamamen tahmini bir alan olan ilahiyat veya alemin yaratılışıyla ilgili konularda da söylediklerini alabilecekleri vehmine götürdü. Bu da aslında bilinen meşhur sapma biçimi.

Bir alanda iyi bilmenizin sizi her alanda otoriter kılamayacağı gerçeğini göremediler. Üstelik bir alanda sergilenen otoritenin giderek her alanda otorite talebine dönüşmesi de otoritenin tabiatındandır. Bugün tarih veya fizik alanında hasbelkader teslim edilmiş otoritesini siyaset ve din alanında da, hatta her alanda talep eden bazı figürler bunun her zaman tekerrür edebilen tipik örnekleridir.

Bugün yaşadığımız karşılaşma ise geçmişte yaşadığımız karşılaşmalardan çok farklı. Başta da söylediğimiz gibi Müslümanlar dünyada siyasi temsil mekanizmalarından yoksunlar. Müslümanları yöneten devletlerin hiçbiri için düşünce veya din olarak İslam veya Müslümanlar öncelikli bir mesele değildir.

Şankıti, yine de bugün Müslüman dünya için en önemli sorununun “anayasa ve otoriterlik” sorunu olduğu tespitinden yola çıkmış ve alanında şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı ve en iyi çalışmayı ortaya koymuş. Yukarıda anlattıklarımızın ışığında otoriter toplumlara bu anayasal siyaset ve davranış nasıl kabul ettirilecek sorusu akla gelecek ilk soru tabii. Ama bugün sadece sormuş olalım tabii.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!