Haksöz Haber
Haksöz Haber Editörü Haşim Ay’ın sunduğu program Uludağ Üniversitesi Mediko Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.
Topluluk yönetiminden İlyas Acar selamlama konuşmasında, topluluğun yaptığı etkinliklerden bilgi vererek sözü konuşmacıya bıraktı.
Konuşmasında emperyalizmin tanımı, siyasal ve kültürel emperyalizm, emperyalizm algısındaki tutarsızlıklar, ulus devlet örneği özelinde sömürge araçları, sömürüye müsait olma hali, Suriye özelinde İslami hareketlerin direnişi, ümmet coğrafyasında küresel vesayeti ve emperyalist kuşatmayı aşma çabaları gibi ana başlıklara değinen Haşim Ay sözlerine, "Değişen durumlar karşısında bazı kavramları güncellemek, yeniden tanımlamak kaçınılmaz hale geliyor. Emperyalizm kavramı, kavramı kimin nasıl algıladığı ve bu algısal değişim ve çeşitlenmeyi sağlayan kalkış zeminlerini doğru saptamak önemlidir. Emperyalizmi, onun işleyişini, beytimiz olan İslam dünyası üzerinde oluşturduğu kuşatma veya hegemonyayı konuşmak aynı zamanda küresel sistemi doğru kavramak ve konumumuzu saptamak açısından da elzemdir." diyerek başladı.
Ardından emperyalizmin ümmet coğrafyası üzerinde gelişim sürecini ve günümüzdeki aktörlerini açarak kavramın tanımı ve emperyalizm algısındaki tutarsızlıklar üzerinde durdu. Özellikle Ortadoğu intifadaları sürecinin emperyalizmin neliği, emperyalistlerin kimliği ve kimlerin antiemperyalist olup olmadığını ortaya koyan adeta bir elek işlevi gördüğünü ifade etti:
"Sol literatür ve onun etkisinde kalanlar nezdinde sosyalizm, komünizm ve bu ideolojilerin siyasal-kurumsal tezahürleri SSCB, Rusya, Mao’nun Çin’i, Hitler’in Almanya’sı, Stalin’in uygulamaları ve hatta Nasır’ın Arap milliyetçiliğini esas alan Nasırizm, Baasçılık, Kemalizm ve Batı emperyalizmine karşı ulusal kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesi(!) veren hareketlerin hemen hepsi antiemperyalist addedilmektedir. İran, Esed ve Hizbullah’a ise bu bağlamda zaten diyecek bir şey yok! Onlar bu perspektife göre reel olarak dünyanın en antiemperyalist güçleri olup insanlığın selameti için direniş hattının yılmaz müdafiliğine soyunan kurtarıcılar pozisyonundalar! Yine özellikle sol perspektiften dünyayı okuyanlara göre İslamcı hareketler emperyalizmin bölgesel siyasi aktörleri olup tarihleri kullanılmışlıkla doludur!".
Birçok münevverimizin(!) bu bahsi geçen literatürün ve tezlerin etkisinde kaldığını ifade eden konuşmacı, Müslümanların dünyayı yorumlarken ve duruşlarını konumlandırırken İslami temelde özgün ve adil olmaları gerektiğine dikkat çekti. Tutarsız anti-emperyalist söylemin, apaçık zulümleri görmeyi engelleyen ve eski ezberleri tekrarlayan bir körlüğün adı olarak da tarihe geçtiğini belirten konuşmacı Amerika ne kadar emperyalistse İran da o kadar emperyalist olduğunu Rusya ne kadar emperyalistse Hizbulesed de o kadar emperyalist olduğunu ifade etti. Bu bağlamda emperyalizmin küresel ve bölgesel aktörlerini şöyle açtı:
"Amerikan emperyalizmi (ve Batı kapitalizmi), Rus emperyalizmi ve Çin potansiyel tehdidi (ve gelişen Çin emperyalizmi) Bu üç cephe İslam dünyasının kuşatma altında olduğunun açık resmini vermektedirler.
Amerikan emperyalizmi tabi ki beynine oturmuş Siyonist güç ile birlikte bir cephedir.Enerji rezervleri ve bunların dünya pazarlarına ulaştırılması konusunda diğerlerinin hepsinden daha fazla hak iddia etmektedir ve hepsinden daha güçlüdür. Enerji rezervleri üzerinde egemenlik ve mülkiyet kurabilmek için lider, hükümet, devlet devirebilmekte ve yıkabilmektedir.
Rus emperyalizmi Amerikan emperyalizmi ve öncülü olan İngiliz emperyalizmi kadar atak, etkili ve uzun soluklu değilse de nüfusu, nükleer gücü, enerji rezervleri üzerindeki mülkiyetinden dolayı ikinci sırada yer almaktadır. Rus emperyalizmi aynı zamanda Müslüman milletlerin yanıbaşında olması nedeni ile doğrudan yakın tehdit fırsat ve potansiyeline sahiptir. Ayrıca Rusya’nın komşusu olan İslam ülkelerinden sadece Türkiye, Rusya ile birebir mücadele gücüne ve siyasi-askeri geleneğe sahiptir. İran dahi bu mücadeleye tek başına muktedir değildir. SSCB’den ayrılmış tüm Müslüman milletler hepsi müşterek hareket edebilirse ancak bir devlet kadar güçlü olma şansını yakalayabilirler. Bu ise henüz gerçekleşmemiştir.
Çin emperyalizmi İslam dünyasını kuşatan çemberin üçüncü ayağıdır. Çin, komünizmden devşirdiği devlet kapitalizmi ile küresel pazarda yarışa girmişken ve ihtiyaç duyduğu enerji kaynakları Uygur topraklarından itibaren Orta Asya’da iken elbette İslam dünyasının kuşatıldığının resmini tamamlamaktadır. Çin için Orta Asya yalnızca ihtiyaç duyduğu enerji kaynaklarına sahip olmakla kalmayıp, nüfusunun yerleştirileceği müstakbel memleketler anlamına da gelmektedir. Mesela yanıbaşındaki Kırgızistan ne de tenha bir memlekettir. Çin için Orta Asya, Nazilerin Libensraum’u ya da Yahudilerin Arz-ı Mevut’u gibi bir şeydir. Çin emperyalizmi tarihte başarısız olmuştur. İslam öncesinde Türkler, İslam fütühatı sırasında ise Türkler ve Araplar tarafından Çin emperyalizmi durdurulmuş, hapsedilmiştir. Ancak Araplar, fütühat devri Arapları değildir. İslam dünyasında milli-manevi özlerinden en fazla kopmuş millet Araplardır. En fazla Emperyalizm tahakkümünde kaybolmuş millet Araplardır.
Emperyalist kuşatma düşündürücü olmasına rağmen bu üç emperyalist cephenin menfaatlerinin karşıt olması Müslümanlar için bir avantaj oluşturmaktadır ve tabi ki denkleme bu durumu da dahil etmek gerekir. Hiçbirinin İslam ülkelerini kendi sofrasından çıkarıp diğerlerine yem etmeye niyeti yoktur ve bu iyi bir durumdur.
*Bölgesel Ölçekli Büyük Siyasal Aktörler
a- İran: Sünni dünyada mezhepçiliği kışkırtarak Şii hinterlandı oluşturmaya çalışıyor. Bu nedenle emperyalist aslında ama çapsızlığı dolayısıyla tetikçi pozisyonunda. İran Çeçenistan’da Rus emperyalizminin müttefiki; Suriye’de Rus emperyalizminin 1. Kolordusu; Afganistan’da hem ABD hem Rus emperyalizminin müttefiki; Filistin’de Siyonist İsrail’in müttefki; Irak’ta ise doğrudan emperyal bir güç… İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ali Yunusi'nin şu sözleri durumu özetliyor: 'Bağdat, büyüyen imparatorluğumuzun başkentidir. Bölgede bizimle yarışmaya giren gerek Osmanlı nesli, gerek Roma'dan geri kalanlar, bizim şu an Irak'a verdiğimiz desteğe itiraz ediyor. Biz bu bölgede bunlara karşı İran Birliği kuracağız.". İran'ın ve İsrail'in Ortadoğu'da aynı yayılmacı ve işgalci zihniyetle hareket eden, madalyonun iki yüzüne tekabül eden, birbirlerinin zıddı gibi görünse de düşmanlık kurgusu içinde birbirlerini 'meşruiyet' sağlayarak var eden iki ülke olduğu görenlerin malumu.
b-Suudi Arabistan: Sünni dünyanın temsilcisi olduğunu ittihaz ediyor ama emperyal bir misyonu yok. Özellikle de İhvan korkusu, İran ve Şii tahammülsüzlüğü ve Sünnilik düzleminde Türkiye ile rekabeti kendisini Batı emperyalizminin bölgesel bir aktörüne dönüşmeye itiyor. İhvan’ın etkili olduğu tüm bölgelerde küresel emperyalizmle omuz omuza İhvanofobia tehdidinde bütünleşiyor. Mısır’da Sisi cuntasını İhvanofobia korkusuyla küresel emperyalizmin çıkarları doğrultusunda finanse eden temel bölgesel aktör. Kral Selman döneminde Suriye’ye yaklaşımda Türkiye ile paralel. Siyasal ve toplumsal yapıda reform belirtileri var. Yemen’de Husi tehdidinin ayyuka çıkması dolasıyla İhvan politikasını gözden geçirebileceğinin sinyallerini veriyor. İsrail’le ilişkiler bağlamında HAMAS’ı an itibariyle destekler bir görünümü var. Sisi cuntasıyla ilişkilerini gözden geçirmeye meyyal. Kral Selman Suudi dış politikasında kalıcı bir kırılma sağlayabilir mi? Bu belirsiz ancak mevcut yönelim ve kısmi politikalarıyla bu beklentiyi oluşturmakta ve müslüman halkların ve İslami hareketlerin lehine bir pozisyon takınabileceğine dair işaretler sunmakta.
c- Mısır: Kurulduğu günden bu yana sürekli olarak küresel emperyalizmin jandarması rolünü oynamıştır. Afrika ve Ortadoğu’ya açılan kapıları ve bilhassa da Süveyş dolayısıyla tüm emperyalistlerce stratejik bir üs olma özelliğine sahip. Emperyalizmin bölgenin bağrındaki jandarması İsrail’in güvenliği için de Mısır hayati bir konumda. Nasır ve Enver Sedat döneminde emperyalizmin solunun, Hüsnü Mübarek döneminde ise ağırlıklı olarak emperyalizmin sağının piyonu rolü oynuyordu. İhvan’ın anavatanı olması hasebiyle de İslamcılığı baskılama ve kontrol altında tutma noktasında her iki emperyalizm ve bölgede işbirlikçileri tarafından özellikle de finansal anlamda sürekli koruyup kollanmıştır. ABD’nin Ortadoğu’da İsrail’den sonra en çok mali ve askeri karşılıksız destek sağladığı işbirlikçi ülkeler namına sahip. Aynı avantajlı konumunu Sisi döneminde de muhafaza ediyor. Gazze’ye açılan tünelleriyle Filistin halkı ve İslami hareketi için neredeyse tek nefes borusu. İsrail ve ABD’ye hizmet noktasında Sisi dönemi en alçak dönemdir. Sisi defalarca Gazze’nin nefes borularını kesmeye yeltenmiştir. Son olarak da tünellere su pompalayan Sisi diktası, Gazze’nin idaresinin işbirlikçi Ramallah yönetimine devredilmesi koşuluyla tünelleri açabileceğini söylemiştir.
d- Türkiye: 2000’li yıllara kadar Batı emperyalizminin bölgedeki etkili müttefiki olarak hareket ediyordu. AK Parti’nin başlattığı yeni Türkiye hamlesi ilk etapta BOP döneminde bir model olarak destek gördü ancak Erdoğan projeyi bölge halkları ve İslami hareketin lehine kullanmaya başlar başlamaz bir tehdit unsuru olarak algılanmaya başladı. 1 Mart Tezkeresi ile başlayan küresel vesayetten kısmi kopuş Mavi Marmara olayını müteakip müthiş bir özgüvene dönüştü. Davos’ta İsrail’e karşı yapılan “One Munite” çıkışı; Ortadoğu İntifadaları sürecinde İntifada bölgeleri ve siyasal dinamikleriyle dayanışma; Filistin, Mısır ve Suriye politikasındaki bölge halkları ve İslami hareketler öncelikli politikası emperyalizmin sağında veya solunda duran küresel güçler nezdinde ona karşı alerjiyi arttırdı. Yanısıra AK Parti’nin içeride Müslümanların lehine izlediği açılım politikaları ve dış politikada ortaya koyduğu işbirlikçi despotik rejimlerden ziyade bölge halkları ve İslami hareketler öncelikli politikası bölge halkları nezdinde onu klasik NATO müttefiki emperyalizmin işbirlikçisi konumundan çıkarıp küresel emperyalizm ve bölgesel despotizm karşısında bir umut kapısı ve model noktasına getirdi. Erdoğan’ın “Dünya 5’ten büyüktür” sözü sadece bölgede değil küresel ölçekte farklı bir dünya arayışı içerisinde olan onurlu unsurların tümü arasında bir umut dalgası oluşturdu-oluşturuyor. AK Parti’nin reel-politikanın sınırlı imkanları içerisinde edindiği bu pratik vizyon onu bir zamanlar popülaritesi olan Arjantin’deki Hugo Shavez’den de sözde anti-emperyalist İran’dan da çok daha sahici kılıyor.
*Emperyalizmin Küçük Ölçekli Siyasal Aktörleri
1- Tunus ve Mısır’da Temerrüdcüler
2- Afganistan’da Karzai ve tüm Taliban karşıtları
3- Çeçenistan’da Kadirov
4- Filistin’de Mahmud Abbas
5- Türkiye’de Geziciler, Paralelciler, bazı Liberaller, bazı Kemalistler, Nasyonel Sosyalistler, DHKPC, MLKP, PKK-HDP-KCK
6- Suriye’de PYD/YPG, Demokratik Suriye Güçleri, Mithat Ural çetesi, Hizbullah ve uluslararası Şii lejyonerler
Bunların önemli bir kısmı kendisini anti-emperyalist olarak tanımlıyor. Ama bu tanım somut eylemler planında tutarlı bir karşılığa sahip değil. Paradigma düzleminde İslam ve müslüman algısında sol ile sağın veya komünistlerle kapitalistlerin farklılığa dair edindiği maske düşüyor. Kralın çıplak kaldığı bu zeminde İslam düşmanlıkları afişe oluyor. Nitekim mesela PKK/PYD hareketi her sıkıştığı durumda küresel emperyalist sisteme anında “gericilik alarmı”na basıp “laikliğin (yani bölgedeki çıkarlarınızın) güvencesi biziz” diyor.
Liberalini, Sosyalistini aşan temel nokta kendisine yaslanılan seküler paradigma olmaktadır. Aydınlanma dininin sağı-solunda yer alanların bu paradigmanın tam karşısında yer alan İslam ve Müslümanlara karşı nihai kertede aynı düşmanlığı benimsemesi şaşırtıcı değil. Bu husus tabiatıyla paradoksal olup sahiplerini tutarsızlaştırıyor. Ne solcusu ne sağcısı için başka bir deyişle ne ABD’si ne Rusya’sı için Ortadoğu’da yüzlerce binlerce Müslümanın katlediliyor olmasının hiçbir kıymeti harbiyesi yok. İslamcılara yol görünen her şartta demokrasi arızi diktatörlük asıl payesine dönüşür. Olanca demokrat ya da hümanist iddialara rağmen İslam ve Müslümanlara karşı bu paradigmanın çocukları kendilerini hükmeden, tahakküm kuran, yönlendiren pozisyonunda ittihaz etmektedirler. Onlara göre kendileri doğal olarak merkezde; İslamcılar ise dönüştürülmesi değilse başı ezilmesi gereken gericiler sürüsünden ibaret. Şu bulunduğumuz konjonktürde bile mesela Türkiye üniversitelerinde solun halen de üniversiteleri babalarının çiftliği şeklinde algılamasında ve kendilerinde İslamcılara alan bırakmama hakkını ittihaz etmesinde rol oynayan temel faktör bünyede taşınan bu dayatmacı-faşist seküler itikad olmaktadır.
İşin garibi bunların her birine göre söz konusu gerici tehdit olunca emperyalist veya diktatör görünenlerle kol kola girmek taktik bir durumdur. Çünkü amaca götüren her yol mubah görülmektedir. Teorisyenleri Marks da Hint Alt Kıtası'ndaki Britanya emperyalizmine olumluluk atfederek adeta “Bırakın sömürsünler” diyordu. Çünkü kapitalistleşme ve uluslaşma sağlanmadan komünist evreye geçilemez! Kendilerinin emperyalistler ve diktatörlerle halkların yıkımı ve İslamcıların katledilmesi temelinde girdiği her ilişki taktik veya geçici ittifak; İslamcıların halkın üzerindeki zulüm ve zorbalığı defetmek, özgürlük alanlarını açmak, zorba diktatörleri püskürtmek amacıyla bölgesel ve küresel güçlerin iç çatlaklarından istifade etmesi ise işbirlikçilik öyle mi?! Stinger füzeleriyle Rus ayısını Afganistan’dan defetmek İslamcı direnişçileri emperyalizmin işbirlikçisi yapıyor ama YPG/PKK/MLKP’nin stinger talebi dünyayı ortak düşman İslamcılardan (IŞİD bahane) temizleme kahramanlığı! 21. yüzyılın en büyük özgürlük hamlesi olan Ortadoğu İntifadası, Türkiye’nin son 10 yıllık yakın siyasi tarihi ve 4.5 yıllık Suriye savaşı kimin anti-emperyalist kimin işbirlikçi, kimlerin tarihinin kullanılmışlıktan ibaret olduğunu çok iyi gösteriyor!".
"Nasyonalizm-ulusalcılık ne kadar antiemperyalist?" sorusunu sorarak konuşmasını devam ettiren Haşim Ay, ulus kimliğin emperyalizmin siyasal ve özellikle kültürel bir silahı olduğunu anlattı.
Buna bağlı olarak Müslümanların emperyalizmin araçlarına karşı tutumlarını değerlendiren konuşmacı bu çerçevede şunları ifade etti:
"Emperyalist kuşatmayı yarmak öncelikle emperyalizmin boynumuza dolandırdığı ulus-toplum ve ulus-devlet isimli esaret zincirini kırmakla; ulusalcı tarih ve kimlik perspektifinden arınmaya yönelmekle mümkündür. Bu yüzden gelenekçilik, nasyonalizm ve emperyalizm olan üç zindandan nasyonalizm zindanından kurtuluşa yönelmek çağdaş İslamcı siyaset ve hareketimizin öncelikli hedeflerinden olmalıdır. Ümmet perspektifimizi emperyalist bakışın etkilerini taşıyan enternasyonalizmden ve öncülerimizin mesela Afgani’nin arızi durumlara binaen geçit verdiği bölgesel devlet fikrimizi ulus-toplum ve ulus-devlet modelinden arındırmalı; ulusalcılık veya milliyetçiliği salt kavmiyet ve ırkçılığa indirgeme kolaycılığını aşarak toplum tasarımımızda enternasyonal değil bizatihi anasyonal olmaya çalışmalıyız!
Mesele yayılmacı, emperyal siyasetler izlemek veya imparatorluk düşleri kurmaktan ziyade (Kaddafi bunun Ortadoğu’daki tipik bir örneği) yayılmacı siyasetin neyi merkeze aldığı meselesi olmalıdır. Halkların maslahatını ve değerleri merkeze alan bir yayılmacı siyaset ile kendi çıkarlarını merkeze alarak muhataplarını sömürmeyi amaçlayan bir yayılmacı siyaseti tefrik etmeli. Doğal olarak devletleşmiş ve gücü tekelleştirmiş her siyasal yapı dışa dönük olarak yayılma isteği duyacaktır. Aynı şekilde kendisini evrensel addetmiş bir dava da aynı özelliği yansıtacak. Bunları birbirinden nasıl ve neye göre tefrik edeceğiz?
Ölçülerimizi oluştururken şunlara dikkat etmeliyiz:
Dış politika perspektifimiz değerleri mi, yoksa çıkarlarımızı mı merkeze alıyor?
İşbirliği geliştirdiğimiz siyasal yapılar halklarının iradesiyle mi işliyor yoksa halklarının değerler dünyasıyla mı çatışıyor?
Herhangi bir siyasal yapıya veya topluma yayılma isteğimiz onlara değerlerimizi sunmak-tanıtmak mı yoksa onların yer altı ve yer üstü kaynaklarını işgal edip kendilerini sömürgeleştirmek için mi?
Emperyalizm bilindiği ve uygulandığı haliyle talan siyasetidir, hırsızlıktır, sömürgeciliktir, işgalciliktir. Sömürgeci-emperyalist siyaset algısı kapitalizmin doğasını mündemiç olup en temelde insanın doymak bilmez iştahını yansıtmakta, dolayısıyla ekonomik-iktisadi bir özellik arz etmektedir. Bu iştah hayatın ve meşruiyetin merkezine gücü, parayı, çıkarı koymaktadır. Dolayısıyla emperyal hegemonyanın olduğu bir dünyada parası olan konuşur, güçlü olanın hükmü geçer. Emperyal toplum modeli tekasür ve tuğyan toplumudur; birikim yaptıkça kibre kapılır, kendine güveni artar.
Bugün vahşi kapitalizmin kurbanı olup onun yükseliş formuna özenenler de günün birinde o seviyeye ulaşırlarsa yarının yeni vahşileri olacaktır. Vahşi kapitalizm onun yükseliş modeline özenerek ve ilerleme için öngördüğü değerlere tutunarak değil, onun insanlığın önüne koyduğu bilgi felsefesi, üretim ve tüketim ahlakı, ekonomi-politiğinden mümkün olduğunca arınarak aşılabilir.".
Konuşmasının son bölümünde Haşim Ay emperyalist kuşatmayı aşma birikimine ve çabalarına şu başlıklar çerçevesinde değindi:
*Direniş-Islahat, Mektep-Hareket Birlikteliğinin Önemi
*Üç Şeytana Eşzamanlı Tavır: Muharref Gelenekçilik, Kemirgen Emperyalizm, Aldatıcı Nasyonalizm
*Stratejik İmkan: Ortadoğu İntifadaları Ekseninde Kenetlenmek
"Ortadoğu intifadaları ekseninde kenetlenmek küresel ölçekte İslami hareketlerin önünde stratejik önemdeki tek gelecek kapısı olarak görünüyor. İmkanlarımızı paylaşalım, birlikte direnelim, birlikte özgürleşelim! İnsanlık ailesinin kurtuluşu için tek ümit biziz. Emperyalizmin sağına da soluna da bir kez daha “La” diyelim ve geleceğimizi birlikte kuralım!"
Ardından soru-cevap kısmıyla devan eden ders; gelecek dönem bu çalışmaların devam edeceğine dair bilgilendirmeyle sona erdi.