“AKP şeriat mı istiyor!” Ya da istediği ne?
Bizim “batıcılar”ın hali pür melalleri ortada da, “batılılar” bu gelişmeleri nasıl görüyor..
İşte bu sorunun cevabı..
Herkes bu konuda farklı bir görüş öne sürüyor.. Kimine göre AK Parti takiyye yapıyor, kimine göre “İslâm demokrasisi”ni deniyor. Reuters haber ajansı dünyaca ünlü siyaset ve İslâm uzmanlarına “AKP’nin Türkiye’de uyguladığı politikaların ne şekilde algılanması gerektiğini” sordu. Cevaplar oldukça ilginç. Reuters’e göre “AKP İslâm’a dayalı bir rejim değil, sadece Müslüman değerlerine vurgu yapan bir yönetim anlayışına sahip..”
Tanınmış Fransız İslâmolog (İslâmcı) Olivier Roy, “Yasal laiklik ve ideolojik laiklik arasında fark vardır. Türkiye’de ordu laiklik kavramını bir tepki unsuru olarak kullanıyor. Gül’ün muhafazakar bir yapıya sahip olduğunu biliyoruz. Ancak AKP, politik laikliği içine sindirmiş bir parti. AKP yönetimindeki Türk demokrasisi kilisenin halen söz sahibi olduğu Bavyera ve Polonya demokrasilerine benziyor” diyor.
Hatırlarsanız Roy, “siyasal İslâm” üzerine tezleri ile ilgili çeken bir düşünür ve onun bakış açısına göre siyasal İslâm, halkın sokakta - evinde yaşadığı İslâm değil en büyük siyasi organizasyon olan devletin biçimlendiği İslâm.. Yani, tarikatlar, ya da Milli Görüş, Kur’an kursları, türban takanların yaşadıkları İslâm değil siyasal İslâm.. “Siyasal İslâm” zorunlu din dersinde dayatılan TSE damgalı İslâm.. Başörtüsünün siyasi bir simge olduğu iddiaları ile ilgisi yok bu işin. Siyasal İslâm devletin çerçevesini çizdiği İslâmdır..
Dışarıdan bakıldığında bizdeki bu yeni durum nasıl görülüyor derseniz, işte batıdan bir başka gözlemci; Georgetown Üniversitesi İslâm tarihi uzmanı John Voll, “Türkiye İslâmi bir rejim haline mi geliyor? Bu zaman zaman sorulan yanlış bir soru. Birçok insan laik ve siyasi kurumların ayrılığına inanıp aynı zamanda geleneklere bağlı kalabilmenin aynı anda olabileceği seçeneğini unuttu. Gül ve Erdoğan ile görülen şey dürüst ve devletten bağımsız bir politik İslâm. Belki eski moda Kemalist laik değiller ama eski moda Vahabi radikal de değiller.”
Bizim CHP'liler ya da askerler işin farkında değiller ama batılılar olayı anlama ve doğru okuma çabasındalar.. Bizimkiler ise okumuyor, sadece kafalarındaki şablona uygunluk ve kendi ütopyaları açısından bu durumun oluşturduğu tehdit ve riskler ya da olması gerekenin dışında olan duruma karşı bir öfke var..
Baykal bu durumun krize sebeb olacağını düşündüğü için “kabak kendi başına patlamasın” “yeni bir krizin daha ebeliği” üstünde kalmasın diye teşkilat üst yönetimine “sessuzluk” tavsiyesinde bulunmuş ve “takrir-i sükûn kararnamesi” (!) göndermiş..
Sarah Lawrence Üniversitesi Ortadoğu uzmanı Fawaz Gerges’a göre “AKP konusu şeriatla alakalı değil. Bu tamamen İslâm'ın ahlaki yönüyle alakalı.” Alman Focus dergisinin yaklaşımı da bunlardan farklı değil. 'ANADOLU'DAN İNANÇLI REFORMCU' başlığı ile duyurduğu haberinde Gül’ü “gerçek bir demokrat ve reformcu” diye tanımlıyor..
Washington Post ise destek çağrısı yaparak laik siyasetçiler hatta Türklerin ortalamasından daha çok ABD'ye yakın bir kişi olarak tanımladı. Belçika'nın yüksek tirajlı gazetelerinden “Le Soir” ise, "Abdullah Gül Avrupa için bir şans” başlığını kullandı. Jackson Diehl imzalı "Müslüman Demokrasi İş Başında" başlıklı yazıda, “İslâm ve demokrasinin esas itibariyle birbiri ile çeliştiği yönündeki düşüncenin büyük bir darbe almak üzere olduğu ve tam da bu anda, bu durumun Washington'da hakim olan düşünceyi bitirmekle tehdit ettiği” belirtildi. Batılılar Türkiye'deki laikliği “müdahaleci militer ve devletin İslâm'ı kontrol altında tutmaya çalıştığı bir laiklik anlayışı” olarak yorumluyorlar..
Hemen hemen hiçbir batılı gözlemci, başörtüsünü bir sorun olarak görmüyor..
CHP'nin kriz çıkarma politikasını, “Bizans entrikaları ile sürdürülen güç savaşı”na benzetenler de oldu batıda.. Bir tarafta askeri sokağa çekmeye çalışan siyasi elitler, öbür tarafta darbelere karşı çıkan, özgürlük, barış ve adalet isteyen halk yığınları.. Ve sonuçta, “Dindar Müslümanlar sadece demokrasi tarafını değil, aynı zamanda uzlaşma ve ılımlılık tarafını da tuttu” yorumu yapıldı.
İronik bir dille “Cumhuriyet mitingleri”ne göndermeler yapıldı ve 27 Nisan'da yayınlanan bildiri, "dünyanın ilk internet darbesi" şeklinde yorumlandı. Batılıların genel bakış açıları şöyle: "Halktan gelen mesaj açıkça şuydu: Askeri darbe istenmedi. Milyonlarca Türk, Erdoğan ve Gül'ün ılımlı dindarlığını ve onların ekonomik politikaları ve uluslararası ilişkilerdeki yaklaşımlarını seviyor ve destekliyorlar.. Gül'ün Meclis tarafından seçimi, Müslüman siyasi partilerin ılımlı ve liberal olabileceğini gösterdiği gibi demokrasi için de bir zafer olacak.” Bu süreçten kendileri ve demokrasi için bir tehdit algılaması içinde değiller. Kemalistlerin korkularını, kaygılarını paylaşmıyorlar ve demokrasiyi koruma ve kollama gayreti içindekilere destek vermiyorlar..
Batılılar artık şunun farkında, Türkiye'de İslâm'a ve Müslümanlara rağmen yol almak mümkün değil. Ve Müslümanlar bugün ekonomik sorunlarla, uluslararası sorunlarla başedebilmek ve darbe tehdidinden kurtulup, kendileri için hukuki ve siyasi bir meşruiyet zemini oluşturma adına batılılarla işbirliğine muhtaç ve hatta mecbur. Burada her iki taraf arasında bir uzlaşmanın zorunluluğu sözkonusu.. Aslında CHP ve TSK'nın AK Parti'ye karşı tavrı, batılıların AK Parti üzerindeki pazarlık gücünü artırmaktan başka da bir işe yaramıyor..
Belçika'nın yüksek tirajlı gazetelerinden Le Soir “Abdullah Gül Avrupa için bir şans”olduğunu yazıyor.. Jurek Kuczkiewicz imzalı yorumda, “Avrupa'da Hıristiyan Demokrat Partilerin etkin rol oynadıkları bir siyasi ortamda AK Parti gibi bir oluşumun yasallığı sorgulanamaz. İktidardaki kişilerin etiketlere göre değil eylemlere göre yargılanması gerekir. AK Parti Türkiye'yi başta AB yolunda olmak üzere görülmemiş bir reform yolunda ilerleten muhafazakar - liberal parti olarak Türkiye'nin batı ile ilişkilerinde önemli bir şans olarak değerlendirilmelidir” dedi.
Yazara göre Gül'ün, halkın tüm kesimlerini temsil edeceği sözü verdiğini ve bunu yapmasının menfaati icabı olduğunu, sözünü tuttuğu takdirde, “Türkiye'nin Müslüman kimliği ile çağdaş bir Avrupa modeli oluşturacağını” yazdı ve “Avrupa'nın, Gül'ün başarılı olmasına büyük ihtiyacı var” dedi.
İşte böyle;
Batı cephesinde durum böyle. Şark cephesini sorarsanız, komutanlar, eşsiz resepsiyonda, erkek erkeğe iyiydiler.. Tebessüm bile ettiler.. Gül de Çankaya'da eşsiz bir resepsiyon verecekmiş konuklarına. Anlayacağınız kadının adı siyasette yok, hep de şu türban dedikleri şey yüzünden..
Yıl MS 2007. Burası Türkiye. Olur böyle vakalar. Maksat laikçilik olsun! Çağdaşlık olsun, Baykal'ın gönlü olsun.. Ah Tuğçe Baran ah! N’olacak bu memleketin hali?
Selâm ve dua ile..
Vakit Gazetesi