Prof. Dr. Yusuf el-Karadavi’nin Avrupa Fetva Meclisi’nin açılış programında yaptığı konuşmadan aldığım notları aktarmaya devam edeceğim. Ancak ondan önce bir husus üzerinde durmak istiyorum:
Avrupa’daki Müslümanların, içinde bulundukları ortamda Müslümanca yaşayabilmeleri konusunda karşılarına çıkan sorunlara çözüm aramak İslâm’ı Avrupa’ya uydurmak değildir. Tarihte de her zaman Müslümanların azınlıkta olduğu, İslâmî hükümlerin uygulanmadığı toplumlarda Müslümanların karşılaştığı sorunlara şer’î çözümler bulunması için ilim adamları tarafından çalışma yapılmış ve muhtelif hükümler belirlenmiştir. Zaman ve şartların değişmesine bağlı olarak yeni sorunlar ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bunlara ilmî çerçevede çözümler aranması gerekir. Maksat İslâm’ı şuraya veya buraya uydurmak değil, Müslümanca yaşama duyarlılığı taşıyanların içinde bulundukları ortam ve şartlarda bunu nasıl başarabilecekleri, İslâm’ın çizdiği sınırların içinde kalmaları için neler yapmaları gerektiği konusunda kendilerini bilgilendirmek, onlara yardımcı olmaktır. Bu yöndeki çabaların, “İslâm’ı Avrupa’ya uydurma çabası (!)” olduğu önyargısıyla hareket edip hemen karalama başlatmak yerine her şeyden önce yapılmak istenenin ne olduğunu keşfetmek gerekir.
Üstat Karadavi bugün dünyada yaşayan yaklaşık bir buçuk milyar nüfusun üçte birinin azınlıklardan oluştuğuna dikkat çekti. Bu da Müslümanların azınlık oldukları toplumlarla ilgili fıkhî çalışmaların önemini, bu konuyla ilgilenilmesinin zorunluluğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla Müslüman azınlıklarla ilgili fıkıh çalışmaları sadece Avrupa’da yaşayanları değil, tüm dünyadaki Müslüman azınlıkları ilgilendiriyor. Ama Avrupa’da yaşayanların bölgedeki şartlarla ve uygulamalarla bağlantılı kendilerine özel sorunları olabilir.
Üstat Karadavi, bazı ülkelerdeki Müslüman azınlıkların çoğunluklardan daha çok olduğunu, en büyük azınlığın da 200 milyon Müslümanın yaşadığı Hindistan’da bulunduğunu dile getirdi. Bu gibi ülkelerde Müslümanların sayılarının çokluğuyla bağlantılı olarak ilmî çalışmalar da yapılmış ve yapılmaktadır. Hindistan’dan pek çok değerli ilim adamı çıkmış ve hâlen de bu ülkedeki Müslümanların geleneksel ya da yeni medreselerinden, ilmî enstitülerinden çok değerli ilim adamları yetişiyor. Onlar da yaşadıkları toplumdaki Müslümanların karşılaştığı özel sorunlar hakkında çözümler arıyor, hükümler ortaya koyuyorlar. Bu meselelere fıkhî çözümler aranması, şer’i çerçeveye göre hükümler bulunması da İslâm’ı Hindu felsefesine veya Güney Asya ruhbanlığına uydurmak değildir.
Üstat Karadavi fetvaların şartlara ve ortama göre değişebileceğini hatırlatarak önemli müçtehit âlimlerin hayatlarından bunun çok bariz örneklerinin olduğunu dile getirdi. En önemli örnek olarak da İmam Şafii’nin içtihatları üzerinde durdu. İmam Şafii’nin Mısır’a geçmeden önceki fetvalarıyla sonraki fetvaları arasında farklılık olduğunu, bu yüzden görüşlerinin “Şafii’nin önceki içtihadı; sonraki içtihadı” diye tasnif edilerek verildiğini vurguladı. İmam Şafii’nin Mısır’a geçtikten sonra sadece fetvalarında değil, aynı zamanda içtihadında da bir metot değişikliği olduğunu ifade etti.
Üstat Karadavi fıkhi mezheplerden söz ederken bu mezheplerin birer medrese olduğunu, günümüz meselelerine çözüm aranırken de işte bu medreselerin getirdiği bakış açısından, görüş zenginliğinden yararlanılması, mezhep taassubuna düşülmemesi gerektiğini belirtti. Karadavi, temellerde, ilkelerde, itikadî prensiplerde herhangi bir ayrılığın olamayacağını, içtihat farklılıklarının sadece bir bakış açısı olduğunu söyledi.
Üstat Karadavi’nin üzerinde durduğu hususlardan biri de “teysir” idi. Ondan önceki iki konuşmacı da bu mevzu üzerinde durdu ve temel ilkelerin korunması şartıyla teysirin gerekliliğine işaret ettiler. Teysir yani kolaylaştırma en başta Resûlullah (s.a.s.)’ın tavsiyesidir. Amacı da İslâm’ı yaşanılabilir düzeyde tutmaktır. Dolayısıyla vaazda azimete teşvik yapılsa da fetvada toplumun geneline yönelik hükümlerin çerçevesini çizerken teysiri esas almak gerekir. Fakat teysir temel ölçülerin korunması, kırmızıçizgilerin aşılmaması prensibine göre uygulanır. Konuşmacıların teysirden söz ederken dikkat çektikleri husus da buydu.
Üstat Karadavi konuşmasında âlimin konumu ve sergilemesi gereken tutum üzerinde de özellikle durdu. Her dönemde yöneticileri memnun etmek için fetva veren ya da halkı memnun etmeye çalışan âlimler olabildiğini, fakat âlimin en başta Allah’ın rızasını gözetmesi, bu sebeple de fetvalarında her zamanda doğruya ulaşmanın çabası içinde olması gerektiğini vurguladı.
VAKİT