İslâm alimleri konferansı

Abdurrahman Dilipak

İstanbul’da zaman zaman 40-50 ülkeden 500’e yakın İslâm alimi bir araya geliyor ve konuşmalar yapılıyor..
Allah sadece yaptıklarımızı değil, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızın da hesabını soracak bizden.. Sonuçta, “yaptıklarımız ya da yapmadıklarımızla, ya kendi cennetimize sırtımızda tuğla taşıyor olacağız, ya da kendi cehennemimize sırtımızda odun taşıyor olacağız”.. Onun için “yapıyormuş gibi” yapmaktan sakınmamız gerekir..
“Bismillah” diye yapacağımız her şey, “Kadir-i mutlak” olan bir Allah’ın adına ve O’nun rızası için, O’nun şanına yakışır olması gerekir..
Olması, olmamasından daha iyi ama, bir de yaptığınız iş ürküttüğünüz kurbağaya değiyor mu, bir de ona bakmak gerek.. Belki bunlar bir ilk, zemin yoklamadır.. Bundan sonrası için “iki günü birbirine denk olmadan” ileri doğru adımlar atmamız gerekir..
Hepsi, tek tek muhterem insanlar. Temenniler de güzel, ama bu güzel temenni sahibi insanların, böylesine önemli bir organizasyonu, böyle basit bir şekilde gerçekleştirmeleri doğru mu?
Toplantının tarihi son güne kadar bilinmiyor ve sonra gündem yok ortada.. Bizde “kellim kellim, la yenfağ” diye bir söz var. “Konuş konuş fayda yok” gibi bir anlama geliyor..
Bu kadar zaman ayıran ve bu kadar para harcayarak gelen bu insanlar kim? Media planlaması yok. Gelen kişilerin STK’larla temasları var mı?
Bir de bir toplantı yapıyor, bir karar alıyorsanız, o işin arkasını takip eden bir sekreteryası olmalı.. Bu işi yapmak için bir bütçesi olmalı.. Alınan konuları takip eden bir lobi gücü olmalı.. Ele alınacak konularla ilgili daha önce birtakım komiteler bir ön çalışmalar yapmalı..
İbadetin çok olanı değil, sürekli olanı makbuldür..
Tamam bir dayanışma, kararlılık, güç gösterisinde bulunmak için bir araya gelebilirsiniz ama, artık internet var ve internet üzerinden kritik gelişmeler karşısında her zaman bu insanlar bir araya gelebilir..
Bu kadar çok kişinin katıldığı bir toplantıda gizlilik olmaz.. Özel bir çalışma yapacak olursanız, özel bir temas grubu oluşturulur, onlar ne yapacaklarsa yaparlar..
Bu işin kurumsal bir altyapısının olması gerekiyor. Destekleyici kurumlar kimler, siyasi parti, vakıf, dernek, sendika, oda, basın organı, üniversite.
Hep büyük laflar edip, hiçbir şey yapmamak, işin ciddiyetine gölge düşürür.. Hem başkaları suçlu değil.. Biz nerede yanlış yaptık ve şimdi ne yapmamız gerek? Mesela Yemen sorunu ne olacak?. İran’la ilgili ne yapacağız? İran-Suudi rekabeti nereye varacak böyle?..
Mekke’de taş üstünde taş bırakmıyorlar. Peygamberimiz’in devesini otlattığı tepelerde taş kalmadı.. Kabe’nin çevresi finans kapitalin istilası altında. Şehirlerin anası ne halde, gören bilen var mı? Mekke’de Vehhabilikten başka hiçbir dini yoruma izin vermeyen kuşatmaya karşı kimse bir şey demeyecek mi?
Tarihin bu en kadim mekanında tarihe ilişkin hiçbir iz bırakılmıyor.. Siz, Yahudi mallarını boykot edelim diyorsunuz, Kabe’nin kapısından çıktığınızda şeytan size gülümsüyor! Domuzdan uzak duralım durmasına da, ya bizimkilerin domuzlukları ne olacak? Şeytan nefsimize taht kurmuş oturuyor beri yandan. Herkes Hz. İsmail’in şeytanını taşlamaya koşuyor da, çoğu kimse kendi şeytanını taşlamaya yanaşmıyor, hatta şeytanıyla kanka olmuş sanki..
Bir şey yapıyormuş gibi davranmanın kimseye faydası yok..
Körfezdeki insan hakları ihlalleri, Asyalı çalışanların insanlık dışı hayatları hakkında İslâm alimlerinin söyleyecek bir çift sözü yok mu? Görmediler mi, duymadılar mı, bilmiyorlar mı olanları! Körfezdeki zenginliğin arka yüzünde yoksul Hindistanlıların ve Filipinlilerin yoksulluk ve acıları gizli.. Ve bu, kefillik sistemi ile desteklenen Modern kölelik müessesesi bizim ayıbımız.. “Vay o namaz kılanların haline!”
GENOM, Çevre, İnsan Hakları, Hukuk alanında ne yapacağız..
İslâm Kardeşliği ne olacak?.. Etliye-sütlüye dokunmadan nereye kadar gidebiliriz. Buyurun tarafların ikisi de Müslüman; Kırgızistan sorununu çözün.. Afganistan, Gazze, Çeçenistan sorunundan hiç söz etmiyorum..
“De ki, hak geldi, batıl zail oldu” der Allah (cc) mealen Kitabında. Biz, “batıl geldi, hak zail oldu” diyoruz.. “ABD, Masonlar, Siyonistler geldi, biz bu hale düştük” değil, biz cahillik edip, tefrika sonucu bu hale düştüğümüz için onlar başımıza musallat oldu. “Biz kendimizi değiştirmedikçe de Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir.” “Allah cahil ve zalim bir topluluğa hidayet nasib etmez.” Unutmamak gerekir ki, “Karanlık aydınlığın yokluğudur. Işık gelince karanlık yok olur, zaten karanlık yok olmaya mahkûmdur..”
Biz, “Alemlere rahmet olarak gönderilen bir Peygamberin ümmeti” değil miyiz? Ey İslâm alimleri, insanlığın sorunlarına verecek bir cevabınız yok mu? Tamam, Müslümanlar vahdet üzre değil. Milyonlarca aç çocuğumuz var, cehalet, tefrika, düşmanlık ve fakirlik kol geziyor. Duvarlarımızda “Müslümanlar kardeştir” yazıyor. “İman etmeden cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmeden gerçekten iman etmiş sayılmazsınız” yazıyor yazmasına da ne oluyor? Bu topraklarda bin yıldır, Müslümanların Şeytana, aya, yıldıza tapanlara, Mecusilere, Arami, Keldani, Süryani, Asurilere gösterdiği tahammül ve anlayışı bugün Müslümanlar birbirine göstermiyor! Aralarında işleri istişare ve şûra ile değil, ihtilaf ettiklerinde de hakeme gitmiyorlar.. Hani “haksızlıklar karşısında susanlar dilsiz şeytanlar”dı! “Zalimlere yardım etmeyecektik, ateş bize de dokunur”du? Ne oldu? Şimdi yeniden iman etmemiz gerekiyor galiba. Başkasına çuvaldızı batırmadan önce iğneyi kendimize batırmanın zamanıdır diye düşünüyorum..
Peki ya insanlık. Hani “yeryüzünün bütün açları ümmetin yetimi” idi? Hani “haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalimlere karşı” olacaktık? “Bir kavme olan düşmanlığımız bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmeyecek”ti? “Kenarı Dicle bir kurt, aşırsa bir koyunu, gelip adli ilahi sorar Ömer’den onu”ydu?. Hani “yıkık bir köprüden geçerken ayağı sürçen topal keçinin sorumluluğu bize ait”ti? Ne oldu?
Bir yandan “namazsızlık hastalığı”, İslâm birliğini temsil edecek bir “cemaat çatısı”nın kurulmasına çalışalım. Müslümanların ibadet sorunlarına, zekatın doğru kullanılmasına, dünyevileşme konusuna, “mezhebler arası çatışmalar”ın, Şii-Vehhabi inatlaşmasının önlenmesine çalışalım, ama tüm dünyadaki gelir dağılımı, çevresel sorunlar ne olacak? Küresel sorunlar, GENOM, üretim ve paylaşım, özgürlük, adalet, barış konusunda ne yapıyoruz.. Uluslararası sözleşmelerle koruma altına alınan Norm Hukukların oluşmasında İslâm alimlerinin rolü yok mu, olmayacak mı?
Uyuşturucu belası bizi ilgilendirmiyor mu? Yemen’de başlayıp bölgeye hızla yayılan “Gat belası” konusunda bir çağrı yapılamaz mı mesela! Çin’deki ve Hindistan’daki doğmadan öldürülen bebekler.. İskandinav ülkelerindeki trajik aile hikayeleri, intihar, aile içi ensest ilişkiler, internet; en son örneğini İzlanda’da gördüğümüz lezbiyen ve homoseksüel evlilikler.. Aile dağılıyor! Yeni Medianın toplumda sebeb olduğu atomizasyon, agnostizm, İslâmi mekan tasarımı üzerine İslâm alimlerin söyleyecek hangi sözü var? Sahi eğitim modelimiz ne olacak?
Eğer bunları konuşmayacaksanız, niye geldiniz ki?
Afedersiniz, misafire niye geldiniz denmez. Biz kardeşiz, burası sizin de eviniz, iyi ettiniz de geldiniz, hoş geldiniz, ama bir dahaki sefer daha hazırlıklı gelelim. Benim de önceden haberim olsun, kimlerin geldiğini bileyim ki, bir ön hazırlığım olsun..
Burası hilafetin son kalesiydi, elbette buraya geleceksiniz. Burası Kıbleteyndir.. Buradan Kabe’ye döndüğünüzde yüzünüzü aynı zamanda Mescidi Aksa’ya dönmüş olursunuz..
Eba Eyyüb el Ensari öyle bir vadiye yerleşti ki, yüzünü Mekke’ye döndüğünde Kudüs’e de bakmış olur. Şimdi eve dönme zamanıdır.. İstanbul’dan, bize namazın farz kılındığı İsra’nın gerçekleştiği makam olan Kudüs’e ve oradan Mekke’ye.
Kudüs’ün hizmetkârlarına, Filistinli mücahidlere, Gazzeli Müslümanlara selâm olsun.. Selâm ve dua ile..

VAKİT