"İslam aktif, hayatın içerisindeki her probleme cevap arayan bir din"

Ramazan ayına veda etmeye hazırlanırken pandemi şartlarının ikinci Ramazan'ı hakkında gazeteci-yazar Cemile Bayraktar ile hasbihal ettik.

HAKSÖZ HABER

Ramazan ayının sonuna yaklaşırken pandemi şartlarında geçirdiğimiz ikinci Ramazan hakkında kıymetli Müslümanlarla hasbihal etmek istedik. Haksöz Haber'in soruşturma serileri bu bağlamda 'Ramazan sohbetleri' üst başlığıyla bir dizi röportaj gerçekleştirdi. 

Üçüncü röportajda gazeteci-yazar Cemile Bayraktar pandemiden bağımsız olarak modenleşmenin dindarlığımız üzerindeki dönüştürücü etkisine dikkat çekiyor. Sorularımıza cevap verme nezaketini gösterdiği için kendisine bir kere daha teşekkür ediyoruz...


Cemile Bayraktar:  "İslam aktif, hayatın içerisindeki her probleme cevap arayan bir din."

Ramazan ayının Müslümanların düşünce dünyalarında birçok çağrışımı var. Zekat, yardımlaşma kültürü, teravih namazları vb. ayırt edici hususlar söz konusu. Sizce Ramazan ayının mahiyetini gereğince idrak edebilmek için nasıl bir usul ve söylem takip edilmeli?

Ramazan ayı bütün Müslümanlar için mübarek bir ay. Genellikle bizim toplumumuza baktığımızda eski ramazanlar ile şimdiki ramazanların kıyaslandığına şahit oluyoruz. Aslında bence orada mevzu Ramazandan ziyade toplumsal durumumuzun kıyaslandığını düşünüyorum. Nihayetinde değişen, dönüşen ve modernleşen bir toplum olduk. Modernleşmenin şöyle bir etkisi var; modernleşme bir anlamda sekülerleşmeyi getiriyor. Garip bir tabirmiş gibi gelebilir ama burada bizim dindarlığımız da dini ibadetlerimiz de modernleşmeyle birlikte şekil değiştiriyor ve sekülerleşiyor.

Yani bir paradokstan bahsedilebilir. ‘Dindarlıkla sekülerleşme bir araya nasıl geliyor?’ derseniz bunu şöyle ifade edebilirim, umreye bir tatil gözüyle bakmak, Ramazan iftarlarını çok çok şaşalı bir hale getirip maksadından kopartmak, teravihin içeriğindeki Allah’a yakınlaşma Resulullah’ın sünnetini ifade etme yerine camilerde çok aşırı ışıltılar, büyük avizeler vs. ile lüksün, kulluğun önüne geçtiği bir nokta söz konusu olabiliyor. İsraf, sofralarımızda yaygınlaşıyor bu nedenle. Bu yaklaşımın bir diğer tezahürü şöyle çıkıyor, hep diyoruz ya ‘ramazan orucu işte vücuda iyi gelir, sağlıklıdır,  empati sağlar… Bu tarz bir söylemle ilişkilendirmeye gerek var mıdır bilmiyorum. Allah’ın emridir, farzdır yerine getirilmesi gerekir demek yeterlidir kanaatimce. Nihayetinde modernleşmeyle birlikte ibadetlerin özünü ibadetlerin mahiyetini tümden olmasa da kısmen maalesef kaybettiğimizi düşünüyorum. Bu genel bir şey ama biz hem modernleşmeyi yaşıyoruz onunla birlikte sekülerleşmeyi yaşıyoruz ve bu dünyada dindar olarak kalmaya çalışıyoruz. Bu süreç bizleri etkiliyor haliyle. Bu dönüşümün çok olumlu olmadığını kanaatindeyim. Tabi salgının da buna hem olumlu hem de olumsuz etkisi olduğunu düşünenlerdenim.

Ramazan ayının kendine has bir ruhu var. Bu yönüyle herkes için ayrı bir mana ve duygu derinliğine sahip. Çocukluğunuzdan bu yana gelen Ramazan aylarını düşündüğünüzde olumlu veya olumsuz ne değişti ve gözden kaçırılan hususlar neler?

Şunu hatırlıyorum, önceden daha kalabalık ve birbirine daha yakın bir aileydik. Benim çocukluğumun ramazanlarından örnek vermek gerekirse teravihler evde ailece kılınırdı. Yani kuzenler, amcalar, dede, babaanne herkesin bir arada olduğu ramazanlardı. Ve ben mesela namaz sureleri dediğimiz o kısa sureleri hiç ezberlemedim. O cemaatle kılınan teravihler sırasında kulağımıza çalına çalına öğrendik keza namaz kılmayı da uygulamalı olarak bu ortamlarda öğrendik. Bu gece ibadetiydi. Gündüz de aynı zamanda mukabele dediğimiz hatm-i şerif okunuyordu evde.  Bununla birlikte hoş bir mahiyeti de vardı. Hani akrabalar birbirine iftara gidiyordu geliyordu. Ama zamanla tabiî ki bu güzel ortamı yavaş yavaş kaybetmeye başladık. Herkesin daha farklı yoğunlukları olmaya başladı. İşe kuzenler evlendikçe yeni ufak aileler ortaya çıktıkça herkesin kendi kabına çekildiği bir süreç yaşandı. Yine teravih kılıyoruz evet, ama cemaatle kılmıyoruz ne yazık ki. Ramazan diyince benim çocukluğumdaki en güzel şey buydu aklımda kalan.

Bu durumun dışında –iki senedir tabi salgınla etkilendi ama salgına çok takılmadan- Ramazanın hala diriliğini koruyan güzellikleri olduğunu da belirtmek gerek. Hala toplumda birbirine hoşgörü birbirine karşı anlayışı diri tutan hasletler ramazanla canlanıyor. İftara davet etme veya camilere teravihe gidip cemaat olma gibi çok olumlu şeylerin olduğunu düşünüyorum ama az evvel söylediklerimle değişime dikkat çekmek için toplumsal olarak şerh düşmek istedim.

Düşeceğim şerh şudur ki;  maalesef Ramazan’da insanların bir miktar kan şekeri düştüğü için -tabii açlıkta nihayetinde bir imtihan, küçük bir imtihan olsa da belirli saatler içerisinde aç kalıyorsunuz- gerilimin fazla olduğunu görüyorum. Yine aynı şekilde ifade edeceğim salgın nedeniyle çok fazla sosyalleşemiyoruz ama bundan önceki Ramazanlarda trafikten tutun da alışverişe kadar insanların arasında gerginliğin olduğunu görüyorum. Bu durumda sanki Ramazan’ın mahiyetini çok hissetmiyormuşuz gibi geliyor. Bir ibadeti yapıyoruz -bunu herkes için söylemiyorum sadece olumlu yönlerinden bahsettim, olumsuz yönlerinden bahsetmek için bunları söylüyorum- evet orucu tutuyoruz, namaz kılıyoruz, Ramazan’a özel olarak teravihimizi ekliyoruz belki fazladan tefsir okumak gibi dualarımızı uzatmak gibi ekstra şeyler yapıyoruz ancak zannediyorum ki bu ibadetler kul ile Allah arasında kalıyor. Aslında İslam sosyalleşmeyi de çok fazla önemseyen bir din. Birçok ibadette yani namaz dışındaki tüm ibadetlerimiz aslında zekât, infak, kul hakkına girmemek, haram işlememek gibi hep sosyal çevremiz içerisinde kulluğumuzu gösterdiğimiz ibadetler ve o kulluğunda düzgün olmasını bekleyen, adil olmayı emreden bir dinden bahsediyoruz.

Namaza gelince çok sorun yok ama kendi sosyal hayatımızda da bence İslam’ın ahlakını, Resul’ün ahlakını; kendimden başlayarak -önce kendim için söylüyorum- yeterince yaymadığımızı düşünüyorum. Bunun da ister istemez kendimizi imar etmek ve yakın akrabamızdan başlayarak çevremizi imar etmek konusunda bir problem oluşturduğunu düşünüyorum. Çünkü Resulullah’ı (sav) hatırlarsanız peygamberlik geldikten tebliğ başladıktan sonra kendisine çevresinden gelen itirazlardan bir tanesi şuydu: “Ben bu dinin ne olduğunu anlamadım, şu anda iman edece durumda da değilim ancak sen çok düzgün, çok dürüst bir insansın. Senin söylediğinde yalan olmaz. Ben bu nedenle iman ediyorum.” şeklinde bir örneklik var. Bu noktada söz konusu örnek benim için çok önemli.

İkincisi de sefahat, Resulullah’ın hayatı ile ilgili en fazla beni etkileyen kıssa şudur: Resulullah’ın vefatına yakın bir zamanda kızı Hz. Fatıma yanında ağlarken Resullullah ona diyor ki: “Ağlama kızım bundan sonra babanı hiç kimse üzemeyecek.”

Rasullulah’ın hayatı sefahatin olduğu, rahatın olduğu bir hayat değil. Peygamber dahi olsanız ki Allah Resulü, Mekke’den hicret etmek zorunda kaldı. Mekke’yi fethedip devlet başkanı olarak döndüğünde de Resulullah’ı üzen bir şeyler vardı. Ancak biz böyle dertleri olan insanlar değiliz. Topluma baktığınızda dindarların genelinde böyle bir kaygı olmadığını görüyorum. Bu durum üzüntü verici ve beni rahatsız ediyor. Sadece Ramazan’da değil, bütün hayatımızda uygulanmamız gereken eksikliğimiz bence budur. 

Pandemi şartları bütün dünyayı etkisi altına aldı. İnsanlar artık daha zorlu koşullar içinde gündelik yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyorlar. Ancak bunun yanında bir takım yeni imkânların da ortaya çıktığı söylenebilir belki. Koronavirüs gerçekliğinde Ramazan ayınız nasıl geçiyor?

Bu Ramazan hepimizin, tüm Müslümanların ikinci koronavirüslü Ramazan’ı. Tabii bu yıl şöyle bir şey yaşadık, geçtiğimiz yıl şaşkındık. Mart ayında başladı salgın, Mayıs ayında Ramazan’ı yaşadık. Bugün artık o şaşkınlığın olmadığı, biraz daha hareketliliğin olduğu ama aynı zamanda madden ve manen yorulduğumuz bir süreç oldu. Koronavirüs sürecinin toplumsal olarak siyasi olarak sosyal olarak ekonomik olarak Müslüman dünyayı ve tüm dünyayı olumsuz etkilediğini biliyoruz ancak ben bu dönemde maneviyatın yükseldiğine de çok fazla insanda tanık oldum. Ettiğimiz sohbetlerde, hasbihallerde, birçok insanın maneviyata dönüş yaptığını gördüm ki kendimde de yakaladığım şey buydu.

Bence her gün sabah kalkıp, akşama kadar işe gidip, akşam yorgun işten gelip günlük işlerimizi hallettiğimiz, tamamen ‘dünyalı’ olduğumuz bir hayat içerisinde zorunlu karantinalarla evde ve kendimizle baş başa kaldık. Ben bunun olumlu yönlerini manevi anlamda hissettim ve hisseden birçok insanı da gördüm.

Fakat bu süreçten ekonomik olarak olumsuz etkilenen çok fazla insan oldu. Bunlara karşı yardım etme konusunda beklediğim hassasiyeti göremedim; yani bu hassasiyeti devlet,  siyaset ölçüsünden değil de toplumsal ölçü üzerinden söyleyecek olursak, ben yeteri kadar yardımlaşıldığını yeteri kadar hemhal olunduğunu düşünmüyorum. Keza bizler zekâtımızı yılda bir veririz ama genellikle Ramazan ayında daha çok fitre, zekât gibi yardımlaşmaya dayalı ibadetleri yerine getiririz. Ama bu süreçte, yapılan yardımların yeterli olduğunu düşünmüyorum.

Bu üzüntü verici bir şey çünkü “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” düşüncesinin kalkış noktasında aslında o aşırı modernleşmenin ve gösteri toplumu olmanın, sosyal medyayla vs. insanların içine çekildikleri dar çemberi kırmanın zemini olduğunu hatırlamamız lazım.

Tabii ki salgınla birlikte aşıya erişim başta olmak üzere ekonomik imkânlar nedeniyle insanların arasında eşitsizlik arttı. Eşitliğin ve adaletin tamamıyla ikame edildiği toplum bir hayal gibi gözükebilir ancak biz adaleti talep etmek zorundayız. Hali hazırda adaletin ikame edilmediğini, zengin ve fakir arasındaki uçurumun daha fazla arttığını ve duyarsızlığın daha fazla yaygınlaştığını görüyorum. Bu anlamda benim için üzücü bir süreç olduğunu söyleyebilirim.

Ramazan ayı muhtevası gereği daha fazla ibadetle iç içe olunan bir zaman dilimi. Modernleşmeyle birlikte içine hapsolduğumuz veya kendimizi hapsettiğimiz şartlar ise Müslümanları ‘hayra çağıran ümmet’ vasfından uzaklaştırıyor ne yazık ki. Bu bağlamda Ramazanlarımızı daha verimli geçirmek adına önerileriniz nelerdir?

Aslında bu bir süredir benim düşündüğüm bir şey. Önceden hatırlıyorum, babaannemlerin anneannemlerim ‘ahretlik’ dediği, umreye, hicaza, hac ibadetlerine birlikte gittiği, komşuluk ve ahbaplık yaptığı akrabaları, arkadaşları, eşleri dostları vardı. Bu insanlar birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ediyorlardı. Bu insanların bir araya gelip sohbet ettikleri ortamlarda maneviyatın hakim olduğu bir dönem olmuştu.

Ancak modernleşme, sonrasında FETÖ gibi maneviyatı, dini istismar ederek insanları ağına düşüren örgütlerin verdikleri zarar sonrasında toplumdaki dindar kesime olumsuz bakış yükseldi ve dindarların iktidar imtihanını çok düzgün verememesi sonucunda o müellefe-i kulub dediğimiz, kalbi İslam’a ısındırılacaklar insanların gözünde, aslında çok öyle olmasa da, Müslümanların iktidarla imtihanını çok sağlıklı bir şekilde verememesi sonucunda Müslümanların imajının zarar gördüğünü düşünüyorum. Bu çok rahatsız edici bir şey. Bugün baktığımızda hemen hemen her kanalda bir Ramazan sohbeti oluyor ama bu Ramazan sohbetlerinin -belki benim kaçırdıklarım olabilir- en popüler olanlarına baktığımızda bahsedilen şeyin İslam değil daha çok masal olduğunu görüyoruz, romantizmin aşırı olduğuna şahit oluyoruz. Oysa İslam aktif, dinamik hayatın içerisindeki her probleme cevap arayan bir din. ‘Akletmez misiniz?’ ayetini sürekli tekrar eden bir Kur’an’dan bahsediyoruz ama dini anlatmaya gelince iş değişiyor. Bu nedenle hep magazinsel yönünü ya da aslında sahih olup olmadığı belli olmayan birçok -hadis diyemeyeceğim onlara çünkü sahih değilse hadis dememiz mümkün değil- kıssaların çok dramatik bir şekilde anlatıldığı, insanların sürekli göz yaşı içerisinde olduğu, böyle malayani olanın zemine yerleştiği arabesk bir şeyden bahsediliyor. Bunun çok doğru olduğunu düşünmüyorum. İlk soruda da aslında ifade etmeye çalıştığım şey biraz buydu, şeklen var ama mahiyet boş. Bununla birlikte uygulamada da eksiklik olduğunu düşünüyorum.

Tavsiyelere gelince, naçizane, naçizane diyorum çünkü tavsiye verecek konumda değilim tavsiye alacak konumdayım. Ben bu anlamda halis duaların önemine inanıyorum. Allah diyor ki benden isteyin size vereyim. Sabır ve namazla Allah’tan yardım dileyin diyor. Yani samimi kalple Allah’a yönelmek ve Allah’tan istemek önemli. Ve bu anlamda da şu dua benim çok hoşuma gidiyor: ‘Allah’ım bedenimi, yüzümü gözümü, fiziğimi güzelleştirdiğin gibi ahlakımı da güzelleştir’. Bu dua çok ehemmiyetli çünkü ahlakımız düzeldiğinde biz düzeldiğimizde aslında etrafa çok fazla tavsiye vermemize gerek kalmıyor bizde olan güzellik dışarıya taşıyor. Nihayetinde bugün psikologların, pedagogların çoğu kız çocuklarının anneyi erkek çocuklarının da babayı örnek aldığını söylüyor. Toplum da zaten anne baba çocuktan neşet ediyor.

Çevremizde insanları, arkadaş, eş-dost vesaireyi maalesef network üzerinden seçiyoruz. Yani ben bundan ne kadar çıkar sağlarım ben bundan ne kadar kar sağlarım diye. Gerçekten bize hakkı ve sabrı tavsiye eden aile efradımız, eşimiz dostumuz ahbabımız var mı? Bize okuduğu bir hadisi ya da Kur’an ayetini paylaşan kaç tane dostumuz var? Bize israfın kötü olduğunu hatırlatan ya da öfkemize yenilmememiz gerektiğini hatırlatan kaç tane dostumuz var? Böyle Allah’a yakınlığı olan insanlarla dostluk etmenin hayatımızı düzelteceğini düşünüyorum. Merhametin ehemmiyetli olduğunu düşünüyorum. Ve kendimizi düzeltme yolunda gösterdiğimiz çabada başkalarıyla ilgilenip başkalarının kusurlarını hatalarını görmek yerine, ilk etapta kendi hatalarımızı, eksiklerimizi görmemizin daha sağlıklı olacağını düşünüyorum. Geçtiğimiz günlerde hatırlarsınız Mihrimah Camii’ne namaz kılmaya giren bir genç kızın, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden bir beyefendi tarafından ‘kadınlar evde namaz kılsın’ gibi çok sert çok çirkin ifadelerine muhatap olduğunu gördük. Bizde şöyle bir şey var, maalesef kendi dindarlığımızı kendimiz üzerinde yaşamaktan çok başkaları üzerinden yaşıyoruz. Senin bileğin görünüyor, senin şöyle bir hatan var. Bunların başkalarının üzerinden dindarlık yaşamanın, başkaları üzerinden nefsini tezkiye etmenin de dindarlık olmadığını düşünüyorum. Bu beni rahatsız eden en önemli problemlerden bir tanesi

Ramazan ayının sonuna yaklaşıp bayrama hazırlanırken okurlarımız için sizden kitap tavsiyesi istiyoruz.

Ramazan’dan bahsediyoruz aslında çok büyük hacimli görünebilen ama aynı zamanda o kadar hacimli de olmayan her Müslümanın ömründe bence bir kez Kütüb-i Sitte incelemesi gerekiyor. Yani baya geniş bir şeyden bahsediyorum ama bundan Buhari okunabilir.

Konu başlıklarını okumak bile kâfidir. Neden? Peygamberi tanımak için. Onun dışında da bir tefsir -meal değil de bir tefsir- okunabilir. Günde 3-5 sayfa okusak yani maksimum 6 ayda bilemediniz 1 yılda bitecek bir kitaptır. Ama bunu bir de tüm hayatımıza yaymak gerekiyor. Yani bir anda bir kitabı alıp okuyup bitirmek değil de hayata yaymak her gün belirli bir miktar tefsir okumak, hadis okumak tabi doğru kaynaklara yönelmek ehemmiyetli. Bir de Halil İbrahim Bulut’un -benim de İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden hocamdır kendisi- Mezhepler Tarihi diye bir kitabı var. Bu anlamda okunması gerekenlerden biri olduğunu düşünüyorum, bunu da tavsiye ederim.

Sorularımıza cevap verdiğiniz için teşekkür ederiz. Şimdiden hayırlı bayramlar…


Soruşturma Haberleri

Ankara'da "Filistinli Çocuklara Yönelik Hak İhlalleri ve Soykırım Raporu" açıklandı
“İslami sembolleri ve Müslümanları hedef alan eylemler birkaç psikopatın aşırılığı olarak görülemez”
Kur’an yakma: İfade özgürlüğü mü, tehlikeli bir saygısızlık mı, suç mu?
"Eşcinsellik doğuştandır" yalanı nasıl ortaya çıktı?
"Her Ramazanı bir öncekini aratmayacak şekilde ihya etmeliyiz"