İskilipli Atıf Hoca

ZEHRA TÜRKMEN

Cumhuriyetin modernleşme projelerinin önemli dayatmalarından birisi de 25 Kasım 1925 tarihinde kabul edilen şapka kanunu idi. Çünkü Mustafa Kemal’e göre “Kafaların üstündeki fes bilgisizliğin, bağnazlığın, uygarlık ve her türlü ilerleme karşısında duyulan nefretin bir simgesi gibi oturuyordu.” Bu nedenle de fesin, yani kafalardaki bağnazlığın kaldırılması zorunluydu. Öyle ki gerici, şeraitçi bir görünüm arz eden fesin kaldırılıp yerine şapkanın ikame edilmesi için gerekirse bazı kurbanlar dahi verilebilinirdi.

Ankara’nın başkent ilan edilmesinin ardından 1924 yılının Şubat ayında Hüseyin Cahit Yalçın yazdığı makalesinde kılık kıyafet ile ilgili yenilikleri dile getiriyordu. Sistemin modernleşme misyonunu yukarıdan aşağıya doğru dayattığı bir ortamda özellikle devlet memurlarına giyim kuşam konusunda sıkı bir denetim başlamıştı. Böylece 5 Ağustos 1925 yılında yayınlanan bir genelge ile bütün devlet memurlarının hangi şapkayı nasıl ve ne şekilde giyeceklerine dair kurallar belirlenmişti.

Mustafa Kemal’e göre şapka çağdaş olmanın, zihinleri hurafelerden arındırarak bilime açmanın önemli bir adımıydı. Çünkü kişinin kıyafetinin değişimi ruhsal yapısının değişimine de katkıda bulunuyordu. Bu nedenle de 23 Ağustos 1925 tarihinde ilk defa gideceği Kastamonu gezisi için şunları vurguluyordu. “Bütün vilayetler beni fesli, kalpaklı ya da sivil olarak tanırlar. Ancak Kastamonu’ya ilk defa gideceğim. Beni ilk nasıl görürlerse öyle alışırlar. Bunun için şapka giyeceğim…” Şapkayla gittiği Kastamonu’da halka medeni kıyafetlerin ulus için layık kıyafetler olduğunu belirtir. Bu kıyafetlerin ayakta iskarpin veya potin, üstünde pantolon, yelek, gömlek, kravat, ceket ve bunları tamamlayıcı olarak da başta siperi şemsli serpuş olduğunu, serpuştan kastının şapka olduğunu açıklar. Ve bu konuda neticeye varmak için gerekirse bazı kurbanlar verileceğinin altını çizer.

Şapka kanunuyla beraber erkeklerin artık şapka dışında başlık giymeleri yasaklanır. Polis fesleri toplama avına çıkar. Toplanan fesler boğazın sularına atılır. Fes giymekte ısrar edenler hapis ile cezalandırılır. Çünkü artık şapka kanundur ve kanuna karşı gelmenin bir bedeli olmalıdır. Ancak ülkede bütün erkeklere yetecek kadar şapka yoktur. Traji komik görüntüler yaşanır. Erkekler şapkaya benzer ne bulurlarsa başlarına geçirirler. Kimileri kâğıttan şapka yaparken kimileri de kadın şapkası takmak zorunda kalır.

Sözde aydınlar şapkaya kolay uyum sağlarlar. Aslında Milattan Önce Fenikeliler kültüründen gelen fes giyimine de devlet bürokrasisi II. Mahmut döneminde çabuk uyum sağlamıştı. Ancak yıllardır kullandıkları festen bir günde vazgeçmeleri halk için kolay olmadı. Tabi ki halk için bu sadece bir alışkanlık değildi. Dini kaygılar da taşıyan halk, Cumhuriyet ile modernleşmenin, asriliğin topluma dayatılmasıyla insanların dinlerinden uzaklaştırılmaya çalışıldığını düşünmeye başlamıştı. Şapka kanununun ardından Erzurum, Rize, Maraş, Sivas, Tokat, Samsun gibi birçok ilde şapka devrimine karşı direnişler, karşı koyuşlar yaşanmaya başladı. Devrime karşı en büyük tepki Erzurum’dan geldi. Ve rivayetlere göre 30 kişi idam edildi. Bu karşı koyuşların teşvikçisi olarak da İskilipli Atıf Hoca gösterildi. Zira İskilipli Atıf Hoca’nın Şapka Kanunu’ndan 18 ay önce yazdığı“Frenk Mukallitliği ve Şapka” isimli bir kitabı vardı. Bu kitapta yazılanlar da; kimliklerin, düşüncelerin, inançların zorla, baskı yoluyla tasfiye edilmeye çalışılan ve Müslümanca yaşamaları engellenen insanların tepkileri de aslında yabancılaşmaya karşı bir başkaldırıyı ifade ediyorlardı. Bu tepkiler toplumun genleriyle oynayan ve ifsadı yaygınlaştıranlara karşı bir direniş ve ıslah çabasıydı. Bu yüzden Şapka Kanunu’ndan 18 ay önce yazdığı “Frenk Mukallitliği ve Şapka” isimli eserinden dolayı İskilipli Atıf Hoca iki farklı İstiklal Mahkemesinde tamamen keyfi ve hukuksuz olarak yargılandıktan sonra idam edilmişti. Yani hiçbir itiraz hakkı tanınmadan geriye doğru işleyen kanun gereği idamına karar verilmişti. Oysa İskilipli Atıf Hoca 32 sayfalık kitabını yayınlamadan önce yasa gereği dönemin Milli Eğitim Bakanlığına göndermiş, kitap beğenilerek yayınlanmasına izin verilmişti.

İskilipli Atıf Hoca 9 Aralık 1925 yılında tutuklandı. 4 Şubat 1926 yılında Ankara İstiklal Mahkemesi’nde idam edildi. Son sözleri “Katil ve zalimlerle mahşerde hesaplaşacağız” oldu. Atıf Hoca asıldıktan sonra ailesinden gizli olarak defnedildi. Ve 82 yıl boyunca kabrinin nerede olduğu hiç kimse tarafından bilinmiyordu. Ancak geçtiğimiz yıllarda eski Hatay milletvekili Mehmet Sılay’ın çabaları sonucunda kabrin yeri bulunarak, 82 yıl sonra naaşı cenaze namazı kılınarak İskilip’e defnedildi.

Ve 4 Şubat 2013 günün İskilipli Hocanın idamının 87. senesi. Bu sene İskilipli Atıf Hoca yine memleketi İskilip’te mezarı başında ve Çorum’da Abdurrahman Dilipak’ın, Hamza Türkmen’in, Ömer Kılıç’ın katılacağı ve Özgür-Der’in tertip ettiği toplantıyla anılacaktır. Ayrıca bugüne denk getirilecek şekilde Bülent Gökgöz ve Bahadır Kurbanoğlu’nun İskilipli Atıf Hoca ve İstiklal Mahkemelerinin Tarihi Misyonu ve Şapka İnkılabı adlı kitap Ekin Yayınları tarafından neşredildi.

Bugün bir kimliğin, bir fikrin yok edilmeye çalışıldığı bir gün. Bugün sadece İskilipli Hocaların değil, tarih sayfalarından yırtılıp atılan, toplumlara unutturulmaya çalışılan Şalcı Şöhret Bacının, yani şapka kanunu adına idam edilen masum bir kadının, bir annenin ölüm günüdür. Şeyh Saitlerin, Nene Hatunların, Sütçü İmamların şerefli tarih sayfalarına kan ve kirin akıtıldığı bir gündür.

Bu yüzden bugün hep birlikte Kemalist vesayete karşı çıkarak, İstiklal Mahkemeleri belgelerinin gün yüzüne çıkartılması, sisteminin kanunlarla, baskılarla, kıyımlarla yok ettikleri atalarımızın, dedelerimizin hesaplarının görülmesi için sesimizi yükseltmenin ve geçmişimize sahip çıkmanın günüdür.