Silahlı mücadeleyi yöntem olarak benimsemiş bir örgütün kurucusu, önderi. 19 yıl silahın tek kudret olduğu yıllarda Ortadoğu’da yaşamış, baskın emirleri vermiş, arkadaşlarını infaz ettirmiş, savaş kararları almış. 13 yıldır da dünyayı izole edilmiş denizin ortasındaki bir adadaki dar odadan izliyor.
Devletin resmî haberlerinde hâlâ “teröristbaşı” denen bu adam, İstanbul’da özgür ve refah içinde bir hayat sürmekte olan barış ve demokrasi sevdalılarına hiç unutmayacakları bir siyaset ve ahlak dersi verdi iki gün önce.
İki aydır açlık grevleri hakkında “bedenlerini ölüme yatırdılar” edebiyatından, “anadilleri için ölüyorlar” epikliğinden, “hükümet talepleri yerine getirsin, yoksa karışmayız”dan başka bir şey diyemeyen dünya bildiri imzalama rekorlarını altüst etmiş aydınlar, PKK’ya hep destek tam destek mesafesizliğindeki solcular, “boğazımdan lokmalar geçmiyor” samimiyetsizliğindeki vijdan kuaförleri, “Kürt diye böyle yapıyorsunuz, değil mi” ajitasyonunun en arabesk örneklerini vermiş demokrasi ve barış sevdalıları, hızını alamayıp bitmiş açlık grevine bile hâlâ Bobby Sands’ten kahramanlık edebiyatı çevirenler Öcalan’ın açlık grevi çıkışıyla ortalarda Öcalan’dan daha Öcalancı, önderlikten daha goşist kalıverdi.
Öcalan, uğruna yapılan açlık grevlerini aylar sonra kurmasına izin verilen ilk cümlede tereddütsüz bitirirken, bu grevleri Öcalan’a rağmen Öcalan için yapanlara da net biçimde tavır koydu:
“Açlık grevlerine girenler dışarıdakilerin yapması gereken işi ve sorumluluğu kendi üzerine almışlardır. Dışarıdakiler, kendi görev ve sorumluluklarını zaten zor şartlarda olan, hasta olan, dört duvar arasındaki tutsaklara yüklemesinler. Açlık grevini eylem tarzı olarak genel itibarıyla doğru bulmamakla birlikte, açlık grevleri yapılacaksa bile içeridekilerin değil, dışarısının yapması gerekir.”
Başbakanlığın metin yazarları bu cümlelerin arasına çiğ bir “ciğer kebaplarını götürüyorlar” cümlesi ekleyip, Başbakan’ın bugünkü grup konuşmasının arasına sıkıştırsa kim şaşırırdı ki?
Aslında daha bir yıl önce aynı açlık grevini bir faksla bitirmiş, daha önce de ilkesel olarak açlık grevlerine karşı çıkmış Öcalan’ın tavrı hiç kimseyi şaşırtmadı.
En çok da BDP lideri Demirtaş’ı şaşırtmamış anlaşılan. Taraf ve diğer gazetelerdeki çıkan haberlere bakılırsa Demirtaş, Öcalan’ın açlık grevlerini bitireceğini 10 gün önceden haber almış, hükümete gitmiş ve Mehmet Öcalan’ı adaya gitmesi konusunda da teşvik etmiş.
Son iki ayı Yeni Zelanda’da bir dağ köyünde geçirmiş biri için epey ikna edici.
Ama o dağ köyünden sadece günlük gazeteleri (mesela bunun ısrarlı takipçisi olmuş Taraf ve Radikal’i) takip etmiş bir Yeni Zelandalı çiftçi bile hükümetin bayramdaki “kardeşi görüşebilir” açıklamasından sonra Mehmet Öcalan’ın adaya gitmesini kimin engellediğini biliyor olmalı.
“Mehmet Öcalan, o 16 gün boyunca neden adaya gidemedi, ya birileri ölseydi” diye hesap soran olmayınca, “Biz Mehmet Öcalan’ın İmralı’ya gitmesini değil, Abdullah Öcalan’ın Diyarbakır’a gelmesini istiyoruz” demiş biri, Öcalan açlık grevini bitirir bitirmez attığı ilk tweetinde “Kardeşinin İmralı Adası’na gidişi bizlerin de desteğiyle gerçekleşmiştir” diye yazabiliyor. Suçluluk psikolojisinin Kürtçesi neydi acaba?
Tabii haberler doğruysa daha da vahim. Çünkü akla gelen ilk sorunun galiba bir cevabı da yok: Madem Öcalan’ın açlık grevini bitireceğini biliyordunuz, peki 10 gün neden beklediniz? Ya bu arada biri ölseydi? Meclis’te grubu olan bir siyasi partinin lideri Öcalan’ın onay verdiği bir şeyi bile ancak ağzından duyduktan sonra yapacak kadar mı inisiyatifsizdir?
Artık ne önemi var diyenlere kötü bir haberim var.
Eğer bu kez yolda kalmayacak bir barış istiyorsak, üç ay kadar önce “400 kilometrekare PKK’nın elinde, devlet operasyon bile yapamıyor” diyen bir Demirtaş’ı, “hükümete moral desteği vereceğiz” diyen Demirtaş’a çeviren karanlığı sorgulamalıyız.
Açlık grevlerini her gün en ajite ifadelerle sosyal medyada paylaşanları, o açlık grevlerinin bitmesi haberine kayıtsız bırakan, neredeyse hayal kırıklığı yaşatan, hatta bazılarını “nasıl bitirilir” diye itiraz ettiren haletiruhiyeyi çözmeliyiz.
Çünkü Kürt sorununun çözümüne, sadece Türk milliyetçileri ya da son yaşananların Öcalan’ı aktör yapmak için (ki Öcalan zaten bir aktör ve lider) sahnelenen bir oyun olduğunu söyleyerek kafalarının devleti devralmakta oldukları ulusalcılardan farklı çalışmadığını ortaya koyanlar değil, Kürtleri sadece direndiklerinde, AKP’yi köşeye sıkıştırdığında destekleyip, barış ve çözüm ihtimali belirince ya karamsarlığa yatıp ya da ortadan kaybolan Kürt dostu solcular ve demokratlar da engel.
Bazen devlete ya da PKK’ya doğruyu ve hatalı olduğunu dürüstçe söylemeyerek, “Kandil-İmralı arasında çatlak var diyen fitneciler” gibi bir partizan diskura teslim olarak, iki tarafın da silahlı olduğu ve adam öldürdüğü bir barış sürecinde taraf tutarak engeller.
Türk solu ve AKP muhalifleri Kürtleri, sorun çıkardıkça, sokaklara indikçe, hükümeti sarstıkça seviyor. Çünkü bu artık onların yapamadığı bir şey. Türkiye’ye söyleyecek başka bir sözü kalmayanlar, bütün muhalefet cephesini kalabalık ve güçlü doğu cephesinde kuruyor. Devletle ve AKP’yle hesaplaşmak isteyenler bunu Kürt sorununun içinden yapmaya çalışıyor. PKK’nın kötü alışkanlıkları olan arkadaşı hâline gelmiş Türk solu, kursağında kalmış devrimci heveslerini, Diyarbakır’da toplanan kalabalıklarla gideriyor, PKK da neredeyse Kürt sorununu AKP ile çözmekten bu eski dostlara ne derim diye mahcubiyet duyuyor.
Ama PKK artık çok büyüdü, kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış bir Beyoğlu sosyalist partisi gibi davranamaz. Orta sınıfı güçlenen milyonlarca Kürdü, son kullanma tarihi geçmiş devrimci halk savaşlarıyla, açlık grevleriyle sürekli daha fazla bedel ödemeye, fedakarlık yapmaya, ölmeye çağıran, vekillerini sokaklarda polisle kapıştıran bir örgüt taşıyamaz.
PKK bugün AKP ile masaya oturacak bir siyasi güçtür. Ve bunun gerektirdiği sorumlulukta davranmak zorundadır. Çözüm için görüşmek zorunda olduğu AKP’yi dostlara uyup düşmanlaştırmanın Kürtlere bir faydası yok. Öcalan’ın farkı galiba bunun uzun süredir farkında olmasında.
Dün İran’da Esed’in dostları toplandı. Toplantıya Türkiye’den Abdulatif Şener, Namık Kemal Zeybek, Mustafa Kamalak, CHP, Haydar Baş’ın partisinden isimler davetliydi.
Öcalan, Kandil’dekilerden farklı olarak değişen Ortadoğu’da Türkiye’nin ve bölgenin loserlarıyla aynı fotoğraf karesinde yer almak istemiyor.
O yedi maddelik çözüm planı işliyor. Işık büyüyor. Tabii gözlerini kapatmayanlar için...
yildirayogur@gmail.com
TARAF